ZANA’NIN SÖYLEDİKLERİ, KARAKOL BASKINI VE SURİYE İLE GERGİNLİK
Kemal Burkay
25 Haziran 2012 Pazartesi 08:30
Türkiye’de gündemin hızla değiştiğini söyleyenler haklı. Bu ülkede insan bir aksiyon filminde yaşar gibidir. Hele benim gibi İskandinav ülkeleri türünden sakin bir diyarda yarım ömür geçirdikten sonra dönmüşseniz.. Ama biz o ülkelerde yaşarken de, bir şiirimde söylediğim gibi, “tenimiz orada, gönlümüz burada” idi. Türkiye’de ve Kürdistan’da ne olup bittiğini günü gününe izliyorduk. Bu yönüyle şimdi, 32 yıl sonra karşılaştığım manzara hiç de şaşırtıcı değil.
Son bir hafta on gün içinde de gündem böylesine hızla değişti. Önce Leyla Zana’nın Hürriyet gazetesi ile yaptığı söyleşi büyük yankı yaptı. Ardından 8 askerin ve 31 gerillanın ölümüne yol açan Yeşiltaş Karakolu baskını geldi ve bu olumlu yankıyı bastırdı. Üç günden beri ise Suriye’nin düşürdüğü Türk savaş uçağı öncekileri bir yana itti ve gündemin ortasına yerleşti. Herkes şimdi ne olacağını soruyor: Türkiye-Suriye savaşı mı çıkacak? NATO ne yapacak?..
Türkiye son olay nedeniyle hop oturup hop kalksa ve bazıları Suriye’ye meydan okusa da savaş çıkacağını sanmıyorum. Çünkü Türkiye’nin askeri gücü Suriye’ye kolayca yetse de, savaşın bedelinin ağır olması bir yana, bu iş Türkiye-Suriye çatışmasıyla kalmaz, İran ve başkaları da devreye girer ve işin nereye varacağı belli olmaz. Bölgede tüm taşlar yerinden oynayabilir. Bu nedenle ben, Türk politikacılar nice atıp tutsalar, NATO’yu toplantıya çağırıp bu sorunu tartışsalar bile, ne onların ne de NATO’nun bu işi bir savaşa vardıracaklarını sanmıyorum. Belki Suriye üzerinde baskıyı biraz daha arttırıp Esat’ı Yemen türü bir çözüme zorlayacaklar.
Ben Yemen türü çözümün de bu saatten sonra Suriye sorununa derman olacağı kanısında değilim. (Yemen’e olmadığı gibi). Daha önce de birkaç kez dile getirdim: Bence Suriye sorunu bundan böyle, adına ister federasyon, ister otonom bölgeler deyin, ancak üç bölgeli bir sistemle çözülür: Sünni Arap bölgesi, Nusayri Arap bölgesi ve Kürt bölgesi…
Elbet, Sünni, Nusayri ve Kürt nüfusun yer yer iç içe geçtiği, özellikle de büyük şehirler bakımından demografik yapının çok daha karmaşık olduğu göz önüne alınırsa, böylesi bir çözüme ulaşıp yeniden normal koşullara dönmek –Irak örneğinde de görüldüğü gibi- kolay olmayacak. Ama bu saatten sonra başka türlüsü hiç olmayacak. Araya bu kadar kan ve nefret girdikten sonra Suriye’de salt Esat ailesini yönetimden uzaklaştırıp, belki serbest seçimlere gidip yeni bir parlamento ve hükümet oluşturarak iç barış sağlanabilir mi? Kanımca hem bunu yapmak, hem de söz konusu ülkenin başlıca etnik gruplarının yoğun biçimde yaşadığı bölgelere dayalı bir federasyon oluşturmak en gerçekçi olanı. Böylesi bir çözüm belki söz konusu tüm grupları tatmin ederek Suriye devletini ayakta tutabilir. Bu yapılamazsa bu kanlı iç savaş daha da büyüyüp yayılacak ve belki de Suriye tümden dağılacaktır.
Leyla Zana’nın yankı yapan söyleşisine gelince: Buna ilişkin olarak hem son günlerde yolda olduğum, hem de doğrusu, özellikle de sözlü açıklamalarım sık sık kırpılıp çarpıtıldığı için, Medya’nın buna ilişkin sorularına ayaküstü cevap vermekten kaçındım. Nitekim yazılı olarak Yeni Şafak gazetesine açıkladığım görüşlerim bile, herhalde gazetenin gönlüne göre olmadığı için, 21 Haziran tarihli Yeni Şafak’ta ancak iki-üç cümlesi verildi…
Bana göre Zana’nın görüşlerinde hem doğru hem yanlış değerlendirmeler var. Doğru ve olumlu bulduğum görüşlerinden biri, PKK’nın, Abdullah Öcalan yakalandıktan sonra bağımsızlık gibi temel bir talebini terk etmiş ve çıtayı çok aşağılara çekmiş olmasıdır. Zana bunu “Türk halkıyla birlikte yaşamaya evet demek ve yerel yönetimlerin yetkilerini genişletmek” olarak niteliyor. Öyle olunca da PKK’nın bunun için silahlı mücadeleyi sürdürmesinin artık gereksiz hale geldiğini söylüyor ve onu silahları tümden bırakmaya çağırıyor. Bu doğru bir tespit ve doğru bir öneridir. Ben de zaten uzun zamandır aynı şeyi söylemekteyim.
Kanımca bu hem Zana bakımından önemli bir değişimdir (çünkü daha birkaç ay öncesi PKK’nın silahlarını sigorta olarak nitelemişti) hem de BDP-DTP kesimi, elbet bir yönüyle de PKK bakımından önemlidir. Bazıları bunu bir kırılma noktası olduğunu söylüyorlar, bence de öyle.
Zana’yı bu değişime getiren etkenler konusunda değişik yorumlar var. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin telkinleri bunlar arasında. Bence en önemlisi hayatın gerçekleridir ve bu kapsamda kitlelerin savaştan bıkması ve barış istemesinin siyasiler üzerinde yarattığı basınçtır. PKK’nın yürüttüğü savaşın, geçmiş bir yana, özellikle de son dönemde anlamını tümüyle yitirdiği, Kürt halkına bir yararı olmadığı, tersine çözüm sürecinin önünde bir engel haline geldiği, görebilen herkes için ayan beyandı. Olan biteni Zana ve arkadaşlarının da gördüğüne kuşku yoktu. Ama kapalı kapılar ardında bu gerçeği dile getirirlerken kamuoyu önünde hep sustular veya farklı konuştular. Sanırım Zana’nın iç hesaplaşması sonunda onu konuşmaya itti. Zana bu eşiği aştı.
BDP Eşbaşkanı Demirtaş başta Zana’yı sert biçimde eleştirdi. Ama çok geçmeden kendisi de, özellikle Dağlıca-Yeşiltaş Karakolu baskınının ardından PKK’yı silahlı eylemleri tümden terk etmeye çağırdı. Ötekilere gelince en azından sustular ve bu da bir bakıma Zana’yı dolaylı onama anlamına gelir.
BDP kesimi bakımından yanlışı savunmak bundan böyle kolay olmayacak. Bu, havanın artık değiştiğini, rüzgarın başka yönden estiğini ve PKK’nın altındaki zeminin kaydığını gösteriyor.
Bu durumda PKK’nın silah bırakmasının yakınlaştığını söylemek kanımca bir kehanet değil. Ama PKK’nın silah bırakması ve böyle bir durumda doğal olarak askeri operasyonların da durması, siyasetin işini kolaylaştıracak olsa da, elbet tek başına Kürt sorununun çözümü demek olmayacak, onu sona erdirmeyecek. Sorunun sona ermesi, Kürt halkının tüm temel haklarını tanımaya bağlı. Bu da adil bir çözümü, eşitlik temelinde bir çözümü gerektirir.
Leyla Zana’nın Hürriyet’le yaptığı söyleşide dile getirdiği diğer bir görüş, Erdoğan’ın ve partisinin güçlü olduğu ve isterse Kürt sorununu çözebileceğidir. Zana ayrıca, bu konuda Erdoğan’a güvendiğini ve onun Kürt sorununu çözeceğine inandığını da söylüyor.
Erdoğan ve hükümetinin seçimlerde halktan sağladığı yüzde 50 oranındaki destek elbet başlı başına önemlidir. Bunun yanı sıra AK Parti hükümeti darbe girişimlerini savuşturarak, darbecileri cezaevine doldurarak, askeri vesayeti oldukça geriletti ve attığı öteki adımlarla yargı vesayetini de giderdi. Bu Erdoğan’a ve hükümetine önemli bir güç kazandırdı. Erdoğan geçmişte TRT Şeş’i açmak gibi cesur adımlar da attı. Böylesi güçlü bir hükümet isterse elbet Kürt sorununu çözmek için köklü adımlar atabilir. Ama Erdoğan ve Partisi buna hazır ve istekli mi? İşte bu tartışılır. Geçmişte, açılım sürecinin başında kendilerinin böylesine, Kürt sorununun çözümüne elverir ciddi bir projesi yoktu, kanımca bugün de yok. Üstelik Erdoğan’ın son dönemdeki söylemleri, örneğin, Kürt sorununun artık bittiğine dair açıklamalar ve tüm olup bitenlerden sonra Kürtlere ancak haftada iki saatlik seçmeli dersin uygun görülmesi vb. umut kırıcı.
Kürt dili ilkokuldan üniversiteye kadar eğitim dili haline gelmeden, kamu alanı da dahil, hayatın her alanında serbestçe kullanılmadan, Kürtlere çoğunlukta oldukları bölgede, yani Kürdistan’da kendi kendini yönetim hakkı tanınmadan (bu eşitlik temelinde bir federasyon, en azından Qebek türü geniş bir otonomi olmalı) bu sorun nasıl çözülecek?
Bu ise köklü ve cesur adımlar atmayı gerektirir. Erdoğan ve Partisi böylesine adımları atabileceklerinin işaretini veriyorlar mı, buna hazır ve istekliler mi? Keşke olabilseler. Ne var ki hiç de bunun işaretleri yok, ama tersi işaretler birhayli var. Öyle olunca da ben bu konuda, Erdoğan’a tam bir güven kredisi açan Zana kadar iyimser değilim.
Bence Ak Parti’nin her yaptığına karşı olmak, olumlu adımlarına destek olmamak yanlış olduğu kadar, böylesine bir sınırsız güven de yanlıştır. Hayalci olmayalım. Hükümetin atabileceği olumlu adımları elbette destekleyelim, onu bu doğrultuda teşvik edelim; ama bilelim ki Kürt halkının özgürleşmesi her şeyden önce onun mücadelesine bağlıdır. Bu mücadele de doğru bir kanalda kitlelerin gücünü birleştirerek sağlanabilir.
Silahların susması, siyasetin yolunun açılması bu bakımdan kendi başına önemlidir. Bu Kürt siyasal hareketini hem PKK’nın vesayetinden kurtaracak, hem de devletin baskıları ve ayak diremesi için var olan bahaneleri ortadan kaldıracaktır. Halkımızın barışçı yöntemlerle dile getireceği haklı taleplerin hem Türk, hem dünya kamuoyunda daha çok destek bulması mümkün olacaktır. Kürt halkının özgürleşmesi gibi Türkiye’nin bir bütün olarak demokratikleşmesi de buna bağlıdır.
Son dönemde bir parça canlanan silahları susturmaya yönelik girişimleri ve diyalog umutlarını bir bakıma sabote eden Dağlıca-Yeşiltaş karakolu baskınına gelince, kanımca bu da önceki benzer olaylarda olduğu gibi, çözüm istemeyen, çatışmaya koşullanmış ve bundan siyasi ve ekonomik rant sağlayan kesimlerin işi. Bu tür çözüm karşıtları ve çatışma yanlıları hem içeride, hem dışarıda var. Son dönemde İran ve Suriye’nin buna yönelik tutumu ortada. Belli ki bunlar Türkiye’nin böyle bir çatışmayla oyalanmasını kendileri açısından yararlı buluyorlar. Bunların yanı sıra böylesi bir çatışmadan yarar uman başka dış güçler de olabilir. Bizzat bu ülkede, gerilim ve istikrarsızlıktan yarar uman odaklar olduğunu, bunların bir elinin de PKK içinde olduğunu biliyoruz.
Belli ki bu tür odaklar sonuna kadar direnecekler, yumuşama ve barış yönündeki her adımı boşa çıkarmak, ortalığı yeniden germek için ellerinden geleni yapacaklar. Onların direncini boşa çıkarmak için barış ve çözüm yanlıları kararlı olmalı. Bu ise Kürt sorununun adil çözümünden geçer. Kürt halkının haklı taleplerini karşılayacak düzenleme yeni anayasaya ve tüm yasal sisteme yansıtılmalı, buna uygun pratik adımlar kararlıca atılmalıdır. Bu, “terör” denen şeye bir ödün değildir. Kürt halkı eşit halklar talep ediyor. Bu hak ve özgürlükler zaten onun hakkıdır ve zaten hiçbir şiddet ve zorlama olmadan sağlanması gerekir. Ama yıllardır bu talepler karşılanmadığı, hak ve özgürlük istemlerine baskı ve şiddetle karşılık verildiği için ülke bir şiddet ortamına itildi. Ülkenin şiddet ortamından çıkması da sorunun gerçekçi ve adil bir çözümüne bağlıdır. Bu yapıldığı zaman, şiddeti çözüm için bir yöntem olarak görenlerin ya da başka niyetlerle, kendi hesap ve çıkarları için şiddetin sürmesini isteyen, bu nedenle her türlü provokasyona başvuran odakların dayandığı zemin çökecek, ülke barışa ve demokrasiye ulaşacaktır.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.