22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

YİNE DERSİM, YİNE YÜZLEŞME

Orhan Miroğlu

28 Kasım 2011 Pazartesi 01:50

Yüzleşmenin ve geçmişle hesaplaşmanın; Dersim tartışmaları nedeniyle bir kez daha keskin bir ‘siyasi rekabet’ alanı haline geldiğini ve kullanıldığını görmek gerçekten çok acı.

Ergenekon ve JİTEM davalarında siyasi partilerin aldığı pozisyon aynı rekabetin kurbanı olmuştu.

Kılıçdaroğlu muhtemelen Ergenekon’u bulup üye olmadı, ama partisinin politikalarını, Ergenekon’u aratmayacak ölçülerde yeniden dizayn etti.

Sonuç:

Silivri’yi ayda birkaç kez ziyaret etmeyenler, ister milletvekili ister PM üyesi olsun, CHP’li sayılmıyor artık.

Kürt siyasetinin Ergenekon ve JİTEM davalarına ilgisizliği, mağdurları da etkiledi.

Mağdurlar ve Kürt sivil toplumu genel olarak bu davalardan ‘uzak’ durmayı tercih etti.

O kadar ki Diyarbakır’da görevdeyken savcı Durdu Kavak’ın mağdurlara yaptığı çağrılara kimse kulak asmadı.,

Dolayısıyla yüzleşme ve geçmişle hesaplaşma politikaları, siyasetin elinde bir imkân olarak kullanılmaya devam ettiği sürece, mevcut davaların ve sürecin seyrinde fazla bir değişme beklememek gerekiyor.

Bir iki yıl sonra da, zaten çoğu katliam ve faili meçhul cinayet dosyası zaman aşımına uğrayıp gidecek..

Sayın Başbakan’ın Dersim için özür dilemesi elbette sıradan bir hadise değildir.

Ama bu özür dileme tarzının da, dünyadaki örneklerle kıyaslandığında, fazlasıyla ‘özgün’ ve ‘bize ait’ bir tarz olduğunu kabul etmek lazım.

Başbakan özürle beraber ileri bir hedefi halkına gösterebilmeliydi.

Ama özrün gerçekleşeceği zamanın önceden planlanmamış olması, herhangi bir hazırlığının yapılmamış olması, siyasi rakibe (CHP’ye) alabildiğine yüklenildiği bir sırada gerçekleşmiş olması özrün hedefini ve bundan sonraki süreci belirsiz kılıyor.

Oysa dünyadaki örneklerin hiç biri bu tarzda oluşmuş örnekler değildir.

Hükümetin yüzleşme konusunda Türkiye’de rakipsiz olduğuna kuşku yok.

Ama bunu daha da ileri aşamalara taşıyacak bir muhalefet söz konusu değil.

Yüzleşme politikaları en çok onları ilgilendiriyor olmasına rağmen, Aleviler ve Kürtler, “acı bizim yas bizim, AKP’ye de ne oluyor” gibi bir anlayışa sahipler.

Bir bakıyorsunuz, Alevi temsilcileri “özür yetmez Ruan’da ve Yugoslavya’da olduğu gibi mahkeme kurulsun” diyorlar, bir bakıyorsunuz Başbakan’ı iç savaş çıkartmakla suçluyorlar.

“Özür dilemek yetmez, arşivleri aç” diyenler de var, ne alakası var anlayamadım ama, “Van depremi olmasa Başbakan bu özrü dilemeyecekti” diyenler de yok değil.

Ama en ağır sözler CHP Milletvekili ve İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan’ın sarf ettiği sözler oldu:

“Bence sonuca bakmak lazım. Sonuçta bugün Tunceli bölgesi en görgülü, en eğitimli, demokrasiye inanan insanlardan oluşuyor. Mesela sürgünlerden söz ediliyor. O sürgünlerde çok iyi yetişmiş genç kızlar da var. Belki o bölgede, ortaçağ şartlarında kalsalardı o aileleri kuramayacaklardı.”

Bu sözleri sarf etmenin, maalesef Türkiye’de bir bedeli yok. Gülsün Hanım bu sözleri rahatlıkla söyleyebiliyor. Normal bir ülkede bu türden sözleri sarf eden biri, insan yüzüne çıkamaz hale gelirdi.

Bu sözlerin söylenebildiği ve kadın örgütleri dâhil hiç kimsenin ortaya herhangi bir tepki koymadığı bir ülkede, Başbakan’ın Dersim için özür dilemesi elbette olağanüstü öneme ve değere sahiptir.

CHP’ye fazla takılmamak lazım.

CHP’yi CHP yapan Alevi halkın kendisidir.

İnönü’nün torunu, “Kızlarınızın bitlerini tıraşladık, eğittik, okuttuk, onları Ortaçağ karanlığından kurtardık, ev bark aile sahibi oldular, daha ne!” diyor ve kimseden ses çıkmıyor..

Faillerin soyundan gelen birileri tarafından Dersimli kurbanların bu ölçüde aşağılanması elbette bir ilk değil.

Kaydı benim arşivimde bulunuyor.

Alpdoğan Paşa harekâttan yıllar sonra, İstanbul’daki evine sırtında taşıyarak, bir teneke yağ getiren ve Dersim katliamından sağ kurtulmuş bir hamalı evinin salonuna çağırmış ve sormuştu, “Evladım beni tanıdın mı?” “Hayır,” demişti bu Dersimli hamal, “sizi tanıyamadım efendim!”

Kısa süren bir suskunluk ânından sonra, söze yeniden başlayan Abdullah Alpdoğan Paşa, ayakta tuttuğu hamalın yüzüne bakmış ve şöyle demişti: “Ben sizi kıyan Alpdoğan Paşa’yım. Hiç pişman değilim. Bugün olsa yine kıyarım!”

Ne Alpdoğan Paşalar pişman, ne o Paşaları Dersim’e yollayanların soyundan gelenler pişman!

Güçleri yetse, bugün de aynısını yaparlar!

Bu sefer de Kürtleri İslamcılardan kurtarmak için yaparlar!

***

Açıklama: Sabiha Gökçen Havaalanı için geçen hafta yazdığım yazıda, “Atatürk’ün rızası hilafına rağmen” diye bir cümle geçiyor. Bazı okurlar yanlış yorumlamış anladığım kadarıyla. Burada, “Mustafa Kemal, Dersim harekâtına rıza göstermedi” demek istemiyorum. Zaten paragrafı okuduğunuzda böyle bir anlam da çıkmıyor. Buradaki “rıza” kelimesi, Sabiha Gökçen’in ‘manevi babasını’ Dersim harekâtına pilot olarak katılmak için ikna etmesi anlamında kullanıldı. Mustafa Kemal, Gökçen’in harekâta katılmasını pek istemez, çünkü ona göre Dersimliler vahşi ve gaddar insanlardır, Sabiha Gökçen eğer sağ olarak ellerine geçerse, yapacakları kötülüklerin haddi hesabı yoktur!

Gökçen anılarında bu yüzden, Mustafa Kemal’i, kendisinin pilot olarak harekâta katılması konusunda ikna ettiğini filan yazar.. Bu cümlelerden nasıl oluyor da “Dersim harekâtı, Mustafa Kemal’in rızası hilafına rağmen yapıldı” gibi bir sonuç çıkar, anlamış değilim..

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.