21 Kasım 2024
  • İstanbul19°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara10°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

1925 KÜRT ULUSAL ÖZGÜRLÜK HAREKETİ VE SAÎDÊ KURDÎ

" Saîdê Kurdî ve 1925 Kürt Ulusal Özgürlük Mücadelesi/Şeyh Said ilişkisi noktasında resmi ideoloji eksenli kodlamalar ve bu kodlamamalardan sonra kurulan bağlantılar..."

1925 Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ve Saîdê Kurdî

01 Temmuz 2017 Cumartesi 14:28

Saîdê Kurdî ve Risale-i Nur’lara muhatap olan şahıs veya cemaatlerin bir zihniyet tarihi vardır. Bu zihniyet, bu iki tarihi şahsiyetleri bir birine sürekli muhalif gösterme çabası cemaatlerin en temel kabulüdür. Yeni Asya Neşriyat, Risale-i Nur külliyatının her eserinin ön sözünde Saîdê Kurdî’nin Şeyh Said efendiye muhalif olduğunu mutlak suretle belirtmeyi yayın ilkesi olarak kabul etmiştir. Yine diğer neşriyatlar da bunu bir prensip olarak asıl kabul etmişlerdir. Aynı durum Diyanet İşleri Başkanlığı neşrettiği İşârâtü’l İ’caz’ın başına hiçbir delil getirmeden neşretmeyi uygun bulmuştur.

Ayrıca Saîdê Kurdî ve 1925 Kürt Ulusal Özgürlük Mücadelesi/Şeyh Said ilişkisi noktasında resmi ideoloji eksenli kodlamalar ve bu kodlamamalardan sonra kurulan bağlantılar, Nurcu kimliğinin inşasında temellendirme olarak kullanılmıştır. Zira olayın hakikati üzerinden ileri sürülen argümanlara karşı, hem olayın, hem de argümanların yönünü değiştirmek için, resmi ideoloji eksenli temellendirilen Nurcu kimliği, artık ayrılmaz bir parçası olarak ilk ileri sürülen “Kürtçülük” ten tenzih! Edilerek söze başlanılması, sürekliliği ifade etmeninde bir başka temel tezini oluşturuyor. Bu durumdan sonra Şeyh Said efendiye muhalefet içselleştirilmiştir. Nurcu kimliğinin inşasında Şeyh Said’e muhalefet, artık bir kategori haline getirilmiştir. İçselleştirme, Nurcu camianın sosyal gerçekliğinin! Mensubu tarafından kabulüne ve bu sosyal gerçekliği bireyler tarafından yeniden üretilmesini sağlayan bir kategori olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum aynı zamanda bireysel Nurcu kimliğinin, kolektif Nurcu kimliği ile ilişkideki biçimini de ortaya çıkaran önemli bir argümandır.

dda8bbmxuai2ykg.jpg

1925 Kürt Ulusal Özgürlük Mücadelesi/Şeyh Said direnişi ile ilgili Kaynaklar incelenmeye başlayınca ilk gözümüze çarpan direnişte ki olguların ters yüz edildiğidir. (Ahmet Akgündüz, hareketin şapka ınkılabı ile ilgili olduğunu ileri sürmektedir, Akgündüz’ün ileri sürdüğü iddiaya cevap, “Risale-i Nur’da Yapılan Tahrifatlar” kitabımızda cevap verilmiştir.)

Bu gün artık büyük tarihçiler tarafından kabul gören doğru bilgi tarihçinin erdemi ve görevidir. Ne yazık ki Saîdê Kurdî ve Şeyh Said ilişkisini inceleyen şahsiyetler özellikle Nurcular pekte kabul görmemiş hayali olgular üzerine bina edilmiştir. O günkü tarihsel olguları olduğu gibi aktardığında Üstad ve Şeyh Said ilişkisinin büyük ölçüde düzeleceği görülecektir. Doğal olmayan şey belgelerin tarihlerinin değiştirilmesi ve bu tahrifatın nasıl bir niyet taşıması gerçeğidir. Direnişin detaylarına girmeden kısaca özetleyelim.

Saîdê Kurdî 1924 yılı mayıs ayında Şeyh Said efendinin davetlisi olarak Erzurum’a gitmiş ve bir hafta beraber görüşmelerde bulunmuşlardır. Saîdê Kurdî, Şeyh Said ile yapılan görüşmenin neticesinde 21 Mart Nevroz gününde Diyarbakır da görüşülmek üzere karar almışlardır. Fakat daha o tarih gelmeden hareket patlak vermiştir.

Direniş 13 Şubat 1925 yılında Piran köyünde tutuklama kararı bulunan Şeyh Said’in adamlarından on iki kişinin jandarmalara teslim olmayıp, askerlerle silahlı çatışmaya girmesiyle başlamıştır. Çatışmanın başladığı gün Şeyh Said te Piran köyünde bulunuyordu. Şeyh Said Piran’a gelmeden önce Bitlis’te tutuklu bulunan Cibranlı Halit ve Yusuf Ziya’ya bir adam göndermiştir. Bitlisten dönen Şeyh Said ‘in adamı Cibranlı Halit ve Yusuf Ziya’dan Direniş hazırlıkları hızlandırmalarını ve Diyarbakır üzerinden Suriye ile temasa geçmeleri emrini getirmiştir. Bunun üzerine Şeyh Said, Hasananlı Halit’e Malazgirt üzerinden Bitlis’e girip Cibranlı Halit ve arkadaşlarını kurtarma girişimine başlaması emrini vermiştir. Seydanın kendisi de Şusar gökoğlan nahiyesinin kırıkan köyüne hareket etmiştir. Zırkanlı Miralay Selim ve bölgenin bütün şeyh ve ağaları ile Karlıova da ki Cibranlı baba, Kamil ve Hatoğulları yüzlerce silahlı adamı ile Kırıkan Köyüne gelmişlerdi.

Daha sonra Karlıova kazasının Kanireş köyüne gelen Şeyh Said burada da Aşiret reisleri ile görüşmelerde bulunup direniş için hazır olmalarını istemiştir. Daha sonra Solhan’ın Melakan köyüne giden Şeyh Said, burada şeyh Abdullah ile birlikte direniş planını hazırlamıştır. Şeyh Said Melakan köyünden ayrıldıktan sonra Bingöl, Simsor, Genç, Lice ve Hani’yi gezmiş daha sonrada Piran’a gelmiştir. Piran’da kardeşinin evine yerleşen Seyda köylülerin büyük coşkusu ile karşılandı. Jandarmalarla çatışma direniş hazırlıklarının yoğunlaştığı böylesi bir dönemde çıkmıştır.

ddaxspzxcaecxcq.jpg

Direnişin sonu: 7 Nisan günü Başbakan İsmet İnönü Direnişin son durumu ile ilgili meclise şu bilgileri veriyor. “Şarkta Silvan ve Beşiri birliklerimizin hâkimiyetindedir. Hani, Lice, Piran, gibi Şeyh Said’in başlıca faaliyet bölgeleri işgalimiz altındadır. Elazığ’dan gönderilen birliklerimiz Palu’yu almışlardır. Çapakçur’u (Bingöl) almak üzeredir. Asiler şehirler civarında tecrübe ediyorlar. Kendilerince müstahkem zan ettikleri dağlara çekilmişlerdir. Davalarından vazgeçmemişlerdir. Teşkilatlarını Muhafaza ediyorlar. Fakat er geç bu dağların kendilerine mezar olacağını anlayacaklardır. Askeri tedbirler devam ediyor. Bastırma ve temizliğin sonunu bekleyerek ondan sonra alacağımız tedbirler hakkında yüksek meclisinize maruzatta bulunmak için vakit yoktur. Müsaade ederseniz bu tedbirlerin bir iki gün zarfında arz edeceğim.”

Dokuzuncu Kolordunun 12’nci müfrezesi tarafından “Malazgirt asilerinden temizlenmiş Hasananlı Halit’e ait direnişe katılan Kuştiban köyü yakılmıştır. Beşiri bölgesindeki tedip hareketi ile görevli 12 ‘nci Alay komutasında alınan rapora göre, 11 Nisan da 6 saat süren bir çarpışmadan sonra Senikan Aşiretinin dağılarak Raçkotanlılara sığındığı ve bu sebeple Senikan Aşiretinden Dört köy, Raçkotan Aşiretinden üç köy olmak üzere yedi köy yakıldığı bildirilmiştir.

Köylerin ateşe verilmesi yalnız bu direnişle sınırlı değildir. Bu olay tüm Kürt direnişlerine karşı bir devlet politikası olarak vurgulanmıştır. Dersim direnişinde de bakanlar kurulunun “Gayet Gizlidir” başlığı taşıyan 4 Mayıs 1937 tarihli kararın 2. maddesinin konumuzla ilgili bölümü şöyledir.” Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekte iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki Silah kullanmış olanları ve kullanılan yerlerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kâmilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.

Saîdê Kurdî’nin talebelerinden Hulusi (Hulusi Yahyagil) Ağabey kıta komutanlığı yapmaktadır. kendi ifadesinde, “Ben Elazığ da tabur komutanlığı yapıyordum. 1938 Dersim isyanının sebep olduğu facia hadisesi neticelenmek üzere idi. Bizi de Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya memur etiler. İsyan dedikleri şey de bazı dağ köylerinin o yıl vergi vermeme meselesi idi. Aslında hadise basitti. Fakat onu büyüttüler ve umumileştirdiler. Bize verilen emir,” Dersim ahalisini külliyen ( tamamı ) imha emriydi. Canlı tek bir insan bırakılmayacak, genç, ihtiyar, suçlu, suçsuz, çoluk çocuk, kadın erkek, ne varsa hepsini imha edilecekti hatta bitkiler ve hayvanlar dâhildi, hayvan bitkiyi yer, insan da hayvanı yer şeklinde idi. O tarz muamele ve emir nasıl bir uygulama şekli idi bilemiyorum.” Hulusi ağabeyinin bu mektubu hadisenin tüm boyutlarını göstermektedir. Üstadın tabiriyle “Beşer bu zulme isim bulamamıştır” Saîdê Kurdî “Dersim katliamı “beşinci şuanın[1] hükmünü tasdik etmiştir” sözleriyle, Abdurrezzak adıyla bir müdafaa yazmıştır. Dokuzuncu ve Onuncu madde olarak kayda geçmiştir. (detaylı bilgi için “Risale-i nur’da Yapılan Tahrifatlar” kitabımıza başvurunuz)

Başbakan bu açıklamayı yaparken Şeyh Said’in kuvvetleri iyice dağılmıştı. Direniş sonuçlanınca Şeyh Said, Şeyh Abdullah, Çan Şeyhleri, Hanili Salih, Çapakçur Beyleri, Cibran Ağaları ve üç yüz kadar atlı ile birlikte Solhan ilçesinin Kırvaz köyünde toplanarak, Sınırı geçme hazırlıkları içine girmişlerdir. Bu arada Murat köprüsüne gelen Şeyh Said ve arkadaşları, burada 34.Alay komutanı Talat bey tarafından ateşe tutulmuştur. Bunun üzerine Şeyh Said yönünü Varto ya çevirir. Şeyh Said ve arkadaşları Varto tarafından Çarpuk köprüsü civarında birlikler tarafından sarılarak yakalanmıştır.

Saîdê Kurdî ise O dönemde Van’da bulunmaktadır. Hadise başlar başlamaz hükümet güçleri Erek dağının etrafında görülmeye başlar. O günü üstadın talebelerinde Molla Hamid ağabey şöyle anlatmaktadır. “jandarmalar bulunduğumuz yere baskın yaparak Üstadı almak istediklerini söylediler. O gün bütün köylüler meselenin farkına vardılar ve Şeyh Enver Efendi müritleriyle oraya geldi; “Seyda müsaade et seni bunların elinden alalım, seni bunlara teslim etmeyelim” diye yalvarıyordu. Bu görüşme Kürtçe geçekleşiyordu ki jandarmalar ve subaylar bu görüşmeyi anlamasınalar.[2] Saîdê Kurdî ise Şeyh Enver ve halka “Bırakın olay çıkmasın, benim batıya gitmem inşaallah hizmete vesile olacaktır, kaderin bir takdiridir” diyerek onları sakinleştirmiştir.

Saîdê Kurdî birkaç gün Van da gözaltında tutulur, binlerce mazlum Kürt halk gibi batıya sürgün edilir. O gün üstad ile birlikte sürgüne gönderilen canlı şahitlerinden, Kinyas Kartal ve Molla Hamid in ağabeyi Emniyet görevlisi Abdullah beyin aktarımına göre önce Sinop’a ardından İstanbul’a gönderilir. Orada 4 ay kalır yapılan araştırmadan sonra İstanbul’dan (Cemal Kutay’ın anlatıma göre) vapurla Antalya’ya oradan da Burdur’a gönderilir. Sürgünde bulunduğu zaman içerisinde sık sık Şeyh Said efendinin oğulları ile görüşür. Bu görüşmelerin birinde “ellini kendi eline üç sefer vurarak ben Şeyh Said’in intikamını almışım der.” Ayrıca Bingöl’ün Fahran köyünden Ali Varol Saîdê Kurdî ile görüşmesinde “Üstadı ziyaret etim Üstad şöyle söyledi “Çan köyüne git, benden selam söyle, Bingöl şehidler ve gaziler ülkesidir. Ben Kürdistan’a geleceğim zaman ilk olarak uğrayacağım yer orası olacaktır. Ben onun intikamını aldım, bir rüyayı sadıkada Şeyh Said’i cennet’te makamında gördüm ve gece kalktım şükür namazı kıldım” sözleriyle bitirmektedir. Yine ayrıca Bingöl'ün büyük ehl-i ilim simalarından Seyda Molla Şehabeddin 1950'lerin sonunda ile Molla Said, Saîdé Kurdî'yi ziyarete gidiyorlar. Üstad onlara hitaben; nerelisiniz? Diye soruyor, Bingöllüyüz diyorlar, mensubiyetiniz nedir? Diye sorunca da, biz talebeyiz ama bizim memlekette Şeyh Said efendi sevilir cevabı veren Seyda Molla Şehabeddin, Üstad Saîdé Kurdî'nin yüzü parlamaya başlıyor ve onlara 3 kez "sag elinin içini sol dizine vurarak ben Şeyh Said'in hayfını aldım". Diyor. (Takdir-i ilahiye bakınız ki Seyda Molla Şehabeddin kendi Şeyhi Şeyh Saîd gibi 29. Haziranda 2017 de mevlasına kavuştu. Cenab-ı Hak rahmet eylesin, Amin.)

Saîdê Kurdî ayrıca Şualar adlı Kitabının 11.Şua sının 6.meselesinin sonunda şöyle söylemektedir.”Bir bahtiyar mazlum idam olurken, bedbaht zalimlere demiş: ben İdam olmuyorum, belki terhis ile saadete gidiyorum. Fakat ben sizi idam-ı ebedi ile mahkûm gördüğümden, sizden tam intikam alıyorum Lailaheillallah diyerek sevinç ve ile ruhunu teslim etmiştir.” Bu bahtiyar mazlum Şeyh Said’tir. Ayrıca bu ifade 1925 teki birçok gazetelerde aynen yayınlanmıştır.[3]

Yine Saîdê Kurdî, Emirdağ lahikasında Mühim bir suale verdiği cevapta “Büyük memurlardan işimizle alakadar olanlar sordular dediler ki,”Mustafa kemal sana üç yüz lira maaş verip, Kürdistan’a ve Vilayet-ı Şarkıyeye şeyh Sinusi yerine seni vaiz-i umumi yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin İhtilal yüzünden kesilen Yüz Bin Kürdün canlarını kurtaracaktık. Buradan anlaşılıyor ki Saîdê Kurdî’nin tesbitiyle Yüz bin Kürt şehid edilmiş.

Birçok hadise gibi Said-i Kurdi ve Şeyh Said ilişkisi de Nurcu camia tarafından farklı bir mecraya kaydırılmıştır. Bu iki tarihi şahsiyetleri bir birine sürekli muhalif gösterme çabası içerisinde olunmuştur. Bunun en basit örneği ise hiçbir nur talebesinin ispat edemediği mektuptur.

Said-i Nursi, kendisini desteğe davet eden isyancılara gönderdiği mektupta asırlardan beri İslamiyet'in bayraktarlığını yapan Türk milletine kılıç çekmenin Dinen caiz olmadığını, böyle bir şeye niyet edildiğinde bunun başarısızlıkla sonuçlanacağını” iddia edilen mektubun aslı şudur.

Bu sözleri Saîdê Kurdî’nin kendi ifadeleriyle verelim. “Eski Harb-i Umumiden biraz evvel ben Van da iken bazı Dindar ve muttaki zatlar yanıma geldiler. Dediler ki: Bazı Kumandanlarda dinsizlik oluyor, gel bize iştirak et. Biz bu reislere isyan edeceğiz” Ben de dedim. O fenalıklar ve dinsizlikler o gibi kumandalara mahsustur. Ordu onun ile mesul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya karşı kılıç çekmem ve size iştirak etmem.”O zatlar benden ayrıldılar kılıç çektiler neticesiz “Bitlis Hadisesi”vücuda geldi. Az zaman sonra, Harb-i umumi patladı.” (Afyon Müdafası)

Bu sözleri tahlil ettiğimizde, Saîdê Kurdî’nin bahsettiği “Dindar muttaki zatlar “Şeyh Selim ve Şeyh Şahabeddin’dir. Olay 1913 de 1. dünya savaşından az evvel dediği hadisedir. Zaten dikkatli okununca anlaşılmayacak bir konu değildir.

seyda-molla-sehabeddin.jpg
Seyda Molla Şehabeddin

Necmedin Şahiner ve Akgündüz gibi şahsiyetler, yıllarca Saîdê Kurdî’nin Şeyh Said efendiye mektup gönderdiği ve onu Red ettiği hakkında bir mektuptan bahsedilir, ama nedense hiçbir zaman bu mektubu görme şerefine nail olmadık. Aslında mektuptan maksatları yukarıda verdiğimiz mektuptur. (Bu mektup konusu ile ilgili kısmı “Risale-i Nur’da Yapılan Tahrifatlar” kitabımıza başvurunuz) 1913’te söylenen bu sözü 1925 te Şeyh Said efendiye söylenmiş gibi veriyorlar. Aslında, “burada ebedi düşman” fikriyle hareket edilmektedir. Bu tutumu Uğur Mumcuda sergilemektedir, belgelere dayanarak yazı yazmasıyla tanınan Uğur Mumcu, her nedense Şeyh Said direnişi İngilizler tarafından tezgâhlandığını ispatlamak için daha önceki İngiliz işgali ile ilgili belgeleri kullanmaktadır.[4] Bir birinden çok farklı olan bu iki dönemi ayırmayan Mumcu, adeta Nurcular gibi Kürtleri “ebedi düşman” fikriyle hareketini somutlaştırmaktadır.

Abdulkadir Badıllı’da dâhil olmak üzere “Mufassal tarihce-i hayat adlı eserinde” Saîdê Kurdî’nin Eskişehir Müdafasında bahsettiği bir konu hakkında kullandığı sözü Şeyh Said efendiye hitaben söylenmiş olarak lanse edilmektedir.

 “Bundan on iki sene evvel Ankara reisleri, İngilizlere karşı Hutuvat-ı Sitte namındaki eserimle mücahedatımı takdir edip, beni oraya istediler. Gittim. Gidişatları, benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi."Bizimle beraber çalış" dediler.

Dedim: "Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor. Sizinle beraber çalışamaz, fakat size de ilişmez. Evet, ilişmedim ve ilişenlere de değil iştirak, değil temayül, belki teessüf ettim. Çünkü an'anat-ı milliye-i İslamiye lehinde istimal edilebilir acip bir deha-yı askeriyi, an'ane aleyhine bir derece çevirmeye maatteessüf bir vesile oldu. Evet, ben, Ankara reislerinde, hususan Reisi cumhurda muannid ve büyük bir deha hissettim ve dedim:

"Bu dehayı, kuşkulandırmakla an'anat aleyhine çevirmek caiz değildir. Onun için, ne kadar elimden gelmişse, dünyalarından çekildim, karışmadım. On üç seneden beri siyasetten çekildim. Hatta bu yirmi bayramdır, bir-ikisinden başka umumlarında, bu gurbette, kendi odamda yalnız ve mahpus gibi geçirdim-ta ki siyasete bulaşmam tevehhüm edilmesin. Hükûmetin işlerine ilişmediğime ve karışmak istemediğime delalet eden.

Bu sözleri tahlil ettiğimizde çok daha farklı bir sonuç ile karşılarız.

“Bundan on iki sene evvel” dediği nasıl anlamalıyız. Eskişehir Müdafası 1935 yılında yapıldı,12 sene evvel dediği 1923, yani Meclis yeni kuruluyor.

Burada “."Bizimle beraber çalış" ifadesi Hasan Basri ve Mehmed Akif Ersoy’un teklifidir. Hasan Basri’nin hatıratı da şu ifadeler yer almaktadır. “O zaman ben M. Akif gibi ilk mecliste bulunuyordum. Üstad Ankara’ya gelince bir heyet olarak yanına gittik. Gel ayrı bir parti kuralım, sende başımıza geç şu meclisi elde edelim. Üstad dediki “ her şey elde edilmiş İngilizler her şeyi ile ele geçirmişler. O nedenle sizin yapacağınız bütün çalışmalar onların namına geçecektir. Gelin Kürdistan’a ve Anadolu’ya dağılalım. Milletin iman nabzını yakalayalım yeni bir model için çalışalım” dedi. Hasan Basri Çantay: Ben ve M. Akif ayağı kalktık, Hoca sen ne kadar dahi de olsan bir Kürt’sün, Kürdün aklı sonradan başına gelir dedim, o da kalktı kızarak bizden ayrıldı.

Sonra meclis dağıldı sistem oturdu. Yıl 1952 İstanbul’dayız dediler ki Üstad mahkemeye gelmiş, çok heyecanlandım kendisi ile görüşmek için gittim, seneler sonra beni tanıya bilecek mi diye düşündüm otele gittim dış kapıda beni görür görmez” gel hasan gel Kürdün mü, Türkün mü aklı sonradan başına gelir” evet üstadım bizim aklımız sonradan başımıza geldi. ve Üstadın yukarıda ki ifadesiyle böyle bir görüşme olduğunu onaylamaktadır. Ama burada nedense birçok Nur talebesi! Üstadın. "Bizimle beraber çalış" ifadesini Şeyh Said Efendiye söylenmiş gibi de ima etmişlerdir. Bununda hiçbir hakikat yönü yoktur. Olay 1923 te gerçekleşmiştir. Saîdê Kurdî’nin dediği gibi; men kale ve limen kale ve lime kale ve fima kale. Yani: Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş? Bunlara dikkat etmesi gerekir sanırım. (konu ile ilgili yapılan metne ilaveler ve eklemeler şeklinde yapılan tahrifatları, metnin kritiği “Ahmet Akgündüz, Necmeddin Şahiner ve Abdulkadir Badıllı’nın konu ile ilgili yapmış oldukları tahrifatları, “Risale-i Nur’da Yapılan Tahrifatlar” kitabımızda detaylı yapılmıştır, Lütfen kitabımıza başvurunuz)

1925 Kürt Ulusal Özgürlük Mücadelesi/Şeyh Said efendinin direnişinin niteliğini kavramak için, o günkü koşulları ve koşulları oluşturan tarih kesitini doğru değerlendirmenin zorunluluğu ortadadır. Bu hareketi doğrudan inceleyen B. Cemal, M. Toker, direnişle ilgili “istiklal mahkemeleri” eserinde genişçe yer veren E. Aybars, hareketin olduğu bölgenin istiklal mahkemesi savcısı Ahmet Süreyya Örgeevren’in anılarında bu hareketin, “Din ve Milliyet” davası beraber yürütüldüğü gerçeğini ortaya koymaktadır. Said-i Kurdî ve Şeyh Said konusu, “Dördüncü Bakış, Kürt Milliyetçiliğine Said-i Kurdî örnekliği” adlı kitap çalışmamızın 2. Cildinde detaylı olarak inceleyeceğiz.

Sonuç:

Şeyh Said, Saîdê Kurdî ilişkisi ve benzeri konularda uygulanan “çelişkiler artırma “, Ortadoğuda Lozan sonrası Kürtleri parçalayarak oluşturulan statüko sarsılırken, Kürdistan topraklarında egemenliklerini meşru göstermek isteyen güçler açısından en ekonomik yol, Kürtlerin siyasal ve hukuksal taleplerini İslam’la ve Risale-i Nur ile çelişik gibi sunmaktan geçiyor.

Yüzyılımızın başlarında ki Kürt halkının yapısı çok ilerisinde bir istem olarak “Bağımsız Kürt Emirliği” İngilizlerin mevcut politikalarına karşı dayatılırken, böylesi bir devlet hiçbir zaman onay vermeyecek olan Kemalist yapının şaşırtıcı görülen desteğine uğramaları var olan gerçekliği at üst etmiş, sorunun kendi içinde boğmuştur. Yine bu şartlar altında Güney Kürtlerinin geleceği Musul sorununa bağlı olarak Türk- İngiliz ikili görüşmelerinde ele alınmıştır. Kürt devleti Kurmakla suçlanan İngilizler, 1925 yılında Londra’da hazırladıkları Irak Anayasa’sında Kürtlere hiçbir siyasi hak vermemişlerdir. Anayasanın bu şartlar altın da 1926 yılında uygulanmaya konmasından sonradır ki, Türkiye rahat bir nefes almış ve İstanbul’da Musul sorununa bir son vermiştir. Türkiye açısından Irak’ta Kürtlerin hiçbir anayasal hakka kavuşmamaları, Musul ekonomik karakterinden daha önemli olduğunu göstermektedir.

Oysa biz ‘miş’li zamanla uğraşmaya hiç gerek yoktur tarihsel bilgilerin ağır ilerlediği bir toplumda yaşadığımızın bilincinde olarak sorumuzu tekrarlıyoruz.

“İngilizlerin bağımsız bir Kürdistan devleti kurma girişimlerinden çok söz edilmektedir. Ancak bu devlet neden kurulmadığından kimse söz etmemektedir.?

Daha fazla bilgi için; “Risale-i Nur’da Yapılan Tahrifat” kitabımıza başvura bilirsiniz. 

Konu ile ilgili bir başka makalemiz; İyi Niyetlere Havale Edilen Kurdistan.

Hüseyin Siyabend Aytemür
[email protected]


* Bu metinde yer alan fikirler yazarına aittir. İlke Haber'in editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.


[1] Şualar adlı Kitabın Beşinci bölümüdür. Kemalizm’in mahiyetine dair dir.

[2] Bu görüşme “Bilinmeyen yönleriyle Said Nursi” adlı kitapta “Seyda bırak seni bunlara teslim etmeyelim diyorlardı ve Türkçe olmayan bir lisan il söylüyordu”. İfadeleri bulunmaktadır.

[3] Dördün Bakış ın 2.Cildi “Kürt milliyetçiliğine Saîdê Kurdî örnekliği çalışmamızda o günün gazetelerini okuma imkânınız olacaktır.

[4] Cumhuriyet “Amaç aynı”  24 Haziran 1987

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.