22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır15°C
  • Ankara17°C
  • İzmir21°C
  • Berlin2°C

ZİHNİYET AÇILIMINDAN ÇÖZÜM ARAYIŞINA

Etyen Mahçupyan

12 Mart 2015 Perşembe 11:46

Süreklilik kazanarak statüko yaratmış bir çatışma halinden barışa doğru yürünmesi, genellikle söz konusu gerilimin iç dinamiklerinin sonucu olarak gerçekleşmez. Bunun mümkün olması için çatışmanın dayandığı zihniyetle onu kuşatan toplumun zihniyeti arasında bir uyumsuzluğun olması gerekir. Böyle bir durumda alttan gelen baskı çatışan tarafların liderliklerini farklı bir yöne doğru teşvik edebilir. Ancak eğer toplum çatışmayı tasvip eden bir bakışa sahip değilse, nasıl olup da herhangi bir çatışmanın sürekli hale gelebildiği de mantıklı bir soru olacaktır. Nitekim cevap genellikle ters yönde aranır ve doğrulanır. Yani eğer bir yerleşik kavga hali yaşamaktaysanız, toplumun da bu kavgaya itiraz etmediğini, onu normal saydığını da gözlemlersiniz.

Kısacası otoriter zihniyetin etkili olduğu toplumlarda kalıcı ve sert çatışma halleri de yapısal hüviyet kazanarak yerleşik sistemin parçası haline gelir. Dolayısıyla böyle bir durumdan barışa doğru evrilmenin kaçınılmaz önkoşulu, çevre koşulların ve sizi kuşatan dış zihniyetin değişmesi, otoriterlikten uzaklaşmasıdır. Çünkü hiçbir siyasi grup veya aktör genel algıdaki söz konusu değişimleri göz ardı edemez. Aksine ona uyum sağlamaya çalışır, çünkü yürüttüğünüz siyasetin meşruiyeti bu uyuma muhtaçtır.

Kürt meselesinde de çatışmadan çözüme doğru yöneliş küresel bir zihniyet açılımına paralel olarak yaşandı. Modernliğin özellikle farklı kültürlerin karşılaşma noktalarında yetersiz ve başarısız kalması, hatta bizatihi sorun yaratması, ‘post modern’ durumda yeni ilişki ‘dillerinin’ aranmasını mümkün kıldı. Modernliğin eleştirisi bu medeniyetin üzerine oturduğu zihniyet bileşimini kırdı. Otoriter zihniyet eleştirilirken, relativizm ‘bağımsızlığını’ ilan etti ve nitekim post modernizm adı altında uç noktalara kadar savruldu. Bu süreçte modernliğin klasik ideolojileri olan liberalizm ve sosyalizm de toplumsal talep ve tercihler karşısında aciz kaldılar. Söz konusu boşluk diğer olası iki zihniyetle, yani demokratlık ve ataerkillikle bir miktar dolduruldu. Diğer bir deyişle toplumsal konulara çözüm referansları aranırken bir yandan sorumluluğu, ötekiyle birlikte yaşamayı öne çıkaran yaklaşımlar makbul bulunmaya başlanırken, diğer yandan da dini temel alan arayışlar doğallaştı.

Kamusal alana birer norm üreticisi olarak giren bu iki ‘yeni’ zihniyetin ortak yanı heterojen ve çoğulcu bir toplum tasavvuruna sahip olmalarıdır. Dolayısıyla farklı kültür ve kimliklerin birlikte yaşamalarına yönelik ve birbiri ile ‘konuşabilecek’ değer sistemlerine sahipler. Kürt meselesi ise nedenleri itibarıyla tam da kimlik ve kültürün reddiyesine dayanmakta. Buna bağlı olarak muhtemel çözüm imkânları da yine kimlik ve kültür farklılığını adil ve eşitlikçi bir çerçeve içinde ele almayı sağlayacak bir değer sistemine muhtaç.

Eklemek gerek ki modernliğin eleştirisi bu ‘âlemin’ dışarıda bıraktığı veya dışarıda saydığı kimlik ve kültürlerde önemli bir özgüven sıçramasına neden oldu. Türkiye’de İslami kesimde bu özgüven 1990’ların ortasından itibaren görünür hale geldi ve kamusal alana çıkış imkânı yakaladı. Dolayısıyla Kürt meselesi gibi çetrefilli ve aynı zamanda ‘modernist’ devletle de çatışmayı ima eden bir barış arayışını gerçekleştirmeye niyet edebilecek bir İslami nesil ortaya çıktı. Diğer bir deyişle Türkiye’nin Müslümanları dünyadaki zihniyet ortamının değişimine kendi zaviyelerinden bir uyum çabası çıkardılar. Aynı süreçte Kürtler de benzer bir özgüven açılımı yaşadı. Bunda bizatihi silahlı mücadelenin payı epeyce abartılıyor. Oysa önemli olan Kürt siyasi hareketinin de dünyaya uyum yönünde gösterdiği çabadır. Buna Kürt toplumunun kendi kültürünü yeniden arama ve inşa etme arzu ve iradesini eklediğimizde, ortaya İslami ‘yeni’ bakışla senkron oluşturabilecek bir ‘yeni’ Kürt siyasi tutumunun nasıl olup da ortaya çıktığını anlamak zor değil.

Düşünün ki bütün bunlar aynı zamanda yeni bir küreselleşmeye de denk geldi. Ulusal sınırların anlamsızlaştığı, coğrafi bölgelerin ise özel anlam kazandığı bu durum hem Müslüman hem de Kürt kimlikleri için son derece rahatlatıcı ve davetkâr oldu. Çünkü her ikisi de ulusal sınırları zaten aşan kimliklerdi ve kültürel tahayyülleri itibariyle coğrafi bölgemizi içine alan kadim bir tarihin uzantısıydılar.

Böylece dünyadaki büyük zihniyet ve sistem açılımı karşısında ‘merkez’ ideoloji tıkanırken, İslami ve Kürt kimliklerinin taşıyıcıları kendilerine meşru bir hareket alanı buldular ve kendi bakışları doğrultusunda bir ‘birlikte yaşama’ modalitesi aramak üzere yola çıkabildiler.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.