ZAVALLI KEMAL BEY
Ahmet Altan-
23 Mayıs 2010 Pazar 14:02
Deniz Baykal’ın özel hayatına ait bir kasetin rezilce bir komployla medyaya sızmasından sonra birden “yenilik ve değişimi” çılgınca arzulayan bir CHP ile karşılaştık.
Bu baskıcı sistemin ve Ergenekon’un en sağlam savunucusu olan partideki bu “değişim” isteği gerçekten şaşırtıcı ve umut vericiydi.
Ama “nasıl değişecekler” sorusu da akla takılıyordu.
Cumhuriyet tarihinin en ciddi “rejim tartışmasının” yaşandığı, muhafazakârların, Kürtlerin, solcuların, Alevilerin devletten haklarını istedikleri bu dönemde, “Kemalist sistemin” partisi, nasıl bir parti olmak istiyordu?
Mütevazı, sakin, çelebi görüntüsüyle bir anda bütün ülkenin ilgi odağı olan Kemal Kılıçdaroğlu, Doğan Medyası’nı sevinçten hoplatan “rüzgârıyla” CHP’yi nereye götürecekti?
Özü, varlığı, temeli bu “sisteme” bağlı olan CHP’nin, “artık bu sistemi değiştirelim, daha demokratik bir ülkede, herkesin eşit olduğu bir düzende, özgürce yaşayalım” demesi, sistemi değiştirecek adımları desteklemesi, dahası o adımlara öncülük etmesi Türkiye’yi uçurup götürür, kısa zamanda büyük yol alınmasını sağlardı.
CHP’nin böyle bir parti olması çok zor da olsa, “umut etmek” her zaman iyiydi.
Üstünde kuşku bulutları uçuşan bir umutla bekledi herkes.
Sonra Kılıçdaroğlu konuşmaya başladı.
Televizyon konuşmalarında ilk işaretleri verdi.
Kurultay konuşmasında da partisinin ve kendisinin ana hedefini ortaya koydu.
Söylediği basitti.
Doğrudan yoksullara hitap ediyordu:
“Size biraz ekmek, biraz para verelim, siz bu sistemi değiştirmekten vazgeçin.”
Baykal’ın CHP’si, “yoksulun ekmeğiyle, parasıyla” ilgilenmeden, yoksula bir şey vaat etmeden, ordunun ve yargının gücüyle sistemi savunmaya çalışıyordu.
Kılıçdaroğlu, özgürlüğü verilmeyecek kitlelere, “esaret karşılığı” biraz ekmek sunma yüce gönüllülüğü gösteriyordu.
Kürtlere “iş bulunacak, Et ve Balık kombinaları” açılacak, Kürtler de buna karşılık “etnik kimliklerinden” vazgeçecekler, “ben Kürdüm, Kürt olmak istiyorum, eşit olmak istiyorum,” demeyeceklerdi.
Varoşlarda oturan “muhafazakârlar”, kendilerine bulunacak iş karşılığında kızlarının “başörtüsünü” sorun etmekten vazgeçeceklerdi.
Anayasa değişimine aynı Baykal gibi karşı çıkılacaktı.
Kemalist sistemle halk arasındaki büyük kavga, “Recep Bey” itişmesine indirgenecekti.
Ergenekon savunulacak, HSYK savunulacak, ordu ve yargı vesayeti savunulacaktı.
Kemal Bey, halka “dağıtacağı” işle parayı nereden bulacak tam bilemiyorum, ciddi bir kaynak açıklamıyor ama bu halk “biraz ekmek” rüşvetiyle bu sistem kavgasından caymaz.
Konuşmasında “Kürt” kelimesini bile kullanamayan Dersimli Kemal Bey, ülkenin nasıl bir mücadelenin içinde olduğunu sanırım pek fark etmiyor.
Türkiye, “ekonomik sistemini” seçme kavgasını Turgut Özal zamanında verdi ve “serbest piyasa ekonomisini” seçti.
O tercihi yaptığından bu yana milli gelirini de, ihracatını da arttırdı.
Bugün, “gelirini” daha da arttırmak için ekonomi tartışmasına girecekse, öncelikle “savunma giderlerini” gündeme getirerek girecek.
Ordu harcamalarını, silaha dökülen paraları tartışmadan, “ekonomiyi” tartışmak pek büyük bir anlam taşımaz artık, paralarımızın çoğu oraya gidiyor çünkü.
İşsizlik sorununu çözmek için de yatırımları “verimsiz alanlardan” verimli alanlara çekecek büyük sektörel değişimlerin projelerini hazırlamak gerekiyor.
Ekonomik sorunlar, “biraz para, biraz ekmek” çizgisinin çok ötesinde.
Ve, rejim mücadelesinin tam göbeğinde, köklü ekonomik projeler ortaya koymadan yapılacak “ekmek” konuşmaları, insanların dikkatini “tartışma konusundan” saptıramaz.
CHP, Kılıçdaroğlu’dan bir imkânsızı istiyor.
“Halkı kandır da şu sistem tartışmasından vazgeçsin, bugünkü sistemi devam ettirmemiz için bize oy versin.”
Zavallı Kemal Bey, nasıl çaresiz olduğunu yakında görecek.
Bilmiyorum, belki de şimdiden görüyor.
Onun en çekici yanı olan “politikacıya benzemeyen politikacı” duruşundan, ucuz bir polemikçiliğe kayan “politikacı kimliğine” dönmesi belki de bunu görmesinden.
Dürüstlüğü, “havuzlu evde oturmamak” düzeyine indirmesi ise iyice acıklı; dürüstlük iyidir ama dürüstlüğün ölçüsünü de “havuza” kadar düşürmemek gerekir.
Keşke Kemal Bey havuzlu villada otursa da bu ülkenin ezilen, kimlikleri, inançları inkâr edilen insanlarına sahip çıksa, daha dürüstçe bir davranış olur.
CHP’nin asıl sahibi gibi gözüken Önder Sav ve ekibi, eski düzenlerini sürdürmek için Kılıçdaroğlu’yu bir maske gibi kullanma eğiliminde anlaşılan.
Kılıçdaroğlu, 2010 Türkiyesi’nde rejimle hesaplaşmadan, darbecilerle dövüşmeden, tam aksine rejime ve Ergenekon’a sahip çıkarak lider olamaz.
Olsa olsa rejim muhafızlarının yüzünde bir maske olur.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.