13 Mayıs 2024
  • İstanbul14°C
  • Diyarbakır19°C
  • Ankara14°C
  • İzmir21°C
  • Berlin17°C

YENİ SİYASET ANLAYIŞI ÜSTÜNE

Nabi Yağcı

08 Aralık 2011 Perşembe 00:25

Küyerel Düşünce Platformu’na bir yıl öncesinden “Değişim dinamiklerinin mantığı” üstüne bir söyleşi sözüm vardı. Kafamda soru olan bazı noktalar nedeniyle yerine getirememiştim, ama devlet-PKK konusundaki son tartışmalar bu noktaları aydınlatmaya yardımcı oldu. Sanırım yakın zamanda bu sözümü yerine getirebileceğim.

Son tartışmalarda gördüğüm şey değişimden çok söz eden arkadaşların bile değişimi, süreçlerin dinamik karakterine bağlı bir şey olarak değil programatik bir şey olarak görüyor olmalarıdır. Öyle olunca karşımıza dinamik değil statik bir siyaset anlayışı çıkıyor.

Siyaseti doğrular-yanlışlar dökümü üstünden götürmek kanımca aradığımız yeni siyaset anlayışına bizi taşımıyor. Örneğin; “Kürt sorunu nasıl çözülür”ü tartışıyoruz, oysa “Kürt sorunu nasıl çözülürse Türkiye’de ve bölgede demokratik değişime hizmet eder” sorusunu sormak daha doğru olur. Buradaki mesele bu sorunun barışçı yollarla çözülüp çözülememesi değil. Elbette barışçı yollarla çözüm, ama Kürt halkının değişimci dinamiğini söndürmeden.

Şuna benzer: Çocuğunuzun terbiyeli yetişmesini istiyorsunuz o nedenle de her adımını ölçülü atması için ona açık veya örtülü yönlendirme yapıyorsunuz. Bu yönlendirmede amaç çocuğun terbiyeli olması gibi halisane bir amaç olmasına karşın bu yönlendirmenin dozunun çocuğunuzun içindeki “kendisi olma” yaratıcı dinamizmini öldüren bir baskı yarattığını fark etmiyorsunuz. Sonuçta ana kuzusu bir çocuk çıkıyor orta yere. Başka deyişle ona yanlış yapma ve kendi yanlışından öğrenme şansı tanımamış oluyorsunuz.

Devlete sadakat

Türkiye’de demokrasi ve değişim bağlamında temel meselemiz nedir?

Toplumumuzun demokratik tepkilerinin düşüklüğü değil midir? Siyasi toplumun gelişmemişliği, sivil toplumun, bireysel tepkilerin güdüklüğü değil midir? Kısacası demokrasimizin güdüklüğü yasal mevzuattan önce “devlet baba” zihniyetinin topluma içselleşmiş olmasıdır. Ekonomiden siyasete dek esas meselemiz budur.

Askerî vesayetin yapısökümüne uğratılması onun bitirildiği anlamına gelmeyeceği gibi “vesayetçi” zihniyete dayalı siyasetlerin son bulduğu anlamına hiç gelmez. AK Parti içinde yeni sorun bence budur. Buna “sivil vesayet” demek de meseleyi anlamayı kolaylaştırmıyor. Buradaki sivil sözcüğü devletçi vesayeti gizliyor. Oysa askerî vesayet devletçi vesayetin yalnızca aşırı bir formudur.

Son tartışmalarda bana sağdan eleştiri getirenler içinde AK Parti’nin “milleti devletle kaynaştırdığını”, benim bunu görmediğimi söyleyenler oldu. Aksine gördüğüm için yıllar yılı otoritazmi meşrulaştıran tam da bu zihniyetin tehlikesine dikkat çekiyorum. İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış kitle yaratmak için bu toplum çok zulüm gördü. Bırakın artık biraz da dikiş yerlerimizi, farklılıklarımızı fark edelim diyorum.

İşte bu yüzden benim devleti öne alan eleştirilerim yalnızca Marksist teorik formasyonumla bağlı veya “devletten iyi hiç şey beklenemez” gibi naif yaklaşımlarla ilişkili değil, muktedir, mağdur, mazlum ilişkisiyle de sınırlı değil, Türkiye’de tarih içinde oluşmuş sosyal siyasetin zihniyet dünyası ile bağlıdır. Ki bu zihniyet dünyası, solcusunu da, dindarını da, liberalini de etkisi altına alan devletin toplumu “devlete sadakat” temelinde siyasi- idari- ideolojik yapılandırması sonucudur. Bu devlet merkezli yapılanma siyaset yoluyla da her gün yeniden üretilmekte. Bu yeniden üretime direnmeden, bu direnmeye bağlı yeni siyaset anlayışları geliştirmeden bu ülkede hakkıyla ne solcu, ne liberal ne de demokrat olunabilir. Birbirimizi “en has demokrat benim gibi düşünendir” yaklaşımıyla eleştirir dururuz.

Doğurgan gerilimler

Burada yanlış olan demokrasiyi değerler manzumesinden ibaret görmemiz, bu değerlerin ancak karşılıklı ilişkiler içinde anlamını bulacağını unutmamızdır. Yeni siyaset bu nedenle ötekiyle farklılaşan ve hatta ötekine karşı duran ve direnerek kendini vareden gerilimin ürünü olabilir. Günümüzde tüm dünyayı saran gerilim yeni tür siyasetlere gebe bu yüzden.

Kısacası “siyaset anlayışı” üstüne yeniden düşünmek gerektiğini söylüyorum. Yeniden düşünmek, siyaseti üreten toplum üstüne yeniden düşünmeyi zorunlu kılar. Bu nedenle siyasi düzlemi, çözüm programları savaşından ibaret görmeyip birbiriyle çelişen, çatışan farklı toplumsal dinamiklerin kendini varettiği bir düzey olarak görmek doğru olur.

Çözüme dair kötü bir program da değişim dinamiğinin doğuşuna hizmet edebilir, aksine iyi bir programa rağmen bu dinamizm sönebilir de.

Tüm bu dediklerim iktidar-muhalefet kavramlarına yeni bir anlam yüklemeyi gerektiriyor. Özellikle de muhalefet kavramına. Değişim dinamiği yaratmayan şeye muhalefet demek, yaratanı da salt programatik karşıtlık nedeniyle saf dışı etmek klasik siyaset anlayışıdır.

Sorunlarımıza ve tartışmalarımıza dar alanlara sıkışmaksızın bir de bu açıdan bakmayı deneyelim derim.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.