22 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara12°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN ORTADOĞU

Nuray Mert

11 Eylül 2013 Çarşamba 08:48

Suriye başta olmak üzere Ortadoğu üzerine söylenen ve yazılanların pek çoğu, bende konuyu en baştan şöyle bir özetlemek gerektiği hissi uyandırıyor.

1. Osmanlı devleti, 16. yüzyıl başlarında artık bugünkü Arap dünyasını oluşturan coğrafyanın büyük bir kısmını ve en önemlisi merkezi alanını hakimiyeti altına almış bir İmparatorluktu. Ama bugün Ortadoğu dediğimiz coğrafya ‘babamızın çiftliği’ değildi. Sonradan Ortadoğu adı verilen bölgenin tarihi, ne Osmanlı ile başladı, ne de Osmanlı ile bitti. Doğrusu, Osmanlı devleti bu bölgeyi uzunca bir süre yönetti ama bu süre içinde de, bölgenin tamamına tam manasıyla hakim değildi. Zaten, geleneksel imparatorluklar bugünkü manada merkezi yönetimler değildirler, o nedenle bugünkü projelere sağlam referans olamazlar. Dahası, bölgede Osmanlı hakimiyeti, sanıldığı gibi Birinci Dünya Savaşı ile birdenbire bitmedi. Napolyon Mısır’ı 1798’de istila ettiğinde Mısır aslında Memluk beyleri tarafından yönetiliyordu, Fransa’yı Mısır’dan çıkaran İngiltere, sonradan Osmanlı adına denetimine alan da kendi iktidarını kuran Kavalalı Mehmet Paşa oldu, sonradan da 1882’de İngiltere tarafından işgal edildi. Diğer taraftan, bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail devletlerinin kapladığı bölgede (Bilad-ı Şam), Irak’da ve Hicaz’da Osmanlı hakimiyeti ondokuzuncu yüzyılda, merkezileşme çabalarının kısa vadede yer yer başarılı olsa da, ters tepmesiyle giderek zayıfladı. Bu bölgelerde, yerel iktidar odakları bir yana, büyük devletlerin nüfuz savaşları ve müdaheleleri yaşanıyordu. Bunların sonucu, mesela o zamanki Lübnan (Cebel Lübnan) 1861’de bir tür özerk idareye kavuşmuştu. Kısacası, bu topraklar resmen Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra kaybedildi ama çoktan büyük ölçüde merkezden kopmuştu. Bugünkü Suudi Arabistan’ın kapladığı alanın bir kısmı zaten hiç Osmanlı denetimine girmedi, diğer taraftan Vahhabi isyanı Arap İsyanından çok önce başladı ve o kadar güçlendi ki 1802’de Mekke’yi ele geçirebildi. Hicaz’da Osmanlı hakimiyetini sağlamak yine Mısır’daki Mehmet Ali Paşa’ya düşmüştü.

2. ‘Emperyalistlerin çizdiği yapay sınırlar ve bunların kaynağı Sykes-Picot anlaşması söylemi bölgenin modern tarihini anlamak açısından fazla indirgemecidir. Zaten, ne bu bölgede, ne de başka bir yerde hiçbir zaman ‘doğal sınırlar’ diye bir şey söz konusu olamaz, sınırlar her zaman ‘siyasi’dir. Osmanlı fethi doğal kanunun gereği değil, Osmanlı siyasi gücünün tezahürü, onun çizdiği sınırlar da bu gücün çizdiği sınırlar idi. Sonradan İngiliz ve Fransız emperyalizminin gücü galip geldi, bu sefer sınırları onlar çizdi. "Osmanlı’da farklı olan din (veya kültür) birliğidir" denilebilir, ama takdir edersiniz ki, Osmanlılar bu bölgeyi oralarda yaşayan Müslüman toplumları ikna ederek değil, fethederek yani kılıç zoruyla aldılar.

3. Ne genel olarak Arap milliyetçiliği ne sonradan münhasıran Baascılık, birdenbire ortaya çıkmadı. Arap milliyetçiliği ondokuzuncu yüzyılın ulusçu akımlarından biri olarak gelişti. Son kertede, Arapların hepsinin Şerif Hüseyin’in 1916’da çıkardığı isyana destek vermediği bir gerçektir ama, Arap milliyetçiliği hem İsyan’ı aşan bir olaydır, hem de bir noktada İsyan ile buluşan bir yanı vardır. Baas hareketi de, Arap milliyetçiliği içinden doğdu ve Fransız ve İngiliz manda yönetimlerine karşı bağımsızlıkçı bir hareket olarak gelişti. Suriye’de Esad, Irak’da Saddam yönetimleri Baas’ın ideolojik yanının geride kaldığı noktada gelişti. Dahası birbirlerine karşı ulusal çıkarların öne çıktığı siyasetlere dönüştü. Mısır’da gelişen Nasır hareketi yine Arap milliyetçiliğinin bir başka tezahürüdür ve bölgenin modern tarihine damgasını vurmuştur.

4. Bölgenin tarihi, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlılar bu toprakları resmen terk ettikten sonra öylece donup kalmadı. İki savaş arası dönem bağımsızlıkçı akımların güçlendiği, İsrail sorunun zeminin hazırlandığı dönemdi. Bu dönemde olup bitenler üzerinde pek durulmaz ama sonraki gelişmelerde (mesela sonradan Baas hareketinin güçlenmesinde) çok önemli etkileri olmuştur.

5. İkinci Dünya Savaşı sonrası bölgenin siyasi hatlarını belirleyen Soğuk Savaş kamplaşmasıydı. Türkiye ile Arap dünyası arasındaki ilişkileri tayin eden en önemli etken de, yine Soğuk Savaş kamplaşmasıdır. O dönemde Nasır, Batı dünyasının kabusu ve Arap dünyasının kahramanı, Türkiye ise Batı’nın dostu ve Arap dünyası gözünde ‘emperyalizmin işbirlikçisi’ idi. Türkiye denilince Arapların aklına Bağdat Paktı geliyordu.

6. Bölgenin bugünkü fay hatlarını belirleyen, bir yandan Soğuk Savaş kamplaşmasından arta kalanlar ve Soğuk Savaş sonrası yeni güç dengesi arayışları (Lübnan’daki Hariri iktidarı gibi), diğer yandan ise Batı karşıtı İran merkezli ittifak sistemiyle ona karşı Batı yanlısı ittifak sistemidir. İran İslam Devrimi, bölgesel dengelerde deprem etkisi yaratmış bir olaydır ve bugün yaşanan kriz bir yanıyla İslam Devrimi’nin yarattığı krizin devamıdır.

7. Batı dünyasının bu dönemde Mübarek gibi ‘laik diktatörleri’ desteklediği iddiası tam bir safsatadır. Mübarek ve Suudi Arabistan aynı ittifak sistemi içinde, Suriye rejimi ise karşı ittifak içindeydi ve çatışma hattı ne laiklikle, ne de mezhep ile ilgili değildi. Tam da bu nedenle, Hamas İran ve Suriye’nin yanında idi. 

Sonuç olarak, en temel konularda bile dolaşımda olan birçok tez ve varsayım, güncel siyasi çekişmelerin tezahüründen başka bir şey değil. Ortadoğu’nun bügünkü siyasi tablosunu anlamak için de, bu alanda siyaset yapmak için de son derece yanıltıcı. Ne kadar yanıltıcı olduğunu bu tezler ile yola çıkanların ne kadar yanılmış olduklarından görmek mümkün. Tabi dahası var, ama şimdilik burada keselim.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.