YOL AYRIMI
Aslı Aydıntaşbaş
05 Ocak 2012 Perşembe 00:20
Türkiye’yi iyi tanıyan önemli bir diplomat, bir keresinde cümle ortasında “Ve tabii siz normal koşullarda dahi krizden krize atlayan bir ülke olduğunuz için...” diye bir ifade kullanmıştı. Hiç unutmadım.
Ankara’da her zamanki gibi kriz, hem zamanki gibi sersemletici bir ‘görüşme trafiği’ var. 24 saat içinde Cumhurbaşkanı Başbakan’la, Başbakan Genelkurmay Başkanı’yla, sonra Cumhurbaşkanı MİT Müsteşarıyla, MİT Müsteşarı Başbakan’la falan görüşüyor. Konular değişse de sorunları krizler üzerinden çözme refleksi hep aynı.
Bu seferki krizde, Uludere, terörle mücadele, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve gittikçe ayyuka çıkan ‘iktidar bloğundaki ayrışma’ meselesi, tek bir sorun yumağına dönüşmüş vaziyette.
Neyse ki Türkiye’nin kalanı, bu üst düzey siyasetçi-asker-bürokrattan oluşan en fazla 5000 kişilik Ankara ahalisinin sürekli yüksek tansiyonla koşuşturma durumuyla pek ilgili değil. Uzaktan bakınca, büyük resmi daha iyi görüyorlar.
O büyük resim de net. Türkiye bir yol ayrımında; ya demokratikleşme/iç barış vagonunu yeniden yakalamayı ya da daha da otoriterleşmeyi seçecek. Ya Avrupa ya da Rusya istikametinde.
Hangi yolun seçileceğini, ne olacağını sembolik olaylardan anlayacağız. Örneğin, ya hükümet dün Vatan’da Bilal Çetin’in yazdığı gibi BDP’yi (ya da liderlerini) yasaklama yoluna gidecek, ya da bir hafta önce Avni Özgürel’in Radikal’de önemli kaynaklarla konuştuktan sonra altını çizdiği gibi, Kürtçe seçmeli ders, genel af, yerel reform gibi seçenekleri olan bir Açılım/Anayasa paketini masaya yatıracak. Aynı şekilde ya bir an önce düşünceyi terör suçu saymaktan vazgeçip peyderpey hapisteki gazetecileri serbest bırakacak ya da medyanın yeni vampirlerine, tanrılarına taze kurbanlar bulacak.
Şu anda Türkiye’yi yöneten erk, karar aşamasında. Derin düşüncelere dalmış ve önünde her iki seçenek de var. Bakalım hangi yolu seçecek...
Kompleks yapmadan özür
Yurdum insanı en ufak bir meseleyi bile polemik yapmadan, sakız gibi çiğnemeden halledemiyor ya, Uludere faciası sonrası ‘özür’ konusu bile gereksiz bir tartışmaya döndü. Özür dileyelim diyenler ve ‘Aman asla’ diye karşı çıkanlar var. Sanki özür dilenirse, büyük bir taviz verilmiş olacak, ‘devlet küçük düşecek’ gibi düşünülüyor.
Ne var bunu kompleks yapacak anlayamıyorum. Özür bir erdemdir.
Gelişmiş demokrasilerde, o her fırsatta ‘Biz onlardan çok daha iyi durumdayız’ demeyi sevdiğimiz Batı ülkelerinde, bu tarz bir trajedi karşısında yetkililer hiç vakit kaybetmeden özür diler, hatta sorumlular istifa eder.
Komplekse kapılmayın. Devlet, yanlışlıkla da olsa, gitti kendi vatandaşını vurdu. Bu facianın kasten olmadığı ortada. Ama duygusal bir kopuş yoluna girmiş Güneydoğu’da yarattığı travma da...
O yüzden boş laflarla vakit kaybetmeyelim. Allah aşkına birileri (Başbakan ya da Cumhurbaşkanı mesela) çıkıp bir an önce özür dilesin.
Türkiye Mavi Marmara konusunda özür dilemedi diye dünyayı İsrail’in başına yıktı. Hükümet Dersim olayında 73 yıl sonra özür dilemeyi büyük bir siyasi olgunluk olarak lanse etti. Bu sefer 73 yıl beklemenin âlemi var mı?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.