YOLSUZLUK YA DA DARBE BİR İKİLEM DEĞİLDİR
Ahmet İnsel
04 Mart 2014 Salı 09:40
Savcıların yolsuzluk soruşturması çerçevesinde dinlendiği anlaşılan Bilal Erdoğan’ın telefon kayıtlarından örnekler her gün parça parça internet ortamında yayımlanıyor. Bunların yayımlanmasının soruşturmanın gizliliği ilkesini alenen ihlal ettiği tartışılmaz bir olgu.
Masumiyet karinesini de ayaklar altına aldığına şüphe yok. Yıllardır kendisi için siyasal tehdit kaynağı olarak gördüğü ve susturmaya, tasfiye etmeye çalıştığı kişi ve çevreler için uygulandığında iktidar partisi sözcüleri ve medyasının karşı çıkmadıkları bir uygulama bu. Geçmişte bu uygulamaları savunanların bir kısmı şimdi ortaya dökülenlerin yok hükmünde sayılmasını pişkinlikle talep ediyor. Geri kalanı ise Erdoğan Limited’in ortaklarının irtikap (“Bakana söyledim, tahsisi yapacak” konuları) ve rüşvet (“Sakın eksik alma, nasıl olsa kucağımıza düşecek” veya “Bu zekât mı, diğer türlü mü?” konuları) eylemleriyle ilgili soruşturmaların bütünüyle masum, sadece kamu yararını düşünen polis ve savcıların faaliyetlerinin neticesi olduğuna inanmamızı istiyor.
Ortada birbirini dışlamayan iki somut gerçek var. Birincisi, 14 ay önce Zarrab’ın izlenmesi üzerinden başlayan yolsuzluk soruşturması, büyük bir irtikap ve rüşvet şebekesinin ilişkilerini somut biçimde ortaya koyuyor. Ortaya dökülen dinleme belgelerinin sahte olduğunu iddia ederek savuşturulamayacağını anlayan ve Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarını her ne olursa olsun korumaya kararlı olanlar, “Doğru olsa da inanmam” diyorlar. Ya da evde para saklama kültürü ve geleneğini öne sürerek sarsıntıyı etkisiz kılmaya çalışıyorlar. Artık söylediklerini dinleyerek, bunları tartışarak kendilerini ciddiye almanın pespayeliklerine ortak olmak anlamına geldiği, düşülecek en acıklı hale düşmüş durumdalar.
Diğer taraftan, operasyonun Zarrab’la doğrudan ilgili olmadığı, soruşturmayı yapanların bunu hükümetin devrilmesini sağlamak amacıyla hareket ettikleri iddiası da yolsuzlukların gerçek olduğu kadar gerçek. Ne eksik ne fazla. Bu operasyonu düzenleyenlerin, AKP iktidarının müttefiki oldukları dönemlerde hangi yolsuzluk soruşturmalarını elbirliğiyle nasıl hasıraltı ettiklerini, muhalif belediyelerle ilgili en küçük uygulama hatasını yolsuzluk diye nasıl şişirip, siyasal tasfiye operasyonları yaptıklarını biliyoruz. Bir polis, savcı ve yargıç şebekesi, bazıları bütünüyle hayal mahsulü suçlamalarla ve kanıtlar yaratarak, hedef kamu kurumları içinde alan boşaltma ve istenen adamları yerleştirme operasyonları yürüttüler. Buna cemaat medyası destek verdi. Casusluk davası bunun zirve noktasıydı. Balyoz davasında şimdi beraatını Yargıtay’ın istediği yıllarca tutuklu kalmış olanlar da keza. TÜBİTAK’ın cemaat tarafından ele geçirildiği iddiası kaç yıl önce haykırıldı. Bunlar, bu kurumlardan sorumlu bakanların bilgisi ve onayı dışında yapılmadı.
İçinde olduğumuz vahim istikrarsızlık ortamını yaratan nedenlerin oluşması, güçlenmesi ve olgunlaşması konusunda, Erdoğan hükümetleri ile Cemaat yıllarca işbirliği içinde hareket etti. AKP hükümetleri, çok yakın bir tarihe kadar, aldıkları hizmetlerin karşılığında kamu kurum ve kuruluşları içindeki kadrolaşmaya sadece göz yummadı, bunun koşullarını oluşturdu. Ve şimdi istikrarsızlık kuvveden fiile çıktı. Bundan böyle Erdoğan Ltd. iktidarda kaldığı sürece Türkiye’deki siyasal, toplumsal ve iktisadi istikrarsızlığın en önemli nedeni olacaktır. Bu gerçeği seçimlerden başarıyla çıkması değiştirmeyecektir. Ölümcül olabilecek bir yara almış ve kendini savunmaya odaklanmış muktedirin saldırıları istikrarsızlığı pekiştirecektir.
Diğer taraftan, devlet içinde organize gücünün boyutları bütünüyle ortaya çıkan Gülen Cemaati’nin sorumluluğu da sadece istikrarsızlığın açığa çıkmasıyla sınırlı değildir. Hem bu istikrarsızlığın koşullarının oluşumuna aktif katkısı olmuştur. Hem de bundan sonra haldeki örgütlü yapısıyla varlığını devam etmesi sürekli bir istikrarsızlık etmeni olacaktır.
Darbe girişimi karşısında kendini savunan meşru hükümetin yanında olmak ya da yolsuzlukları ortaya çıkaran saf ve masumane bir soruşturma teşebbüsünü gözü kapalı savunmak olarak sunulan ikilem bir tuzaktır. Bu ikilem dışında seçenek olmadığını iddia edenler, devletleşmiş parti veya iktidara hâkim cemaat rejimleri dışında bir siyasal alternatifin olmadığını söylemiş oluyorlar. Her iki durumda derinleşecek istikrarsızlığın aynı zamanda toplumda yeni bir demokratikleşme talebini hızla büyütmesi ihtimalini ise dikkate almak bile istemiyorlar. Türkiye toplumunu aşağılıyorlar.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.