YOL AYRIMI
Orhan Miroğlu
18 Temmuz 2011 Pazartesi 11:49
Ölenlerin sayısını biliyoruz, ama Silvan’da tam olarak ne olup bittiğini bilmiyoruz. Silvan’daki pusuda, 13 asker hayatını kaybetti, yedi PKK ‘li “ölü ele geçirildi”. Toplam yirmi can, yirmi gencecik insan. PKK’lilerin beşinin kim olduğu bilinmiyor, PKK medyası, PKK’li olduğu söylenen beş kişinin HPG mensubu olmadığını, gerilla kıyafeti giydirilmiş kontralar olduğunu iddia ediyor.
Dağlıca ve Aktütün gibi karakol baskınlarından, Hatay-Dörtyol eylemlerinden bu yana iyice kirlendi bu savaş. Meydana gelen her çatışma, savaşan tarafların kolayca cevap veremedikleri yığınla soru bırakıyor geride.
Silvan’da, şehit olan askerlerin en küçüğü 1991, en büyüğü 1984 doğumluydu..
Türkiye’ye yayılan acı haberin sonrasında gözyaşı sel olup aktı. Cenazeler toprağa verilirken, Kürtçe, Türkçe yakılan ağıtlar yürekleri dağladı. Ve hiç kuşkunuz olmasın, ateş her zamanki gibi, düştüğü yeri yaktı.
Silvan hadisesinden sonra Türkiye’nin siyasi iklimi birden bire tersine döndü.
Amaçlanan da bu aslında, siyasi iklimi tersine döndürmek.
Amaç, Türkiye’nin Kürt sorununda, bütün eksikliklerine ve hatalarına rağmen oluşturduğu sivil ve demokratik zeminin kaymasını sağlamak.
Amaç, PKK’nin; Öcalan’la devlet-hükümet arasında süren müzakerelerin sonuç vermeyeceğinin mesajını vermek ve gerekirse Öcalan’a da, uygun bir lisanla, şimdiye kadar Kürt halkı için yaptıklarına teşekkür edip, yola bambaşka bir paradigmayla devam edebileceğini göstermek.
Amaç,
- Aynur’u, stranlarını Kürtlere ve Türklere söyleyemeyecek hale getirmek.
- Hiçbir konuda anlaşamayan Meclis’teki partilerin, ‘milli mutabakat’ metinleri etrafında ortaklaşmalarını sağlamak..
- Türkiye’nin batısında yaşayan Kürt nüfusla Türk halkını karşı karşıya getirmek, böylece, tersine göçü zorlamak.
Kısacası, Anayasal yurttaşlığın konuşulduğu, devletin PKK paradigmasının değişmesi için, terör ve terörizm kavramlarından uzaklaşmayı tavsiye eden raporların hazırlandığı ve tartışıldığı, BDP’nin milletvekili sayısını 22’den 36’ya çıkardığı ve Öcalan’ın yegâne muhatap alındığı bir dönemde, Türkiye’nin başa dönmesi ve sırtını güvenlik stratejilerine dayaması isteniyor.
1984’ten 2000’li yıllara kadar devam eden askerî stratejinin sonunda, PKK 2,5 milyon oy alan bir siyasal hareket haline geldi.
Yeni paradigma, Kürtleri demokratik özerkliğe davet ederek ve bunun için yeni bir savaşı göze alarak, PKK’nin Kürt halkının tamamının desteğini alabileceği hesabına dayanıyor.
Kürtler bu hesaba ve yeni bir savaşa evet derler mi, onu bilmek mümkün değil..
Ama, Türkiye adeta yeni bir savaşa ikna edilmeye çalışılıyor desek yanlış olmaz.
Ortak akıl ve tecrübeler ise, bu savaş davetiyesine hayır demek ve her şeye rağmen demokratik ve siyasal zeminde kalmayı gerektiriyor.
Kürt sorununda yaşanan aslında tam olarak bir yol ayrımı.
Silvan eylemi, yeni bir stratejinin hayata geçirilmesinden başka bir şey değil.
Eylemin gerçekleştiği gün, Diyarbakır’da ilan edilen demokratik özerklik, yeni stratejinin üstünde yürüyeceği paradigmayı da gösteriyor.
Silvan bu bakımdan yolunda giden bir siyasi çözüm sürecinde, Habur gibi sıradan ve telafisi mümkün bir yol kazası filan değil.
1984 Eruh ve Şemdinli baskını, Kürt sorununda nasıl ki bir milatsa, Silvan da, yeni yol ayrımında yeni bir milattır.
Ahmet Altan’ın yazdığı gibi, Kürtlerin, artık açıkça konuşması gerekiyor.
Kürtlerin bir kesiminin, bu yeni yol ayrımında PKK’nin safında olacağına kuşku yok.
Bundan sonra olacaklar ise, az çok belli.
Şiddeti meşru görme ve silahlı mücadele yoluyla; ilan edilen demokratik özerkliğin topraklarını korumak fikri bundan sonra tedavüle sokulacaktır..
Devletle savaşın demokratik özerkliğin ilan edildiği toprakları korumaya yetmeyeceğini ve böyle bir şeyin yüzyıl savaşılsa bile sonuç vermeyeceğini PKK elbette çok iyi biliyor.
Ama PKK, Kürtlerin önüne yeni bir hedef koyuyor ve savaş yoluyla bölgedeki Kürtleri kazanabileceğini, sorunu uluslararası bir sorun haline getirebileceğini ve Batı’da yaşayan Kürtlerin de baskılara dayanamayıp ‘Kürdistan’a’ geri dönmeye başlayacaklarını düşünüyor.
Temelsiz bir felaket senaryosu diyebilirsiniz bu yazdıklarıma, keşke temelsiz olsa, ama gelişmeler başka bir yorum yapmaya elvermiyor.
Kürt ulusal psikolojisi her şeye rağmen normalleşemedi, demokratik ve siyasi bir mecraya akıtılamadı. Kürt ulusal psikolojisi, şiddet kültüründen besleniyor ve şiddetin vazgeçilmezliği ve ‘ulusal varlığın’ askerî bir güç olmadan sürdürülemeyeceği üzerine üretilen ideolojik kabullerle hayat buluyor.
O kadar ki, bir günde yirmi kişinin öldüğü bir eylem karşısında, sadece üzüntü beyan ediliyor, ama bu büyük acı bile siyasi kararlarda herhangi bir duraklamaya yol açmıyor.
DTK’nin sekiz yüz delegesi, toplandıkları o salonda, Silvan’dan gelen haberi aldıklarında acaba ne hissettiler?
Acaba delegelerden hiç biri, bu kongre, Kürt hareketini yol ayrımına taşıyacak bir kararı böyle bir günde almamalı, ama, bunun yerine iki gün yas ilan etmeli diyebildi mi, ya da kimsenin aklından böyle bir şey geçti mi, hiç sanmıyorum..
İki aşiret arasındaki çatışmada bile bu ölümler yaşansaydı, hayat durur, ölenlerin kimler ve hangi aşiretten olduğuna bakılmaksızın yas ilan edilirdi.
Kürtler elbette şiddete tapan bir toplum değil. Ama Kürt siyasi kurumları içinde yer alan sivil aktörler PKK’nin şiddetini meşru görmek ve kabul etmek zorundalar ve bu kural devam ediyor..
Ahmet Altan çok haklı, Kürtler artık konuşmalı. Ama Türkler de konuşmalı.
Tasfiye ne demek, son seçimlerde görüldüğü gibi gücünü daha da arttıran Kürt hareketini tasfiye oluyorsunuz, savaşmaktan başka çareniz yok diye kışkırtan Türkleri, Türkler konuşmalı.,
Kürtlerin onurlu mücadelesinde hiçbir payı olmayan birtakım Türk hatunları, CHP ve BDP yemin etmediği için sevinen, ama MHP Meclis’e geldiği ve yemin ettiği için hüzünlü yazılar yazan hatunları, Kürtleri Meclis’e davet etmekle, onları onursuzluğa davet etmek arasında bir fark olmadığını yazıp duran hatunları, Türk aydınları görmezden gelmemeli, konuşmalı.
“Otoban yollar, yeni bir imhaya hazırlıktır” diye, yazan, Şıwan’ın bırakın ülkesine gelmeyi, Avrupa’da da stranlarını ancak polis otosunun megafonuyla söyleyebildiği bir dönemde, Muhsin Kızılkaya’nın, Orhan Miroğlu’nun ancak korumayla gidebildiği Kürt şehirlerine ‘zafer kutlamaya’ giden baştan aşağı sahte ‘Kürt muhiplerinin’ gerçek niyetlerini, Kürt hareketine yaptıkları ideolojik aşının, bu hareketin çeperlerinde oluşturdukları ideolojik ablukanın nelere yol açtığını, Kürtlerin de, Türk aydınlarının da konuşmaları lazım.
Kürtlerin meşru mücadelesini Ergenekon’un ve yeni İttihatçıların yedeğine kimlerin almak istediğini Türk-Kürt aydınlarının konuşmaları lazım.
Türkler ve Kürtler konuşmalı ve eski dostlukların, arkadaşlıkların hatırına ertelenen suskunluklara son vermelidirler.
Hasan Cemal’in söylediği gibi, “Tarihin eli Başbakan’ın omuzlarında”, ama öyle bir noktadayız ki, Başbakan’ı tarih karşısında yalnız ve baş başa bırakmak olmaz, çünkü tarihin bir eli de bizlerin omuzlarında..
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.