YENİ TÜRKİYE’DE DEVLETİ TAKDİSE DEVAM
Mücahit Bilici-
18 Ekim 2014 Cumartesi 03:46
İçine girdiğimiz ancak bihakkın tarif edecek kadar içinden çıkmadığımız bir yeni dönemdeyiz. Her değişim ümit ve dönüşüm vesilesidir. Ancak değişimin kendisi, istikameti konusunda bize bir fikir vermez. Evet, yeni bir cumhuriyet’teyiz: Dindarların hükmettiği bir cumhuriyet. Kimine göre bunun adı Yeşil Kemalizm, kimine göre ise Yeni Türkiye. Bu tarz tesmiyeler, bir kopuşu görünür kılmak için olduğu kadar, ihdas edilen yeni pratiklerin yolaçtığı yırtılmaları “yeni”liğin arzulanır oluşuyla tedavi etmek içindir de. “Birinci geleneksel...” diye başlayan tüm yeniliklerin tutturmaya çalıştığı dikiş, yabaniliğin tanıdık kılınması için seferber edilen vaftiz edici dil böyle bir fonksiyon için.
Yeni Türkiye’de yeni olan yeniler ve yeni diye sunulan eskiler var. Güzel reformlar kadar yeni bir form verilen çirkinlikler de var. Bugünleri bence en iyi tarif eden günah “devlet”çilikteki katmerlenmedir. İslamcılığın radikal bir şekilde eleştirel, çoğu samimi dindarın da mesafeli baktığı bir devlet vardı eskiden. Türkçü ve mukaddesatçı laik ve dindarların yücelttiği bu eski devlet, bugün yine ve yeniden yüceltiliyor. Kemalist devlet çoğu kez dine rağmen kutsallaştırılırken, bugünün dindar cumhuriyeti olan Yeni Türkiye’de devlet din ile de kutsallaştırılıyor.
Parti ile devlet, “din” ile “dindar hükümet” ayırımlarının lağvedildiği bir yeni merkeziyetçi kutsallık ekonomisinde, devlet karşımıza kendisine yan bakanın hain sayıldığı, hem de dinî kutsallıkla mücehhez bir odak olarak çıkıyor. Parti adına milleti tehdit etmekten utanacak adamlar, devlet adına istediğini güpegündüz tehdit edebiliyor. Ve yine şahıs olarak bir hükmü olmayan nice insan sırtını devlete dayamışlıkla kamusal alanda mahalle kabadayısı edasıyla dolaşabiliyor. Mahallede zenginlik ve güvenliğin sağlanması endişesinden başını kaldıramayan dindar kitlelerin kendilerine sorması gereken bir soru şudur: Biz devletperestliğe mi karşıydık, yoksa o devletperestliğin hizmet ettiği devletin bizim olmayışına mı?
Kanunda açılan istisna yahut olağanüstülük deliği büyüdükçe, devletin kendisi onu elinde tutanlar için sorgulanamaz bir hükümranlık aletine dönüşüyor. Bir partiye karşı gelmek veya eleştirmek normal olmaktan çıkartılamaz iken, bir partiye karşı gelmek artık devlete karşı gelmek kapsamına alınarak hukukiliğin ve kamuya açıklık çerçevesinin dışına taşınıyor. Halbuki bugün benim elimde diye devlet kudsiyeti isimli tahakküm imkânını kullanmaktan imtina etmeyenin, yarın onu eline geçirecek başkalarına itiraza da ahlaki yüzü ve demokratik mecali kalmaz.
Türkiye’de mevcut iktidarı muhafaza endişesi ile gücün merkezileştirilerek sorumsuz hâle getirilmesi çabası demokrasi için tehlikeli bir noktaya gelmiş bulunuyor. Felaket tellallığına gerek yok. Ancak şunu hatırlamakta fayda var: Dünyanın hiçbir yerinde felakete doğru gidenler haydi felakete gidelim diye insanları peşlerinden sürüklemez. Bazen başlamış bir savaşı kazanmak, bazen verilmiş bir şöhret pozunu korumak için insanlar savaşmaya devam eder yahut estetik ameliyatlarla görsel imajlarını korumaya çalışırlar. Bir açıdan yapılması gereken yapılıyor gibi görünür. Yüzdeki gerginlik, diriliğin ve şöhretin gereği sanılır. Ancak gerçekte o gerginliğin altında yaşanan bir kopuştur, bir inkirazdır. Zafer bayraklarının sallanıyor olması doğru yolda olmak için yeterli değildir
Herkese dağıtacak kadar devletin, her eli tutacak kadar elin olmayabilir. Ama herkese dağıtacak kadar demokrasi ve her eli güvenle sıkacak kadar adalet dağıtabilirsin. Devletlerin saygınlığı ve bekası şahısların hakimiyet performansında değil, ilkelerin kanun olarak hâkim kılınmasında ve adaletin umumi olarak temin edilmesindedir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.