'YENİ TÜRKİYE'
Murat Belge
04 Kasım 2014 Salı 02:55
Türkiye toplumunun “muhafazakâr” olduğunu sık sık söyleriz (çünkü toplum bunu sık sık söyletir). Ama, böyleyse de, tuhaf bir muhafazakârlıktır bu. Sözgelişi, tarihten gelen bir şeyleri “muhafaza etmek” gibi bir kaygısı olmayan bir muhafazakârlık. Ayrıca, “yeni” sıfatının büyük kitlelere bir şekilde hitap ettiği bir toplum bu. “Yeni” olanda bir çekicilik buluyor. Üstelik, şu günlerde, “muhafazakâr” olduğunu iddia eden parti “yeni” üstüne kurulu bir sloganla siyaset yapıyor: “Yeni Türkiye”. Bununla, hem “eski”yi, hem “yeni”yi tekeline almış durumda.
Bir toplumda “yeni”nin aranan ve istenen bir şey olması, telaffuz edildiği anda bir heyecan yaratması, insanların hâlihazırdaki durumdan hoşnut olmadıklarına alâmettir. Şimdi, Türkiye’de insanların egemen ruh halinin buna uygun olduğu söylenebilir mi? Sanırım söylenebilir. Çeşitli nedenlerle, ama en çok da ekonomik nedenlerle bulunduğu yerde mutlu olmayan çok yaygın tabakalar var. Mutlu olmamakta haklı olduklarını da teslim etmek gerekiyor. Türkiye, yıllardır, bir “tüketim toplumu”nun altyapısıyla değil ama üstyapısıyla yaşıyor. İstek yaratmakta olabileceği kadar başarılı; ama yaratılan isteği karşılamakta o kadar başarılı değil.
Şimdiki zamandan memnun olmamak, “muhafazakâr” olmayı da açıklayabilir. Koşullar kötü, düzelmesi beklentisi zayıf... Bu hemen, “eksiden iyiydi” düşüncesini getirir. Tamamen evrensel bir düşünce kalıbıdır bu: “eski toprak” deyimi, “eski Bayramlar” duygusallığı, her türlü nostalji... Haşin bir “bugün” ve ışıltı vermeyen bir “yarın”ın ürettiği bir düşünce tarzı. “Düşünce” tarzı demekte ısrarlı değilim, çünkü daha çok bir “düşünmeme” tarzı. Olmayan bir geçmiş yaratma çabası.
Şu söylenebilir: bizim tarihimizde, Osmanlı, sonra da erken Cumhuriyet toplumu, şişkin mi şişkin bir “orta sınıf” toplumuydu. Müslüman kesim arasında sınıf farkı özellikle azdı. Küçük meta üretimi yapan bağımsız üreticiler toplumu. Bu ortamda modernleşme sınıfsal farklılaşma ile eşanlamlı bir kavram oldu. Bugün de birileri “Eskiden ne iyiymiş!” diye iç çekerken, kısmen bu ortalama eşitliğin anısını yadediyor.
Dolayısıyla, “yeni” kavramına bilinçdışı --ve önleyemediği-- bir sempati duyan ve “muhafazakâr” olduğuna inanan bir toplum, “geçmiş”i de, “gelecek”i de, zihninde gerçek nirengileriyle kavrayamayan bir toplumdur: olmamış bir geçmişle olamayacak bir gelecek arasında... Bu demektir ki, bu üç temel “zaman” arasında, gerçekliği olanı, sadece, hiç sevilmeyen “şimdiki zaman”dır. Bu zaman, yaşandığı anda “geçmiş”e dönüşür, ama nostaljinin “geçmiş”i değildir o; oraya kadar uzanmaz. Çünkü hatırlanan bir geçmiştir ve hatırlandığı ölçüde yaldızlanmaya gelmez. “Evvel zaman içinde” değildir.
Şimdi, böyle bir yapı içinde, AKP iktidarı “yeni Türkiye”den söz ediyor. “Yeni Türkiye”nin anahtarının kendi elinde olduğunu iddia ediyor. Öteki partileri, öncelikle de CHP’yi, “eski”nin savunucusu ve bekçisi olmakla suçluyor. “Yeni Türkiye”ye ulaşmayı engellemeye çalışan güçlerin önderi ve koordinatörü olduğunu söylüyor.
Bu ülkede şu ya da bu şekilde tanımlanan bir “sol” içinde yer alan siyasî yapıların (örneğin CHP’nin solunda olduğunu özellikle vurgulayan örgütlerin) belirli bakımlardan son derece “muhafazakâr” oldukları tesbitine ben de katılırım. Ama şu konjonktürde, “yenilik” şampiyonu AKP’nin “yenilik”ten ne anladığını ve topluma sunduğu “yenilik”in nasıl bir şey olduğunu anlamak bana daha önemli --ve âcil-- geliyor.
“Yeni” Türkiye benim için de hayatî bir kavram. Ama, nerede ve nasıl “yeni”? Vaad edilen bu nesnenin sahiden “yeni” olduğundan emin miyiz?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.