21 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara13°C
  • İzmir18°C
  • Berlin1°C

YENİ ANAYASAYA GİDEN YOL

Mithat Sancar

05 Ekim 2011 Çarşamba 00:59

Yeni anayasa, yine gündemin merkezine yerleşti. Aslında anayasa, Türkiye’nin modernleşme sürecinin her aşamasında en önemli meselelerden biri oldu; yani yaklaşık yüz elli yıldır gündemde. Bu süre zarfında yeni anayasalar yapıldı, mevcut anayasalar sık sık değiştirildi; ama anayasa tartışmaları hiç bitmedi.

Toplumda anayasaya mistik bir değer atfetme yönünde güçlü bir eğilim var. Anayasa, adeta bir sihirli değnek gibi algılanıyor. “Yeni anayasa gelecek, sorunlar bitecek” gibi düşünülüyor. Anayasa meselesiyle bu kadar zamandır meşgul olmak mı bu algıyı yarattı; yoksa bu algı mı anayasayla bu kadar meşgul olmamıza yol açıyor, bilemiyorum. Ama toplumsal algı bu kadar yaygın ve güçlü olunca, onu bir olgu gibi kabul etmekten başka çare yok.

Salt bu nedenle bile, yeni anayasa yapma işini, temel sorunların çözümü açısından ciddiye almak gerekir. Şöyle dersek galiba daha doğru olur: Yeni anayasa yapma süreci, bu sorunların çözülmesini sağlayacak bir imkân haline getirilmeli ve bu amaca uygun bir şekilde yürütülmelidir.

Esasen yapılacak anayasanın “yeni” olabilmesi için, mevcut sorunları “yeni” bir yaklaşımla ele alması ve düzenlemesi şarttır. İşin doğası budur! Zaten anayasacılık hareketinin ortaya çıktığı ve yayıldığı tarihsel kesitte (18. ve 19. asırlarda), anayasa “eskiden kopma ve yeni bir başlangıç yapma” niyet ve ihtiyacının simgesi/ifadesi olarak anlaşılmıştır. Aynı şey, ilk anayasalardan sonraki “anayasayı yenileme” çabaları için de geçerlidir. Şayet niyet, “yeni bir başlangıç” yapmak değilse, mevcut anayasayı kısmen düzeltme ve değiştirme gibi yollara başvurmak çok daha makul ve işlevseldir.

Yeni anayasa çalışmaları her zaman şu iki soruyla başlar: Anayasa nasıl olmalıdır ve nasıl yapılmalıdır? Bu sorular birbirinden kopuk değildir. Her bir soruya verilecek cevap, diğerine verilecek cevabı da belirler.

Anayasada nelerin nasıl düzenlenmesi gerektiği konusunda, değişik toplum kesimlerinin ve siyasal oluşumların farklı yaklaşımlara sahip olmaları doğaldır. Bu farklılıkların ne ölçüde ve nasıl bağdaştırılacağı, anayasa tartışmalarının en hayati noktasını oluşturur. İşte tam burada anayasanın nasıl yapılacağı, yapım sürecinin nasıl kurulacağı ve işleyeceği meselesi öne çıkar.

Bütün farklılıkların ötesinde, yeni anayasanın demokratik olması gerektiği yönünde neredeyse bir görüş birliği var. O halde, yapım süreci de buna uygun, yani “demokratik” olması lazım.

Yeni anayasa sürecinin parlamento odaklı yürüyeceği anlaşılıyor. Mevcut parlamentonun yüzde on barajıyla seçilmiş olması, sürecin demokratikliğine daha baştan gölge düşürüyor. Bu gölgeyi kaldırmanın bir yolu, parlamentoyu barajsız bir seçimle yenilemekten geçer. Diğer bir yol, mevcut parlamentoyu muhafaza etmek, fakat yine barajsız bir seçimle, tek görevi anayasa yapmak olan yeni bir meclis (anayasa meclisi) kurmaktır.

Barajsız olağan parlamento, yeni anayasanın demokratik meşruiyeti açısından en iyi yol olurdu bana göre. “Anayasa meclisi” seçeneğinin yerinde olup olmadığı ise tartışılabilir. Fakat siyasi tablo, bu iki seçeneğin de gerçekleşme şansının bulunmadığını, yeni anayasa sürecinin mevcut parlamento tarafından yürütüleceğini gösteriyor. Zira AKP’nin, her iki seçeneğe de karşı olduğu; CHP ve MHP’nin de, bu taleplere sıcak bakmadıkları biliniyor.

Toplumun tüm kesimlerinin talep ve itirazlarını dile getirebilecekleri kapsamlı ve özgür bir katılım ortamı yaratmak; her durumda anayasa yapım sürecinin “demokratik” olmasının vazgeçilmez şartıdır. Yüzde on barajının yarattığı gölge karşısında ise, bu şart çok daha önemli hale gelmiştir. Bu nedenle yapılması gereken acil işlerin başında, yaygın ve serbest katılımın önündeki hukukî ve fiilî engelleri kaldırmak geliyor. Bunun adı ve anlamı, “yol temizliği”dir; yani demokratik bir anayasa yapmaya giden yolu sonuna kadar açık ve temiz tutmaktır.

Bunun için düşünce ve basın, örgütlenme ve siyasi faaliyet özgürlüklerini tam anlamıyla sağlayacak mevzuat ve uygulama değişiklikleri yapmaya ihtiyaç vardır. Anayasanın “yeni” sayılabilmesi için, “eski”nin dayattığı tabuların bu süreci kuşatmasına izin vermemek gerekir. Toplumun tüm sorunlarının toplumun çözüm gücüne güvenle tartışılması halinde ancak “yeni” ve demokratik bir sivil anayasa yapılabilir.

Özellikle BDP’ye yönelik polisiye ve yargısal operasyonların genişleyerek sürmesinin, sürecin demokratikliğini zedelediğini vurgulamak isterim.

Şu anda toplumsal ve siyasal yaşam, savaş hazırlıklarının, milliyetçi hezeyanların ve militarist çığlıkların hâkimiyeti altındadır. Bu kuşatmayı kırmadan “sivil anayasa” hedefinden söz etmek acı bir ironiden başka anlam taşımaz.

Öte yandan toplumsal gerilimin sürekli yükseldiği, nefret söyleminin ve sindirme pratiklerinin yaygınlaştığı bir ortamda, toplumsal barışı sağlayacak demokratik bir anayasa yapmanın mümkün olmadığı da aşikârdır. Toplumsal barışın özgürlükçü, eşitlikçi ve çoğulcu bir temelde tesisi ve anayasa tartışmalarının buna hizmet etmesi için, silahların susmasını sağlayacak barışçıl yöntemleri gecikmeden devreye sokmak lazım. Aksi takdirde, yeni ve demokratik bir anayasa uzak ve silik bir hayal olarak kalacaktır.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.