21 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

YENİ TÜRKİYE’YE YENİ DİL GEREK

Nabi Yağcı

29 Eylül 2011 Perşembe 03:39

Geçenlerde, bir toplantıyı bitirip Beyoğlu’nun arka sokaklarından birinden yürüyerek Taksim’e doğru çıkıyorduk. Artık eğlence mekânlarının saati gelmiş, dolmaya başlamışlardı. Her bir yandan müzik sesleri yükseliyordu. Kürtçe bir türkü duydum, biraz ilerleyince Münir Nurettin’den bir şarkı kulağıma çalındı, bir türkü barın önünden geçiyoruz hoş bir halk türküsü dışarı taşıyor, karşı tarafta gençleri çağıran pop türünden bir parça, hayli yüksek bir volümle icra ediliyordu. Biraz daha dolaşmış olsak Rumca, Çerkesçe bir parçayı da duyabilirdik.

Bu çoğul sesler, tınılar, ezgiler artık eskisi gibi kapalı mekânlar içine hapsolmuyor, sokaklara taşıyor. Sokak çoğulculaşıyor. Bu farklı tınıların birbirlerine karışması, ötekini bastırmazsa çok hoş oluyor. Zorlukları, çoğulculaşan bu sokaklar aşacak. Kafalardaki dünden kalma sokak imajı, yani yakıp yıkan, kırıp döken, öfkelerin, nefretlerin saçıldığı “sokak” imajı silinip yerini bu tür sokak imajına bırakırsa meselelerimiz çözülecek diye düşünüyorum.

Hayat alttan alta yeni bir Türkiye’nin doğuşunu söylüyor bize; eğer kulaklarımızın pasını silip bu sese kulak verebilirsek duyacağız. Ne yazık ki hâlâ siyasetin kulakları sağır. Siyaset çok sesli sokağın gerisinde ve tek sesli. Her bir siyaset kendi doğruları etrafında birleşmemizi istiyor, bir kutuplaşma yaratma çabasında. Çünkü yalnız kendi doğrusuna inanıyor. Bu nedenle siyasetin dili de kutuplaştırıcı. Bu yanlış dil yalnızca siyasetin içinde de kalmıyor, yayılıyor, hepimizi esir almak istiyor. 

Ya benden yana olacaksın ya da düşman...

O kadar ki, savaşa, şiddete karşı olanlar bile birbirine karşı duruyorlar. Sırf duruşları, kendini ifade ediş tarzları kendilerininkiyle aynı değil diye. Geçmişte laiklik tartışmalarında bu durumu yaşamıştık şimdi de Kürt sorunu ve PKK konusunda yaşıyoruz.

Karmaşık sorunlar karşısında hepimizin aynı düşünmesi, birebir aynı tahlilleri yapması ne mümkündür ne de istenendir. Aksine farklı bakış açılarının varlığı karmaşık bir yumak oluşturan gerçeğin farklı yanlarını görebilmek için gereklidir.

Ne var ki, aklımız çoğulcu düşünmeye evet diyor, hatta dilimizde çoğulculuk sözü hiç eksik olmuyor olsa da dilimizin kurucu yapısı buna engel oluyor. Dilin kurucu yapısı aynı zamanda zihniyet dünyamızın hem nedeni hem sonucudur.

Uzun yıllar boyunca kendisi olamayan ve kendisine güven duygusu zayıf kalmış bir toplumduk. Vesayet rejimini eleştirip duruyoruz. Haklıydık elbette eleştirmekte. Fakat tepemizdeki rejimi eleştirmek yanında bu eleştiriyi kendimize dönük yapmada eksikliyiz. Vesayet rejiminin ne demek olduğunu artık yeterince biliyoruz ama vesayet altındaki bir toplumun fertlerinin nasıl insanlar oldukları, nasıl düşünüp davrandıkları üstüne pek az dikkat veriyoruz.

Vesayet altında eğitilip, belli bir yaşam pratiği edinmiş insanlar kendi kendileriyle barışık olmada zorlanırlar. Hiçbir zaman kendi özgür iradeleriyle karar alıp, kendi güçlerine dayanarak bir şeyleri değiştirebilmiş olmadıkları için, değişim hep tepeden gelmiş ve tepeden beklenmiş olduğu için sürü psikolojisi hâkim bir toplumsal psikolojidir. Bu bilenen bir durum, asıl önemlisi bu sürü psikolojisinin yaratmış olduğu kendine özgü bir dilin hâkimiyeti altında olduğumuzu fark etmemektir. 

Bu dil yıkıcı bir dildir

“Biz” derken de yıkıcıdır “ben” derken de. Kuşkucu olduğu zaman dahi kendi dilinden hiç kuşkulanmayan bir söylemi vardır. Asıl önemli olan da bu.

Yıkıcı dilin karşıtı yapıcı dil değildir. Yapıcı olmayabiliriz. Keskin eleştirici bir dile de sahip olabiliriz, mesele bu değil. İlle de kurucu, yapıcı olmak zorunluluğu elbette yok. Yıkıcı olmayan dilin karşıtı yapıcı değil değişimci dildir. Eğer bir şeyleri değiştirmek istiyorsak ve değiştirmek istediğimiz şey kendimizin tek başımıza becerebileceğimiz şey değilse, toplumsal bir sorunun çözümüyse ötekini de kazanmaya ihtiyacımız var demektir. Söylediğimiz şey en doğru olsa bile sırf söylendiği için doğrular başarı kazansaydı dünyamız çoktan güllük gülistanlık olurdu. Doğrunun yanında olmayanı da davet edici bir dil kurmak zorundayız.

Ötekinin söyleminden, kendi söylemimizle bağdaşık olabilecek ögeleri bulup çıkarmak ve bunları eklemleyebilecek çoğulcu bir dil yapısı kurmak bana hem doğru hem de gerçekleşebilir gözüküyor. Yeni Türkiye, değişimi isteyen herkesin ortak eseriyse –ki öyledir, artan kendimize güven duygusuyla böyle bir çoğulcu dili yaratmak artık mümkündür.

Kuvvetle inanıyorum, böyle bir ortak dil pek çok sorunun çözümünü kolaylayacaktır.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.