24 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara0°C
  • İzmir7°C
  • Berlin4°C

YEREL ÖZERKLİK SORUNU

Murat Belge

28 Nisan 2013 Pazar 08:34

Dünkü yazıma sığdıramadığım, üçüncü ve yanılmıyorsam en önemli Kürt talebi, “yerel yönetim” genel başlığı altında yer alıyor ama bu başlığın ima ettiklerinin epey ötesine geçiyor.

Bu “sorun alanı” yalnız Kürtler için değil, Türkiye’nin tamam için son derece önemli. Türkiye Cumhuriyeti’nin başlıca, belirleyici özelliği, “merkeziyetçi”liğidir. “Yukarıdan aşağıya” oluşturulmuş bir “modernleştirme/ uluslaştırma” sürecinden söz ediyoruz. Böyle bir girişimin aracı, “merkeziyetçilik”ten başka bir şey olamaz. Bir “aydınlar kadrosu”, “devlet” denen mekanizmayı (Osmanlı’dan kalana kendi katkılarını ekleyerek oluşturduğu bir mekanizma) çalıştırarak, bir biçimde varolan halkı bir başka biçime sokmaya girişmiştir. Ne yapılması gerektiğini o halka danışma gereği de duymamaktadır.

Bu yapı, bazı zorunlu esneme işlemlerinden geçerek, ama köklü bir değişim de görmeksizin, bugünlere kadar varlığını korudu. Topluma çok zarar verdi, çünkü her zaman “yerel inisiyatifi” boğan bir işlev gördü. Ama Kürtler’in yoğun yaşadıkları topraklarda ve özellikle 12 Eylül darbesinden sonra yol açtığı felaketler daha yoğun oldu. Bu koyu merkeziyetçiliğin “dediğim dedik”liğine bir de etnik farklılık eklenince, üstelik, doğuya tayini çıkan memur oraya “birtakım yarı vahşi adamların sebepsiz isyanını bastırmak” gibi bir amaçla gitmeye başlayınca, Kürt milliyetçiliğinin en aşırı tezlerini doğrulayan ve pekiştiren bir durum yaratıldı: “sömürge yönetimi” diye bildiğimiz koşulları elbirliğiyle yarattık. Tayin edilen vali oraya “sömürge valisi” tavırları takınarak gitti. “Sömürge yargıcı”, “sömürge polisi”, “sömürge zabitanı”... Bunların hepsi, orada yaşayan insanlara gösterdikleri muamele için, oraya karşı değil, Ankara’daki bakanlıklarına karşı sorumluydular. Ankara’nın olayın bütününe nasıl baktığı belliydi (hâlâ öyle bakıyor, öyle davranmaya devam etmek istiyor).

Dolayısıyla “merkezden özerkleşme”, Kürtler’in en ciddi talepleri ve gerçek anlamda en can alıcı ihtiyaçları hâline geldi.

Dediğim gibi, “ihtiyaç”, bütün ülke için geçerli (ama bunu Kürtler kadar keskin hisseden yok). Zaten bu nedenle, epey yıldır beridir, ademimerkezileşmeyi durmadan konuşup tartışıyoruz; zaman zaman yapıyı gevşetecek yasal/anayasal değişiklikler de yapıyoruz. Ama bina baştan öyle kurulmuş ki, bunlar insanların rahat soluk alıp vermesine imkân tanımıyor.

Türkiye’de “Kürt sorunu” dendi mi, hele bunun yanında “demokrasi” gibi sözler de kulağa çalındı mı, otomatikman “Bölünüyoruz/ Bizi bölüyorlar” şarkısını okumaya başlayan kalabalık bir koro var. “Yerel özerklik” sonuç alacak bir tartışma, düzenleme konusu hâline geldiğinde bu koronun repertuarından neler bulup çıkaracağı tahmin edilmeyecek bir şey değil (Sezer’in yasa tasarısını veto etmesi gibi olaylardan meydana gelen bir “refleks/savunma” birikimi de var).

Öte yandan, “paranoya”yı “normal hayat” hâline getirmeyi başarmış bu gibi kesimlerden bağımsız olarak, örneğin ben bile, etnik temel üzerinden biçimlendirilmiş “federatif” yapıları “sorunlu” bulurum. Amerika veya Almanya “federal” sistemin başarılı örnekleri, çünkü ikisinde de, farklı tarihî nedenlere bağlı olarak, federalizmin temelinde bir etnisite etkeni yok. Etnisite etkeni olan federasyonlardan biri Lübnan, biri Yugoslavya’ydı (Sovyetler Birliği’ni saymazsak). Biri de, aylarca hükümetsiz yaşamayı başarsa da “çift-uluslu, üç-dilli” yaşamakta her gün kâbus gören Belçika.

“O hâlde özerklikten vazgeçelim” diyecek hâlim yok. Vazgeçemeyiz. Vazgeçmenin sakıncası daha büyük. Ama, “iyi düşünelim, iyi tedbir alalım” derim. Tabii, niyetimiz birlikte yaşamaya devam etmekse.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.