İYİ NİYETLERE HAVALE EDİLEN KURDİSTAN
Hacı Ahti mahkemede, “Yaşasın Kürtlük mefkûresi, yaşasın Kurdistan" diye bağırır. Arkasından Seyyid Abdulkadir ise, “siz bizi asmakla Kürtleri gayrete getiriyorsunuz.” der.
29 Haziran 2013 Cumartesi 04:42
Şeyh Sait efendi dönemine baktığımızda bu açıdan en önemlisi olduğu görülmektedir. Kemalizm’in kendi iktidarını kuvvetlendirmesinden sonra, Kürtlere yönelik karşı eylemlere girmesi, 1925 Ayaklanması’nı doğurmuştur. Bu hareket içinde yer alan birçok önder Kemalistlerle birlikte, “Kardeşlik” adına, uzun yıllar birlikte çalışmışlar, ama onlara karşı ayaklandıklarında önlerinde hiçbir yasal dayanağın olmadığını görmüşlerdir.
Oysa bu yasal dayanakları gerek milli mücadele yılları içinde gerekse, Lozan Konferansı’nda elde edebilirlerdi. Böylesi bir girişimin yapılmamış olması, direnişin, Kemalistlerce, dünya kamuoyuna istendiği biçimde duyurulmasını sağlamıştır. Hatta bu konuda Kemalistler, solcuları da kullanarak, Sovyet politikasının Türkiye’ye yönelik uygulaması üzerinde etkili olabilmişlerdir. Osmanlı devleti içinden gelen ve devlet aygıtını iyi tanıyan Türkler ve önderlerinin, Kürtlere yönelik tavrında bilinçli bir çizgi görülmektedir. Daha başından beri, Kürt yardımına ihtiyaç duyduğu halde, gelen yardımları tek tek birey olarak kendi hareketlerinin içine katmayı temel prensip olarak uygulamıştır.
Kürtlerin bir blok olarak karşısına gelmemesi için, “Türk ulusu” kavramını bilinçli olarak kullanmamış; sürekli Ermeni ve Hıristiyan tehlikesine karşı “Müslüman Halkların” birliğinden bahsetmiştir. Kongre sonuçlarına dikkat edilirse, Türk ve Kürt ulusallığına ilişkin bir tek kelimeye rastlanmamaktadır. İşte günümüzde Kürt İslamcılarının, Solcularının düştüğü çukur hiçte yabancı olmadığımız bir durumdur.
Nitekim, Türk ulusalcılığı Misak-ı Milli içinde hakim bir ideoloji haline getirilmeye başlandığında, Kürtlerin hakları konusunda dayanılacak hiçbir resmi belge yoktur. Kürtler, böyle bir fırsatı ele geçirmişler miydi(?) sorusuna, tarih “Evet” demektedir. Kongreler dönemi dışında, Koçgiri direnişi bu fırsatlardan biridir.
Meclis’teki Kürt Mebuslar, sorunun askeri çözüm şekline, sert önlemlere karşı çıkmışlar, ama diplomatik yolun ne olması gerektiği konusunda adım atmamışlardır. Kürtler de var olan rahatsızlık karşısında bir öneri olarak, bizzat Kemalistlerce ortaya atılan Misak-ı Milli sınırları içinde otonom Kurdistan programına karşı, Kürt politik çevreleri, güçlerini yoğunlaştırıp ortak bir tavır benimseyememişler ve yetersiz kalmışlardır.
1912 yılında kurulan Kurdistan Muhiban Cemiyeti genel sekreterliği görevini yürüten önemli çalışmaları ve yeri bu¬lunan Dr. Veteriner Nuri Dersimi, Kurdistan Teali Cemiyeti bünyesinde çalışmış, ancak - belki de - Aleviliğinin yerdiği dezavantajla cemiyet içinde fazla etkili ola-mamıştır. 1921 yılında Koçgiri İsyanı sırasında bu cemiyetle isyan arasında bağ ku¬rabilecek görünürdeki tek kişi olmasına rağmen, ne bu cemiyetten ne de başka bir poli¬tik yapıdan destek görmemişlerdir. İsyan izole edilmiş bir hareket olarak kendi sonunu hazırlamıştır. Bu isyan sırasında Kurdistan Teali Cemiyeti içinde bölünmenin olması bir etken gibi göste¬rilse de tersi bir durumda da cemiyetin fazla bir desteğinin olmayacağı açıktır. 1925 Şeyh Sait Hareketi’nde ve 1938 Dersim hadisesi birbirinden kopuk eylemlilikler ya¬şanmıştır. Bu nedenle Dr. Nuri Dersimi hatıralarında "Maalesef Kurdistan'da yapılan isyanlarda nitekim Sünni Kürt isyanlarında Alevi Kürtler alakadar olmadılar. Ve Alevi Kürt isyanlarında ise Sünni Kürtler katiyen alakadar olmadılar. Ve bu suretle her iki mıntıka isyanlarında Türk hükümeti lehine neticelenmiş oldu.” demektedir.
Kürt sorununun şu veya bu biçimde konuşulduğu bir dönemde Kürtler, kendi sorunlarının gözlemcisi olabilecek bir grubu Türk heyeti içerisine sokmayı düşünmemişler, her şeyi “iyi niyet” gösterisi içinde, Türk Heyeti’nin insafına terk etmişlerdir. Mecliste, bu heyetin Türk ve Kürtleri temsil ettiği iddia edilirken, İsmet İnönü Lozan Konferansı’nda, “Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir; çünkü Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri Millet Meclisi’ne girmiştir ve Türklerin temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin hükümetine ve yönetimine katılmaktadırlar” deme gereğini duymuş.
Dr. Rıza Nur ise, “Türkiye’de yalnız Türklerin ve Kürtlerin bulunduğunu, Kürtlerin kaderinin Türklerin kaderiyle ortak olduğunu, Kürtlerin azınlık haklarından yararlanmak istemediklerini” belirterek, heyet olarak uluslar arası bir antlaşmada Kürtlerle ilgili bir kararın “alınmaması” için yoğun bir mücadele vermişlerdir. Geleneksel “Ulusal devlet egemenliği” adı altında çağdaş değerlere sırt çeviren bu yaklaşımların kaynağının Türkiye özgünlüğünde ‘Derin devlet’ anlayışından kaynaklandığını tespit etmek için fazla bir fikir jimnastiği yapmaya gerek yoktur. Bu çerçeve içinde, tarihsel “olguları” göz önünde bulundurarak Türk ve Kürt birlikteliği bu şartlar altına mümkün olmayacağı, siyasi, sosyal anlaşmalardan anlaşılmaktadır. Zaman, birçok nedensellikleri soru sorulmayacak tarzda su yüzüne çıkarmaktadır. Yeterki bunları “sebep ve sonuç” ilişkilerinden anlamaya çalışalım.
“Yaşasın Kürtlük mefkûresi, yaşasın Kurdistan!"
İdam Kararı
Seyyid Abdulkadir, oğlu Seyyid Mehmet, Erbilli Huşnev Aşiret reislerinden Nafiz, Palu'lu Abdulah Sadi. Daha sonra, Bitlisli Kemal Fevzi, Diyarbakırlı Hacı Ahti Mehmet Tevfik, Diyarbakırlı Ahmed, Divriyeli İlyas Fado. Abdulkadir Sito, Rıfat ve Hüseyn İlyas davalarında Seyyid Abdulkadir davası ile birleştirildi.
Hacı Ahti mahkemede, “Yaşasın Kürtlük mefkûresi, yaşasın Kurdistan" diye bağırır. Arkasından Seyyid Abdulkadir ise, “siz bizi asmakla Kürtleri gayrete getiriyorsunuz.” Bu idam kararıyla 3 Haziran’a kadar 389 kişi yargılandı.
Bunlardan 28’i vicahen, 21’i gıyaben idama, 5’i 15 sene, 1’i 14 yıl, 3’ü üç sene, 4’ü 2’sene, 10’u bir er sene, 1 kişi 16 ay, 15 kişi, 3 ay, 2 kişi 2 ay, hapse mahkum oldu. 4 kişi sürgün, 3 kişi divanı harbe verildi. 47 beraat. Seyyid Abadulkadir 1913’te ki çalışmalarının bağımsız bir Kurdistan olduğunu mahkemede açıkça beyan ediyor.
13 Şubat’ın mimarlarından idam sehpasına yürüyen 48 Kurdistan şehidi…
1-Şeyh Said
2-Varto ve Muş cephesi komutanı Melekanlı Şeyh Abdullah
3-Tokliyanlı Halit oğlu Kamil Bey.
4-Kamil Bey'in oğlu Baba Bey.
5-Elazığ cephesi komutanı Milis Kaymakamı Şeyh Şerif Bey
6-Dedem Abdi Ağa
7-Genç İnzibat komutanı Faqıh Hasan Fehmi
8-Genç Bölgesinin liderlerinden Valerli Hacı Sadık Bey
9-Palo, Elazığ, Bingöl cephesinde bulunan ve Bingöl de idareyi ele alan, Çanlı Şeyh İbrahim
10-Elazığ Cephesinden, Şeyh Ali
11- Şeyh Celal
12-Şeyh Hasan
13-Diyarbakır Lice müfreze komutanı, Garipli İzzet Bey oğlu Mehmet Bey
14-Hanili Mustafa Bey
15-Salih Bey
16-Çanlı Şeyh Ahmed
17-Şeyh Ömer
18-Medresesinde kıyama destek hazırlığı yapan, Hanili Şeyh Adem
19-Maden inzibat komutanı, Madenli Kadir Bey
20-Piranlı Molla Mahmut
21-Silvanlı Şeyh Şemseddin
22-Termilli Şeyh İsmail
23-Termilli Şeyh Abdullatif
24-Belikanlı Molla Emin
25-Hanili Salih Bey oğlu Hasan
26-Vartoya Yüz atlı gücüyle savaşan, Kargapazarlı Halil oğlu Mehmet
27-Şeyh Şerifin katibi ve arkadaşı Şenikli Hasan oğlu Süleyman
28-Köy öğretmeni Musyanlı Molla Cermil
29-Az Aşiret reisi Demirci Ömer oğlu Süleyman
30-Şerfi oğlu Süleyman
31-Faqıh Hasan'ın Katibi Tahir
32-Hanili Mustafa Bey oğlu Mahmut Bey
33-Varto'dan Şeyh Abdullah ile çalışan Şeyh Musa oğlu Şeyh Ali
34-Bolikanlı Hacı Halit
35-Diyadinli Timur Ağa
36-Hınıslı Kamil Bey oğlu Abdullatif
37-Muşlu Mehmet
38-Süleyman Bey
39-Bahri Bey
40-Zorabıdlı Şeyh Cemil
41-Bingöllü Süleyman oğlu Yusuf
42-Yamaç Aşiretinden Ali Baban
43-Şeyh Abdullah'ın yanında savaşan Kargapazarlı Halit Bey
44-Mehmet oğlu Tahir
45-Nahiye Müdürü Tayyip Ali
46- Bingöl Kaymakamı Hüseyin Hilmi
47-Şeyh Said Efendinin yardımcısı Jandarma Hamit
48-Salih oğlu Hasan
Şehadet, hak ve batıl arasında süregelen savaşımın tarih sahnesinde bulunmaktır. Şehadet, bir yenilgi değil; bir seçimdir. Mücahidin kendini kurban ederek özgürlük mabedinin eşiğinde ve aşkın mihrabında zafer kazandığı bir seçimdir. Kürt Kültürümüzde şehadet, mücahide düşman tarafından yüklenen bir ölüm değildir. Şehadet, mücahidin kendi bilinci, mantığı, şuuru, uyanıklığı ve görüşü ile kendi seçtiği gönüllü bir ölümdür. Şehadet, onu bir ölüm ve trajedi olarak algılayan başka kültürlerin aksine, bizde bir aşamadır; araç değil, amaçtır. Bu asalet, bir olgunluk ve bir yüceliktir. Büyük bir sorumluluktur. Beşeriyetin yüceliğine ve miracına giden yolun yarısıdır. Bir imanın ve bir inancın izleyicileri kendi yaşamlarını, hareketlerini, imanlarını, izzetlerini, geleceklerini ve tarihlerini güçlü oldukları dönemlerde direnerek; güçsüz ve savaşımın tüm olanaklarından yoksun oldukları dönemdeyse şehadetle güvence altına alırlar.
Remzî Pêşeng
Twitter: remzipeseng
Meil: [email protected]
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.