22 Kasım 2024
  • İstanbul11°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir18°C
  • Berlin2°C

'ZAMAN' YAZARI KURUCAN'DAN BİR TAHRİFAT ÖRNEĞİ

Abdullah Can

07 Ekim 2013 Pazartesi 14:45

5 Ekim 2013 tarihli Zaman Gazetesi'nin yorum sayfasında "Haktan Nazar Oldu Bana" başlıklı yazı yayınlandı. Yazının yazarı Ahmet Kurucan, Said-i Nursî'ye ait bir metni keyfince sadeleştirerek tahrifata başka bir açıdan destek sunmuştur. Adı geçen makaleye, Said-i Nursî dahil, 5 kişiden (Fethullah Gülen, Bediüzzaman (Said-i Nursî), Necip Fazıl Kısakürek, Efe Hazretleri ve Yunus Emre) alıntı yapılmıştır. Bütün alıntılarda, orijinal ifadelere sadık kalmışken, her ne hikmetse, Said-i Nursî'den yaptığı ikinci alıntıyı bozmuştur. Sadeleştireyim derken, yaptığı tahrifatı "çifte standart" olarak algıladığım için, cevabî bir yazıya kendimi mecbur hissettim. 

Gerek Sayın Kurucan, gerekse mensubu olduğu hareket çok iyi biliyorlar ki Risale-i Nur'a gönül vermiş çevrelerin bu tür tasarruflara rızası yoktur; yapılan sadeleştirme teşebbüslerinden gayet rahatsızdırlar. Buna rağmen bu teşebbüslerin layüs'elce ve pervasızca devam etmesi ve büyük bir kitlenin rahatsızlığını kaale almamaları, teessürümüz kadar teessüfümüze de sebep olmaktadır. Üzüntülerimizi uygun mekânlarda şifahî olarak dillendiriyoruz; ancak yazılı alandaki tahrifatların devam etmesi, çarnaçar bizi de karşı yazılara mecbur ediyor.  

Bilindiği gibi, ta evveliyatından beri sadeleştirme konusunda gerekli ikazlar yapılmıştır. Üstad'ın hayattaki talebeleri, müdahil çevrenin en yetkili şahsına mektuplar göndermiş; ısrarla bu tür çabalara son verilsin denilmiştir. Ne var ki, yapılan ikazlar kulak ardı edilmiş, ricalara beş para ehemmiyet verilmemiştir. Yani, sadeleştirme teşebbüslerine aralıksız devam edilmiştir. Maddi güç ve servetin iktidar olduğu vasatlarda, iman ve ihlâsın da fayda vermeyeceğine bir kez daha şahit olduk; oluyoruz. Her ne ise... 

Ahmet Kurucan, söz konusu yazısında, Said-i Nursî'nin "Lemaat" adlı kitabından alıp yazısına aktardığı bir paragrafı, sadeleştireyim derken, paragrafın bütünlüğündeki söz ahengini ve akıcılığını bozmuştur. "Buna niçin gerek duydu" demeyeceğim, çünkü yukarıda da değindiğim gibi, kendisi de sadeleştirmeyi şiar edenlerdendir. Kendi konumunu belirlemiş olanları zorlayacak halimiz yok, ancak bazı tavsiye ve tenkitlerde bulunmayı da boynumuza borç biliyoruz. Kendi hürriyetini kullanırken, başkalarının hürriyetine de saygı duymalıdır diye hatırlatmak isteriz. Yani Üstad hayatta değildir diye, onun eserlerine "yağmalık" ya da "ganimet" gözüyle bakılmamalıdır, demek istiyorum. 

Sözüm ona, kendisini "sadeleştirme karşıtı" olarak piyasaya sunan Ahmet Akgündüz, kendi özel sitesinde güya "Cemevi-Cami Projesi"ne muhalefetini dillendirirken, yazısını Üstad'ın "Dördüncü Lem'a"sının sonunda geçen bir paragrafla noktalamış. Ama ne noktalama!... Paragrafı hem sadeleştirmiş, hem de kimseye çaktırmadan kendi zihniyetini Üstad'ın anlayışıymış gibi paragrafın içine serpiştirmiş. Yani Kurucan'ın tahrifatından daha vahim... İşte sabrımı taşıran asıl neden, bu iki tahrifatın üst üste gelmesi ve hemen akabinde 07.10. 2013(bugün) tarihli Zaman gazetesindeki sadeleştirilmiş “Sözler” kitabının reklamıdır. Demek “Lem’alar”ı sadeleştiren malum çevre, inadına sadeleştirme tahrifatına devam ediyorlar. Her ne ise, bizim vazifemiz Nurlar’ın hukukunu savunmaktır... 

Bakın, Akgündüz Said-i Nursî'nin söz konusu yazısını nasıl değiştirmiş: 

"Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet vel-Cemâat! Ve ey Âl-i Beyt'in muhabbetini kendilerine meslek edinen Alevîler! Çabuk bu manasız ve hakikatsiz, haksız ve zararlı olan tartışmaları aranızdan kaldırınız. Yoksa geçmişte komünizm ve dinsizlik cereyânı, birinizi diğeri aleyhinde kullandığı gibi, bugün de vatan ve millet düşmanları, vatanımızı ve milletimizi bölmek için, birimizi diğeri aleyhine kullanabilirler. Hepimiz de ehl-i tevhîd olduğumuzdan, kardeşliği ve birliği emreden yüzlerce kudsî bağ aramızda varken, ayrılığı gerektiren cüz`î meseleleri bırakmak elzemdir."

Akgündüz'ün "Bediüzzaman söylemiştir" dediği yukarıdaki örnek paragraf, işin ehli olanlarca malumdur ki, sadeleştirilmiştir. Altı çizili iki satır ise, tamamen Akgündüz’ün kendi uydurmasıdır. Bir başka ifadeyle, Bediüzzaman’ı keyfince konuşturmuştur. Aslını merak edenler, “Dördüncü Lem’a”nın tam sonuna bakabilirler... Allah'ın ayetlerini sû-i tevil eden “ulema-i sû” ve hadis uydurucusu “kezzablar” ortalıkta cirit atarlarken, neden Risalelerin tahrifatçıları olmasın ki? 

Gelelim Ahmed-i Sani, Kurucan Bey’in sadeleştirme teşebbüsüne: 

Arz ettiğim gibi, Kurucan’ın, “Lemaat” kitabından yazısına aktardığı ifadeyi, sadeleştireyim derken, Bediüzzaman’ın ifadesindeki tatlılık ve akıcılığı tümden bozmuştur. Üstelik kendisinin "şiirimsi bir dille" diye aktardığı bu metnin şiirimsi ahengini tarumar ederek... Doğrudur, Lemaat kitabı için Said-i Nursî “Risale-i Nur şâkirdlerine küçük bir mesnevî ve îmânî bir divandır” demektedir; dolayısıyla dili şiirseldir. Ancak Ahmet Kurucan, yaptığı sadeleştirmeyle bırakın o şiirsel özelliği koruma, tam aksine nesre bile benzetememiştir. İsterseniz, kendisinin sadeleştirmeyle tahrif ettiği metnin sadece bir kısmını verip orijinaliyle karşılaştıralım; hangisinde şiirimsi eda var, siz karar verin: 

Kurucan’ın sadeleştirdiği kısım: 

"Bir Peygamber nazarı,
birdenbire dönüştürür;
cahil bir bedeviyi, münevver bir arife.
Eğer ölçü istersen;
İslam'dan evvel Ömer, İslam'dan sonra Ömer..."
 

Dikkate edilirse, cümlelerin dizilişinde hiç bir şiirsel halâvet ve akıcılık yoktur; üstelik nesre de benzetememiştir; birazcık serbest şiir gibi... 

Şimdi de orijinalini verelim; yani Said-i Nursî’nin sinesinden kalemine döküldüğü gibi: 

"Bir nazar-ı Peygamber,
birdenbire kalbeder;
bir bedevi cahili, bir ârif-i münevver.
Eğer mizan istersen:
İslâm'dan evvel Ömer, İslâm'dan sonra Ömer..."

Sözün güzelliği ve ahenkliliği itibariyle orijinal metnin "sadeleştirilmiş" metinden ne kadar hoş, tatlı ve akıcı olduğu ortada... O halde hangi münasebet ve hangi saikla bu tahrifatı yapıyorsunuz?   Kusura kalınmasın, sizin sadeleştirme adına ihdas ettiğiniz bu ifade şekli, orijinal metne göre iğreti ve pejmürde bir görüntü arz ediyor. Onun ötesinde, bu nahak ve naehilce teşebbüsler, bana “Onuncu Mes’elenin Bir Hatimesi” serlevhalı yazısında Bediüzzaman’ın dile getirdiği şu cümleyi hatırlattı: 

“Muannid bir zındık Kur'ana karşı sû'-i kasdını tercümesiyle yapmağa başlamış ve demiş ki: "Kur'an tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin. "Yani, lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun, diye dehşetli bir plân çevirmiş.”  Bila teşbih, bir zamanlar Kur’an üzerinde oynanılmaya çalışılan oyunun bir benzerinin, bugün onun tefsiri üzerinde oynanılmaya çalışıldığına tanık olmaktayız. Bu suikasta bütün Nur Talebeleri ve dostlarının engel olması gerekir. Sahibinin ve Nurların şahs-ı manevisinin rızası haricinde yapılan bu sadeleştirme tahrifatına evet dememiz asla mümkün değildir ve olamaz. 

Şayet bu sadeleştirme gayreti, sırf ibare anlaşılsın, umuma mal olunsun gibi halisane bir niyetle ise –ki Gazete’deki reklamda da kullanılan slogan “Anlamayan Kalmasın!” şeklindedir– o da gereksizdir. Zira Nurların daha çok rahle tedrisatıyla intişar ettiği bir gerçektir. Risale-i Nur mensuplarının neredeyse tamamına yakınının bu tedrisattan geçtiği hepimizin malumudur. Yani; belli bir zaman diliminde sohbetlere gidip gelinerek, Nurların diline aşina olunarak intisap edilmektedir. Doğrudan kitapevlerinden Risaleler satın almak şeklinde bağlanan çok az insan vardır. O halde, birilerini bu sun'i ve zorlamalı yollara sevk eden saik nedir? Neden Nurları tabii halinde bırakmıyorlar? 

Kurucan Bey’in; "Üstad" unvanını verdiği Necip Fazıl ile mensubu bulunduğu Fethullah Gülen Hoca'nın nasıl ki ibarelerine dokunulmuyorsa; "şu kelimeyi şöyle çevirelim, şu cümle biraz ağırdır, anlaşılmıyor, bu günkü Türkçeye çevirelim" denilmiyorsa, Said-i Nursî'nin de ibarelerine karışılmamalıdır; değiştirmemelidir. Mesela Kurucan’ın yazısında geçen Fethullah Gülen Hoca'nın "Ulemâ-i amilîn u muhlisîn ve evliyâ-i kâmilîn... teveccühleri muhlisâne ve ihatalı, arkalarındakilere nazarları da -biaynillah- müessirdir" ifadesine dokunulmuş mudur? Bazı ibarelere "kutsal metinler" nazarıyla bakıp bazılarını da orta malı kabilinden değerlendirmek, her türlü tasarruf ve müdahaleye açık görmek doğru bir yaklaşım değildir. Bir mü'mine çifte standart yakışmaz. 

Hâsılı: Şahsî tavsiyem, tıpkı Efe Hazretlerinin beyitlerinde yapıldığı gibi, bu günkü Türkçesinin parantez içine alınmasıdır. Böylece, çeviri hatası çevirmene mal olur; Üstad'ın ifadeleri haleldar olmaz. Yok, bu yapılmayacaksa, bir başka alternatif; müellifin ismini zikretmez, ibarelerini sahiplenir; sonrasında da istediğiniz kalıba sokarsınız, sonuç yine intihal edeni sorumlu kılar. Aksi takdirde, hem ismini zikredeceksiniz, hem cümlelerine müdahale edecekseniz, bunun kabul edilir tarafı olmaz. Buna kimsenin hakkı yoktur. Üstad'ı keyfince konuşturmak ne kadar yanlışsa, onun ibarelerini değiştirerek kendine benzetmek de bir o kadar yanlıştır. Zira sun'i kara gözlülük hiçbir zaman fıtrî kara gözlülüğün yerini alamaz. 

"Bu dürûs-u Kur'aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri, –ulûm-u imaniye cihetinde– yalnız yazılan şu Sözler'in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir... Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa; soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklidçilik hükmüne geçer." cümlesiyle, Bediüzzaman'ın ne dediği iyi anlaşılmalı. Kurucan dahil, hiç birimiz bu "soğuk muaraza"nın tarafı olmamalıyız. 

Risale-i Nur'daki bütün tasarruflar Üstad'ın zamanında yapılmış olup ikmal edilmiştir. O günlerde değiştirilmesi gereken kelimeler, cümleler; çıkarılacak veya ilave edilecek paragraflar, metinler Üstad'ın şahsî tasarrufuyla ya da izin verdiği bazı talebelerince yapılmış; bitirilmiştir. Yazılan, tüm Risaleler bizzat Üstad tarafından son bir tashih ve rötuştan geçirilerek o şekilde teksire gönderilirdi. Onun için "müdahale" devri kapanmıştır. Bu gün için her müdahale bir bid'at gibi telakki edilecektir; edilmelidir. Osmanlıca orijinal(tashihli) nüshalar ortada dururken, Nurların damenine el uzatan her namahrem elin vicdan-ı umumîde mahkûm olacağı unutulmamalıdır. Durduk yerde dâhilî sadeleştirme adına yürütülen bu operasyonun Nur Camiasında ika edeceği fitne ve bu fitneden mütevellit tartışmaların, tenkidlerin, suizanların ve nihayette ihtilafların vebaline hiç kimse katlanamaz. Hâl-i hazırda yaşanılan kaosun müsebbipleri kimlerdir, iyi düşünmelidirler!. 

Sözün bittiği noktada olmayı çok isterdim; ancak güçlü ve servetlilerin haklı olduklarını dayattığı bir dünyada, henüz sözün bitmediğine kaniyim. Zira haklı olanların güçlü olduklarını hatırlatmaya her zaman ihtiyaç vardır. Bu vesileyle yazıma son verirken, şirazeden çıkmış tahrifatçılara karşı uyanık olmamız dileğiyle...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.