23 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara10°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

YİRMİ BEŞ KURUŞA AÇMA DA YOK

Etyen Mahçupyan

20 Kasım 2011 Pazar 00:07

Başbakan Erdoğan, deprem geçiren Erciş'in il olmasını teklif eden CHP'ye 'popülist' derken son derece haklıydı.

İlkesel bir bakışa dayanmayan, konjonktürün imkân verdiği ölçüde kimi kesimlerin kulağına hoş gelecek söylemleri öne çıkaran bu türden siyasî fırsatçılığın prim yapma dönemi çoktan bitti. AKP'nin fındık üreticilerinin taleplerini karşılayamayacağını söylemesine karşın Karadeniz'den aldığı oylar, Türkiye'nin yeni bir siyaset anlayışına hazır olduğunu gösteriyordu. Dönem 'beş kuruş fazlasını' vaat edenin değil, uzun vadede istikrarı hedefleyen gerçekçi çözümlerin ardında duranların dönemiydi... Nitekim AKP'nin hemen her alanda ortaya koyduğu bu yeni duruş, partiyi kendi kimliksel tabanının çok ötesine taşıyarak alternatifsiz iktidar olmasını sağladı. 

Popülizmin olumsuzluğu, toplumun kandırılmasını veya 'tavlanmasını' ima eden bir ilkesizliğin ötesinde, siyaseti de yozlaştırması. Çünkü bu siyaset çizgisi, halkı sadece şikâyet eden ve isteyen bir konuma oturturken, siyasetçileri de onları 'doyuran' bakıcılar haline getirir. Böylece toplum kolaycılığa alışırken, siyaset de hak etmediği bir güç devşirme şansı elde eder. Açıktır ki 'beş kuruş fazlasını' verebilmek, hem kaynakları kendine çekmeyi, yani merkezileşmeyi gerektirir, hem de bu kaynakların rahatça dağıtılabilmesini, yani yargının dışında kalan bir yetki kullanımını. Böyle bakıldığında popülizm demokrasinin dilini kullanır gözüken, ama aslında demokrasiyi tahrip eden bir siyaset anlayışıdır. 

AKP bugüne kadar hemen hiçbir uygulamasında popülizme sapmadı. Ancak konu ideolojik meselelere geldiğinde aynı AKP'nin bu duruşu sürdürmesi her nedense zorlaşıyor. Bunda özellikle Başbakan'ın eleştirilmekten hoşlanmayan bir yapısının etken olduğunu söylemek mümkün. Erdoğan muhtemelen Cumhuriyet tarihinin en çok öğrenmeye ve kendisiyle yüzleşmeye açık olan lideri. Ne var ki 'doğru' olarak kafasında belirlediği bir eylem planının eleştirilmesinden de epeyce rahatsız oluyor. Hemen eklemem lazım ki, bu rahatsızlığın ifadesi duyarsızlıktan çok daha iyi. Çünkü en azından böylece siyaset ile kamuoyu arasında, bazen atışma düzeyinde kalsa da, bir iletişim doğuyor ve her iki kanatta da çoğulculuğun yerleşmesine hizmet ediyor. 

Öte yandan Erdoğan'ın kendi 'doğru' bildiği eylemlerin eleştirilmesinden rahatsız olması, ülkedeki temel demokratik eksikliklerden birine işaret etmekte. Başbakan'ın kendisini eleştirenlere karşı kullandığı temel argüman, bu eleştirilerin 'boş' olduğu, çünkü bu kişilerin konuyu tam olarak bilmeden konuşmaları. Ancak burada söz konusu olan 'kişiler', kamuoyunu bilgilendirmek ve toplumsal hassasiyeti yüzeye çıkartmak durumunda olan medya mensupları... Diğer bir deyişle bilgiye ulaşmaları önünde engel olmaması gereken insanlar. Bu durumda siyasetçilerin anlamlı bir eleştiri yapabilmesi için, medyanın bilgiye ulaşabilme yollarının da açık olması gerekir. Oysa örneğin KCK operasyonu bunun tam tersini yapıyor... İnsanlar nedeni bilinmeyen tutuklamalara konu oluyorlar ve kamuoyundan da yetkililere güvenmesi ve sabretmesi isteniyor. 

Burada iki sorun birden var: Birincisi toplumun yetkililere güvenmesi için fazla bir neden yok. Bu ülkede 'yetkililerin' neler yaptığını, organize suçların bu 'yetkililer' sayesinde yürüdüğünü biliyoruz. İkincisi KCK gibi bir olayda operasyonun gizliliğinin meşruiyeti son derece zayıf, çünkü bu gizlilik sayesinde deşifre olacak bir örgütle karşı karşıya değiliz. Aksine kendisini siyasî aktör olarak kanıtlamak, hatta genişleyen bir insanî ağ üzerinden devleti tahrik etmek isteyen bir örgüt bu... Dolayısıyla böyle bir operasyonda hem yüzlerce kişiyi bir hamlede içeri almak, hem suçlamanın ne olduğunu bile söylememek, hem de 'bana güven doğru yapıyorum' diyerek eleştirenleri bilgisizlikle itham etmek epeyce sorunlu bir siyaset. 

Diğer taraftan operasyonu demokrat perspektiften eleştirenlerin KCK'nın ne olduğunu bilmedikleri de doğru değil. Nitekim eleştirinin iki yönü var: Biri KCK'nın 'ne' olduğunun bilinmesine rağmen, devletin elindeki imkânların demokratik bir süzgeçten geçirilerek yürürlüğe konmuş olmaması. Yani bu mücadele yönteminin de bir tercih olduğu ve siyasetçilerin bunu bir tür 'kaçınılmazlık' olarak sunmalarının kabul edilemeyeceği. İkincisi ise, söz konusu mücadele yöntemini sürdürmenin de asgari bir meşruiyet zemininin olması gerektiği ve bunun ancak şeffaflıkla elde edilebileceği. 

Başbakan medya mensuplarını eleştirirken "25 kuruşa simit yok arkadaş" demiş. Herhalde bu cümlenin tipik bir popülizm olduğunu önemsememiş. Oysa Erdoğan'ın en büyük farkı bu tür popülizm kolaycılıklarının dışında durmasıydı. Eğer bu cümleyle 'ucuz gazetecilik yok' demek istediyse, haklıdır... Ama artık 25 kuruşa açma da yok. Yani ucuz siyasetçiliğin de devri bitti ve üstelik de bunu esas olarak bizzat Erdoğan'a borçluyuz. Nasıl ki, ucuz gazetecilik devrinin bitmesini de, Başbakan'ın eleştirdiği gazetecilere borçluysak...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.