YENİ TÜRKİYE, YENİ MİLLET
Mesut Yeğen
21 Ağustos 2016 Pazar 16:54
15 Temmuz darbe girişimi Ak Parti ve Erdoğan için Allah’ın bir lütfu olmak üzere hakikaten. Darbe girişimi, Cemaati devletten bütünüyle kazımaya fırsat verdiği gibi, Ak Parti’ye dair son birkaç yılda oluşan fena hafızayı da iyice silikleştirdi. Zarraf’ın hediye ettiği saatler de, Ortadoğu’da boyumuzdan büyük işlere kalkışmış olmamız da unutuldu gitti. Ama bu Allah’ın lütfunun küçük kısmı. Lütfun daha büyük kısmı 7 Haziran’dan sonra başlatılan dindarlar sekülerler ortaklaşmasının hayal bile edilmeyecek bir hızla ilerlemesi. Öyle ki, Ak Parti’yle özdeşleşen son birkaç senenin “Yeni Türkiye” mottosu, yerini muhafazakarlar-sekülerler yakınlaşmasını anlatan “Yeni Millet, Yeniden Millet” mottosuna bırakmak üzere.
Yeni milleti konsolide etme işinin hukuki, siyasi, kültürel kısmını halletmek daha çok zaman alır. Ama aynı işin semboller kısmında bayağı bir yol alındı; daha doğrusu yakın geçmişte epey bir yol zaten alınmıştı, şimdi biraz daha yol gidildi. Malum yeniden millet olmadan önce herkesin sembolü kendineydi. Ucundan kıyısından, bazen büyük kısmıyla paylaşılan semboller yok değildi elbet, ama bazı semboller de bazılarınındı. Atatürk gibi, Abdülhamit gibi, 23 Nisan Ulusal Egemenlik Haftası gibi ya da Kutlu Doğum Haftası gibi. Bütün bu semboller ayrışmasının Tanzimat’la başlayan ‘modernleşme-batılılaşma’ işine dair ayrışmaya giden bir arka planı vardı elbette ama yerleşikleşip, katılaşması elbette 1919-1923 arasında olan bitenle, bu olan bitenin sembolleştirilmesiyle ilgiliydi. Burada olan biten şuydu: Osmanlı Devleti’nin 1918’deki çöküşünün ardından Türkiye Cumhuriyeti Sevr’le değil, Lozan’la kurulmuştu ve bu ikisi arasındaki başarı hikayesi Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirip saltanatı ve hilafeti ilga eden kurmaylıkla, Atatürk’le ve ona ‘iliştirilenlerle’ sembolleştirilmişti.
Kurtuluş Savaşı gibi prestiji yüksek bir ‘başarı hikayesinin’ Atatürk’le sembolleştirilmesi bu sembolle bütünüyle özdeşleşenleri neredeyse yetmiş sene boyunca avantajlı, saltanat ve hilafetin ilga edilmesinden hoşnut olmadığından bu hikayenin bütünüyle özdeşleşemeyenleri ise dezavantajlı kıldı. Bugün Ak Parti’de temsil olunan muhafazakar haleti ruhiye bu sembolik dezavantajla baş etmek için çok iş yaptı: Kurtuluş Savaşı’na, Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in rolüne dair alternatif anlatılar kurmak; Kurtuluş Savaşı anlatısını Osmanlı’ya ait Fatih ya da Abdülhamit Han anlatılarla dengelemek; Kurtuluş Savaşı’nda dindarların rolünü öne çıkarmak gibi. Daha yakın zamanda bunlara yenileri eklendi: Kurtuluş Savaşı’ndansa Çanakkale Savaşı’nı öne çıkarmak ve hicri bir vaka olarak peygamberin doğumunu miladileştirerek ve Kutlu Doğum Haftası formunda kutlamak gibi.
Bu semboller, anlatılar savaşı hep devam etti etmesine lakin son birkaç senede kimi sembollerde uzlaşmalar, ortaklaşmalar da belirir gibi oldu. Bu durum bir kısmıyla sekülerler dindarlar geriliminin belirli bir doygunluğa ulaşması, bir kısmıyla da bu iki kesimin birbirini daha yakından tanımasıyla ilgiliydi. Ama galiba daha esaslı sebep bu iki kesimin ‘tehlike mefhumlarının’ ortaklaşması oldu. Batı ve Batı’nın bugündeki maşası olarak Kürdler tehlikesinde ortaklaştıkça sekülerler ve dindarlar arasındaki semboller savaşının yanına bir de semboller ortaklaşması eklendi. Talat ve Enver’e dair bir örtük ortaklaşma hep vardı ama 15 Temmuz darbe girişiminden epey önce Kut’ül Amara, Sakallı Nurettin gibi semboller de ortaklaşmaya başlanmıştı.
15 Temmuz, usul usul gelişen bu sembollerde ortaklaşma işlerini bir anda hızlandırdı. Darbe karşıtı gösterilerin esas sembolü Türk bayrağı olurken, Ak Parti genel merkezine Atatürk posteri asıldı ve meydanlar sekülerlerle dindarların muhabbetine işaret eden enstantanelerle doldu taştı.
Hülasa, 15 Temmuz, 7 Haziran 2015’le başlayan semboller ortaklaşmasını hızlandırmış durumda ve bu sekülerlerin ve dindarların kendilerini memnun ve mesut hissettiği yeni bir millet, yeniden millet olma halinin açılış adımı olacak gibi. Erdoğan açısından Allah’ın daha büyük lütfu bu. Bunun sevindirici bir gelişme olduğuna şüphe yok. Ne dindarlar ne de sekülerler bugünden yarına buharlaşmayacaklarına göre, makul olan bu iki kesimin kendilerini özdeşleştirebildikleri bir millet olma halinin icat edilmesi elbette. Ne var ki, odadaki fili de görmek lazım. Sekülerler ve dindarların yeniden millet olma serüvenine zenofobik (Batı ve gayrimüslimlik karşıtı) bir haleti ruhiye eşlik ediyor ama bundan daha önemlisi bu yeni millet Kürdlerin hallice bir kısmının özdeşleşebileceği bir millet olma hali değil. Ortadoğu’nun bu haline bu zenofobik millet fikriyle, Kürdlerin hallice bir kısmını dışarıda bırakan bir millet olarak yakalanmak getirse getirse bela getirir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.