YENİ TÜRKİYE’NİN POPÜLİZM VE KÜLTÜR MESELESİ
Nuray Mert
29 Ağustos 2016 Pazartesi 09:49
Düne kadar başörtülü kızların üniversiteye girmesine bile tahammülü olmayanların baş ‘halkçı’, ‘hakkaniyetli’ geçindiği bir devirde, bu yöndeki özgürlükçü adımlar çok şükür artık kıyamet koparmıyor, umarım devamı da gelir ve nihayet hukuk camiası da bu özgürlükle tanışır.
Doğrudur, bazıları, zamanında hakkaniyet ölçüsü nedeniyle değil, ‘hayatın gerçekleri’ icbar edince özgürlüklere sahip çıkmak durumunda kalır, bence hiçbir sakıncası yok. Ama, şu ‘baş halkçılık’ ve özellikle ‘kültürel değerlere saygı’ meselesi, iktidar sevicilikten kaynaklandığı ölçüde, ucuz popülizme kayıyor, işin burası hiç de hayırlı değil. Bir kere, dini özgürlükler ve kültürel değerler meselesi aynı şey değil, bunu bir yana not edelim. İnsanların inançlarına göre yaşama özgürlüğü bir hak, hakkaniyet meselesi, ‘kültürel değerler’ ise başka bir mesele. Kuşkusuz yerel/kültürel değerleri ciddiye almak, toplumsal barış açısından önemli, ancak ‘kültür’ dediğimiz mesele, her zaman sosyolojik olan ile örtüşmek durumunda değil. Tam da bu nedenle, eğer sahiden böyle bir derdimiz varsa, ‘tarihimiz, kültürümüz’ diye tedavüle sokulan her şeyi olumlamamız, baş üstü tutmamız beklenmemeli. Halihazırda, tarih diye, kültür diye sahneye çıkan pek çok şeyin ne tarihle, ne de kültürle ve hususen öne çıkarılmaya çalışılan Osmanlı tarihi ve kültürü ile alakası yok. Daha doğrusu bir alaka var ama bu alaka, geçmişin derinlikli kavranması ile karikatürize edilmesi arasındaki fark ve orijinal ile ecnebilerin ‘kicth’ diye tabir ettiği ‘ucuz kopya’ arasındaki ilişkiden ibaret.
Kültür fukaralaşması
Osmanlı geçmişini pehlivan tefrikasına, kültürünü bayağı sembollere indirgemek, olsa olsa yeni bir kültür kaybının işareti. Cumhuriyet Türkiye’si, geçmişle bağını koparmak ve kültürel mirasından nefret etmek suretiyle ciddi bir kültür fukaralaşmasının önünü açmıştı, şimdi muhafazakâr/İslamcı iktidar ve destekçileri tarihsel mirası bayağılaştırmak üzerinden yeni bir tür ‘kültür kaybı’ sürecinin eşiğinde duruyor. ‘Osmanlı kültürünü hakkıyla yaşatalım’ demiyorum, zira o bir seçkinler dünyası kültürü idi, o devir geçti, şimdi daha eşitlikçi bir dönemde yaşıyoruz, bundan da bir şikâyetimiz olamaz. Ancak, ciddi bir medeniyet mirasını hakkıyla kavramak, bize güçlü bir düşünsel ve estetik esin kaynağı olabilirdi. Köprülere Osmanlı sultanlarının adını vermek, mehter takımı ile açılış yapmak, sade suya şeker/boya içeceklere ‘Osmanlı şerbeti’ adı vermek, aklına esenin, küçücük yerleşim birimlerinde dahi, beton kütlelere çok sayıda minare yapmakta mahzur görmemesi, bir medeniyet mirasına hakkını vermekten ve ondan esinlenmekten çok ama çok uzak işler.
Yeni Türkiye’nin yeni resmi tarih yazım çabaları için de aynı şeyler geçerli. Her yeni siyasal rejim kurma çabası, ister istemez tarihin ideolojik karikatürlerine dayanır, şimdilerde olan da bu. Cumhuriyet’in resmi tarihinin yerini, onun negatif resmi alıyor ve belli ki bu alanda sığ/ideolojik yaklaşımları bir türlü aşamayacağız.
‘Gelenek icadı’
Dinsel düşünce mirası için ise daha fazlasını söylemek lazım, zira halihazırda İslamcıların kavramsal dünyası, selefi basitleştirme ile ‘gelenek icadı’ çırpınışları arasında salınmaktan ibaret. FETÖ olayı dolayısı ile ‘tasavvufun, tarikatların, cemaatlerin karalanması, yok olma tehlikesi’ne kahırlanan İslamcı arkadaşlara, ortada ‘tasavvuf düşüncesi’ diye bir şeyin kalmadığı acı gerçeğini hatırlatmak isterim. Mevcut tarikatlar, modern dünyada yabancılaşmanın tesellisi işlevi görse de hemşeri derneklerinden, ancak bir adım ötede, tutunma ve bir adım ötesinde çıkar ağları oluşturmaktan öte anlam taşımıyor. Bırakın tarikatı, tasavvufu, dindar kesimde artık öne çıkanlar, ‘adab/edeb’den haberi olmayanlar, dahası tüm bunlar FETÖ olayından sonra, Kemalistlerin karşı taarruzu ile olmuş değil. Bırakın tasavvufu, kadim geleneği, kendiniz yabancı kelime kullanmadan, Batılı düşünür ismi zikretmeden yazı yazamıyorsunuz. Nietzsche, benim gibi sıradan bir insanın gözünde bile olsa olsa ‘parlak ama olgunlaşmamış bir zihin’, sahi ne akılla onu bu denli önemsiyorsunuz? Belli ki, eşyayı nasıl algıladığından ziyade, Batı medeniyetini eleştirmesi önemli, zira İslam tasavvurunuz her şeyden ziyade, Batı karşısında eziklik ve onun öfkesi ile şekillenmiş vaziyette.
Sahi, hangi ‘Sünni omurga’dan söz ediyorsunuz, bu kadar omurgasız insandan nasıl bir ‘omurga’ teşekkül eder? Türkiye de dahil, Sünni Müslüman dünyanın haline bir bakın, omurga diye tabir edilecek ne var? Bu koşullar altında ‘Sünnilik’ dediğiniz sığ bir mezhep taassubu, o kadar.
Bayağılıktan, sığlıktan, ikiyüzlülükten ve dahi bunlar karşısında körlükten medeniyet çıkmaz, en önemlisi taassuptan medeniyet çıkmaz. Muhafazakârı, İslamcısı bir yana, Yeni Türkiye’nin, eski liberal/yeni popülist teorisyenleri siz ne diyorsunuz bu kültür/medeniyet/ tarihi miras işlerine? Veya en iyisi ben hiç sormuş olmayayım, sizi zora koşmayayım.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.