23 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır12°C
  • Ankara17°C
  • İzmir10°C
  • Berlin4°C

ZAMAN HIZLANDI

Nabi Yağcı

30 Eylül 2010 Perşembe 13:53

Sanırım hepimiz farkındayız, yılların baskısı altında sıkışmış sorunlarımız birbiri ardına reel siyasetin gündemine geliyor, sanki sökün ediyor. Anadilde Kürtçe eğitim tartışılıyor. Demokratik özerklik meselesi kenarından köşesinden üzerine laf edilen mesele halini alıyor. Türban yeniden konuşulur oluyor. Bunlar tartışma gündemine girerken silahların susması, çatışmasızlık halinin uzaması için hem içerde hem bölgede siyasi trafiğin hızlandığını görüyoruz. Bu arada yavaş yavaş yeni anayasa üstüne tartışmalar da ısınıyor.

Sersemletici bir tempo bu. İnsanın “teker teker gelin” diyesi geliyor. “Şimdi bu da nereden çıktı, zamanı mıydı” dediğimiz de oluyor. Fakat böyle bir lüksümüz yok. Dünden bugüne gelen, bastırılmış olduğu için çözülmeden kalmış olan sorunlar tencerenin kapağını attırdı ve bir sıra gözetmeksizin reel siyasetin gündemine düşüyor. Hepsini konuşmak, hepsini tartışmak durumundayız. Yeter ki en son söylenecek sözleri en başta söylememeyi, “olmaz” diye kestirip atmamayı artık öğrenmiş olalım.

Sorunları tartışmakla çözümlerini birbirinden ayırmak da gerek. Her şeyi tartışabiliriz ama çözümler elbette adım adım, taş üstüne taş koyarak olacak. Yılların birikmiş sorunlarının bir çırpıda çözümü olanaksız. Buna karşın çözümlerin iç içe geçtiğini de görebiliyoruz sanırım. Silahların susması, çatışmasızlığın uzaması ile barışın inşası, barış ile anayasa meselesi, anayasa meselesiyle anadilde Kürtçe eğitim meselesi birbirine neden sonuç ilişkileriyle bağlı. Bir taş yerinden oynadığı zaman öbürü de oynuyor. Kısacası zaman hızlandı.

Kemalist Cumhuriyet’in hemen öncesinin ve hemen sonrasının sorunları duruyor önümüzde. Anadolu’da farklı etnik toplulukların, halkların, , farklı din ve dillerin, farklı medeniyetlerin bir ebru stilinde birarada yaşadığı bir sosyolojinin, tek dil ve tek etnisiteye ve tek inanç sistemine dayalı katı merkezci bir ulus-devlet içine, yani bir cendere içine sokulmuş olmasının sorunlarını yaşıyoruz bugün. Bu temeli görünce sorunlarımızın ve çözümlerinin neden iç içe girdiğini de kavramak zor olmuyor. Kazanı kaynatan bu tarihsel sosyolojik gerçekliktir.

Geçen yazımda Kürt sorununun mahiyetini doğru anlayabilmek için doğru sorunun “Kürtler niye isyan ettiler” sorusu olduğunu söylemiştim. Yanıtını ancak tarihin izini sürerek bulabiliyoruz. Yalnızca buna işaret amacıyla 1514 Amasya Antlaşması’na işaret etmiştim. Amacım Kürt sorununun asıl muhtevasına yani Kürtlerin “özerklik” haklarının ellerinden alınmış olduğu olgusuna işaret etmekti, ayrıntıya girmemiştim. Fakat bir okurum benden bu antlaşma üstüne bilgi ve kaynak istedi.

Bu istek geçmişi düşündürdü, 1960’ları 70’leri. Kürtlerin, Ermenilerin tarihi veya resmî tarih dışında gerçek tarihe ilişkin bilgiler, bu bilgilere ulaşacağımız yasal kaynaklar yok denecek kadar azdı. Bugün ise neredeyse her gün ezberleri bozan, tarihi aydınlatan gerçek bilgiler sökün ediyor. Hayli zengin bir literatür var. Fakat sorun şu ki, bu bilgileri popülerleştirerek kamuoyuna, gençlere iletmek için çabalar son derece yetersiz. Günlük siyasetin polemikleri çok daha cazip geliyor insanlara. Bu okurum için söylemiyorum ama kendi etrafımdan iyi biliyorum “Kürt sorunu nedir” diye sorduğumuzda akla 30 yıldır süren savaştan başka bir şey gelmiyor. Yani gerçek nedenler bilinmiyor. Bu bilgisizliğin sonucu ise siyah beyaz düşünce ve kutuplaşmadır. Yeri gelmişken bizim gazete Taraf’ta tarihî gerçekleri popülerleştiren Ayşe Hür’ün bu çabasının önemine işaret etmeliyim. Emekleri boşa gitmiyor.

Okurumun iletisine yanıt için yerimin kısıtlılığı nedeniyle ayrıntısına girmeden şunları söyleyebilirim: Sözünü ettiğim 1514 Amasya Antlaşması Çaldıran Savaşı öncesinde, Sultan Selim’in Safavi Devleti’nin (Şah İsmail) Anadolu içlerine doğru genişlemesini durdurabilmek için Sünni-Şafii olan Kürt beyleri ile yaptığı antlaşmadır. Bu antlaşmayla Kürt beyleri Osmanlı tebası içine girmeyi (vasallık) kabul ediyorlar, buna karşın Osmanlı ise onlara özerklik tanıyor. Osmanlı iç işleyişlerine karışmayacak, aşiretlerin kendi içlerinden seçtikleri beyleri tanıyacak ve beyliğin veraset yoluyla el değiştirmesini kabul edecekti. Kuşkusuz antlaşma maddeleri bu kadar değil ama şimdilik bizi ilgilendiren yanı bu kadar.

Değindiğim konuyla ilgili olarak okurum şu kaynaklara başvurabilir: 1) Ahmet Özer, Beş Büyük Tarihi Kavşakta Kürtler ve Türkler, Hemen Kitap, İstanbul 2009. 2) Naci Kutlay, 21. Yüzyıla Girerken Kürtler, Pêrî Yayınları, İstanbul 2002. 3) M.S. Lazarev, Ş.X. Mihoyan, E.İ. Vasilyeva, M.A. Gasratyan, O.İ. Jagalina, Kürdistan Tarihi Avesta Yayınları, İstanbul 2007.

Tarihten bugüne gelirken bugünü daha yakından ilgilendiren mesele ise Osmanlı’dan başlayarak devletin özerklik haklarını Kürtlerden geri alırken nasıl bir tasfiye politikaları izlediğidir.

 O da gelecek yazıya kalsın.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.