'YAŞASIN BAĞIMSIZ BİRLEŞİK KRALLIK' PEKİ YA 'KÜRDÜN DEVLETSİZLİĞİ'
Sinan Çiftyürek
25 Haziran 2016 Cumartesi 15:47
Londra merkezli Birleşik Krallık, para birimleri sterlini, avroya karşı koruyarak, Schengen vize birliğine girmeyerek, AB ile coğrafik olduğu kadar siyasi ve idari olarak da hep belirli bir mesafeyi korumuştu ki dün yeni bir gelişme yaşandı.
İngiltere, Galler, İskoçya ve K. İrlanda’dan oluşan Birleşik Krallık, 23 Haziran referandumu ile AB’den az farkla da olsa ayrılma kararını verdi. Zaten AB birçok açıdan büyük sorunlarla yüzleşmişti ki şimdi bu sorunların daha da ağırlaşacağı açık.
Gelen referandum sonuçlarına göre; İskoçlar açık farkla, Kuzey İrlanda ve Londra merkezi ise az farkla da olsa AB’den kalma yönünde oy kullanırken, Londra hariç İngiltere ve Galler’in ise az farkla da olsa ayrılma yönünde oy kullanmaları ilginç oldu. İngiltere ve ikiz kardeşi Galler Birleşik krallığın egemenleri AB’den ayrılma yönünde, işgal altında tutukları İskoçya ve Kuzey İrlanda ise ağırlıkla kalma yönünde karar verdiler.
Daha da ilginç olanı İskoçlar hariç ağırlıkla “fakirlerin ayrılmadan yana zenginlerin ise AB’de kalmadan yana” oy kullandıkları söyleniyor. Siyaseten ise ağırlıkla sol milliyetçi hatta (Socialist Workers Party) gibi sosyalist siyaset ayrılmadan, muhafazakar, liberaller ise yine ağırlıkla birlikte kalmadan yana oy kullanmaları çapraz irdelenmeye muhtaçtır. Hele karar “Mevcut politik elitlere karşı bir isyandır” söyleminin bir gerçekliği varsa…
I- Sömürge imparatorluğu torunlarının, “yaşasın bağımsız İngiltere” demeleri, Kürdistan’da “devletsizlik” tezini savunanları düşündürmeli.
AB’den ayrılmayı savunanların siyasal sözcüleri referandumda ayrılma kararı çıkınca, kimisinin “yaşasın bağımsız Birleşik Krallık” kimisinin de “yaşasın bağımsız İngiltere” demeleri dikkat çekiciydi. Nasıl oluyor da, sömürge imparatorluğuyla bir dönem dünyanın hakimi olan; küremizin her kıtasında sömürgelere sahip olup dünya halklarına kan kusturan; ulus devletin ilk anayurtlarından biri olan ve önemlisi yüzyıllardan beri, önce askeri-feodal emperyalizmi, son yüz yıldan beri de iktisadi yönü ağır basan emperyalist kapitalizmi temsil eden İngiliz ülkesinin siyasal sözcüleri, AB’den ayrılmayı “bağımsızlık” olarak ilan ediyordu?
Siz, zaten yüzyıllardır bağımsız değil midiniz?
Siz, yüzyıllardan beri, Asya’dan Afrika’ya ve Amerikan’dan Avustralya’ya halkların bağımsızlıklarını ellerinden silah zoruyla alan, ülkelerini işgal edip sömürgeleştiren sömürgeci emperyalist ülkeden biri ve hatta birincisi değil midiniz?
Siz, elleri dünya halklarının kanıyla kirlenerek nam salmış İngiliz emperyalizmi değil miydiniz?
Sizin, neyin bağımsızlığını ilan ettiğinizi gayet iyi biliyoruz! Siyasal bağımsızlık değil ilan ettiğiniz, yüzyıllarca Asya, Afrika ve Amerika halklarının el koyup anavatanınıza taşıyarak elde ettiğiniz zenginliği paylaşmamak! Dün sırtına binerek büyüdüğünüz, bugün yabancı görüp düşmanca baktığınız halklardan kurtulmanın ve kitlesel göç dalgasının önünü kesmenin yani bencilliğinizin, ırkçı davranışınızın bağımsızlığını ilan ediyorsunuz!
Yüzyılların emperyalist İngiltere’si gerekçesi ne olursa olsun bağımsızlık ilan ediyorsa, bu durumda herkes bir anlık kendini devletsiz milyonlarca Kürdün yerine koysun. Ulus devleti yaşamamış, yıllardan beri devletsizlikle imtihanın her defasında ağır bedelini ödemiş; üstüne üstlük, Kürdistan coğrafyası işgalci devletler yetmiyormuş gibi yeni işgalci güç olarak boydan boya IŞİD terör örgütünün tehdidi altındayken …. Kürt halkına devleti “yanlış” görmenin veya “zamanı geçti” demenin bugün ne teorik ne de pratik karşılığı yoktur. Yüzyılların emperyalist devletinin AB’den ayrılma kararı üzerine “yaşasın bağımsızlık” nidaları yükseltilirken, bağımsız Kürdistan devleti halkımız için, teorik ve pratik hak etmenin çok ötesinde bir zorunluluk olarak da kendini dayatıyor.
II- Ayrılma kararı domino etkisi yapabilir mi?
AB’de yabancı düşmanlığı ile paralel gelişen ırkçılık son yıllarda, gerek IŞİD terör eylemleri, gerekse kitlesel göçlerle zaten tırmanıyordu. Buna paralel Fransa başta olmak üzere birçok ülkede ırkçı milliyetçi partilerin siyasal yükselişleri de yaşanıyor. Birleşik Krallığın ayrılma kararıyla AB’de ırkçılık ve yabancı düşmanlığı tırmanabilir çünkü Birleşik Krallık’ın ayrılma kararı vermesinde de asıl gerekçeler de bu faktörlerdi. Dolaysıyla bu karar, ırkçı milliyetçiliğin güçlü olduğu diğer ülkeler üzerinde domino etkisi yapabilir. Özellikle Hollanda, Danimarka başta olmak üzere zengin ülkelerde ayrılma tartışmaları güçlenebilir.
Ayrılma kararı İskoçya ve Kuzey İrlanda’nın bağımsızlığı yeniden gündeme taşıyacak. Öyle ya egemen ulus olarak İngilizler, AB’den ayrılmayı “bağımsızlık günü” diye haykırıyorlarsa İskoçlar, Kuzey İrlandalılar haydi haydı bağımsızlığı yeniden gündeme taşıyacaklardır, taşımaya başladılar da. İskoç sözcüleri “bu kararla Birleşik Krallık’ın birliği tehlikeye girdi” demeye başladılar.
İskoçya Kültür, Avrupa ve Dış İlişkiler Bakanı Fiona Hyslop da, “Kararların sonuçları olur. Birleşik Krallık da İskoç halkının çıkarlarına karşı bir karar aldı. Bunun sonuçları olacak” diyerek yeniden bağımsızlık referandumun sinyalini verdi. Daha önce az farkla bağımsızlık referandumunu kaybeden İskoçlar haklı olarak yeniden gündeme taşıyacaklardır.
Kuzey İrlanda’da İskoçya benzeri siyasal hava var. Sinn Fein, “ortaya çıkan sonucun Kuzey İrlanda'daki siyasi görünümü tamamen değiştirdiğini” belirterek “Kuzey İrlanda'da, birleşik bir İrlanda için referandum yapılmasını” talep etti.
Türkiye’nin birliğe alınması zaten çok zordu, Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılma kararıyla daha da zorlaştı yakın vadede “gerçekleşebilir bir opsiyon olmaktan çıktı” denilebilir.
Ayrılma kararının finansal piyasalara da olumsuz etkisinin olacağı muhakkak! Piyasa ve ekonomi yorumcuları “oynak”, “hareketli” piyasalardan söz etmeye başladılar. Gerçekten de ayrılma kararıyla finansal piyasalar adeta çıplak ayakla ateş üzerinde yürüyen adam misali
zıplamaya başladılar. Bu durum ekonomik olarak zaten bıçak sırtında yürüyen birçok AB ülkesinde krizi tetikler mi? Bu ihtimal var ama pratikte nasıl bir seyir izleyecek göreceğiz.
III- Ey Avrupalı …
Bir; Yüzyıllardan beri Afrika, Latin Amerika ve Asyalıların yerüstü ve yer altı zenginlik kaynaklarına el koyduğunu yanı bugünkü Londra, Paris, Madrid’in zenginliğinin kaynağının Avrupa dışı kıtaların talanı olduğunu kabul edip “fakirleri sırtında taşımak istemiyoruz” türünden bencilliği, ben merkezciliği ve en önemlisi aşağılayıcı tutumu aşmaya çağırıyoruz. Çok şey de istemiyoruz, sadece ve sadece Asya ve Afrikalılardan yüzyıllardır gasp ettiklerini bugün onlarla paylaşmayı öğren o kadar!
İki; Avrupa ne zaman ki bencilliği aşar, zorla merkezileştirdiği Asya, Afrika zenginliklerini bizzat Asya ve Afrikalılarla paylaşmayı öğrenir; ne zaman ki ırkçılığı, yabancı düşmanlığını aşarak dün sırtında büyüdüğünü artık “aşağılık ırk” görmekten vazgeçer yani paylaşmayı ve farklı deri renklerini doğanın farklı desenleri olarak görür ve kardeşleşmeyi gerçekten kabul eder, o zaman Avrupalılar uygarlaşır, o zaman kapitalizm ve ulus devlet aşılır! Kısacası bu karardan sonra daha fazla antikapitalizm ve anti ırkçılık öne çıkarılmalı!
IV- Kapitalizm aşılmadan ulus devlet aşılamaz demiştik.
21. Yüzyılda Özgürlük ve Sosyalizm Manifestosu’ndan konu ile ilgili uzun bir iki alıntıyı yorumsuz okuyucuya aktaracağım.
“Kapitalizm, ulus-devlet ile karşılıklı birbirini besleyerek doğdu, başka bir ifadeyle ulus-devlet kapitalizmin şafağında doğdu, gelişti ve sermayenin koruyucu bekçiliğini üstlendi. Ulus-devletin gümrük duvarları arkasında ulusal sermaye büyüdü, güçlendi. Öyle ki ulus-devlet sermayenin kutsadığı bir diğer olgu oluverdi. Ancak gelinen aşamada sermaye ile ulus-devlet, başta Avrupa’da olmak üzere yol ayrımına geldi, geliyor. Ulus-devletin halen sahip olduğu ekonomik ve siyasal güç küçümsenemez. Fakat her ulus-devletin artan oranda uluslararası ekonomi başta olmak üzere siyasal, kültürel girdilerin basıncı altına girmesiyle bünyesindeki uluslararası alan büyüyor. Bu gelişme, ulus-devleti, gittikçe ulusal ekonomiyle uluslararası ekonomi arasında sıkışmanın ötesinde, uluslararası emperyalist-kapitalist ekonominin gereklerini yerine getiren bir birime dönüştürüyor. Sermaye, zenginliğin merkezileştiği ve ulusal ölçekli üretimin örgütlendiği coğrafya ve disiplin olarak ulus-devletin aşılması bir dert, aşılmaması durumunda “ulusal ahırda” talim etmesi iki dert misali bir açmaza sürükleniyor. Başta AB’de olmak üzere sermayenin ulusal pazarla birlikte ulus-devlet ve ordu, bayrak, para gibi ulusal sembolleri aşma yönelişi, koruyucu güç olarak ulusal ordunun yerini kim alacak sorusu başta olmak üzere sermayeyi birden fazla sorun, çelişki ve “tehlike” ile yüz yüze getiriyor. Genel kuraldır: Serbest piyasa, yani “piyasanın gizli eli”, “gizli bir yumruk olmaksızın asla işe yaramayacaktır.” Çünkü piyasalar, ancak mülkiyet haklarının güvenceye alındığı ve gizli yumruk olan askeri güç tarafından korunan anayasal, siyasal çerçevenin yürürlükte olduğu yerlerde işler. Sermayenin son yıllarda ulus-devleti, genelde devleti aşmaya yönelirken yüzleştiği en büyük sorun koruyucu militarist yapı olarak devletin (gizli yumruğun) varlığına yaşamsal bağımlılığıdır. Öyle ki sermaye, ulus-devleti aşmakla aşamamak arasındaki ikileminde tarihsel olduğu kadar fiziksel sınırlarına doğru da ilerliyor. Marks: “Sermayenin durmaksızın yöneldiği genellik, bizzat sermayenin kendi yapısı içinde ayak bağlarıyla karşılaşır; gelişmenin belli bir aşamasında bunlar, bizzat sermayenin bu dinamiğinin önündeki en büyük ayak bağı olduğunun anlaşılmasını sağlayacak ve dolayısıyla sermayenin kendi kendini ortadan kaldırmasını zorunlu kılacaktır.” (Grundrisse, sy. 449, Birikim Yayınları) Daha da önemlisi, ulusal sınırlarla birlikte ulusal toprağa bağlı siyasetin aşılmasının komünizm için kültürel, sosyal, siyasal iklimi olgunlaştıracağı korkusu, sermayenin ulus-devleti aşmasının bir başka bariyeridir.”
“Burada yüzleştiğimiz sorun; modernizmin, bu karmaşık ve hatta karşıt felsefi, ideolojik, politik doku ve yapısıyla 21. yüzyılda insanlığın yükünü taşıyamaması, taşıyamayacak olmasıdır.
Taşıyamadığından dolayı modernizm, felsefi olarak eski ile yeninin kolajı (yamalı bohçası) olan post-modernizmi üretti.
Taşıyamadığından dolayı, başlangıçta Avrupa geleneğinde her alanda geçmişten bir kopuşu temsil eden modernizm şimdi yeniden geleneğe, geçmişe sarılıyor. Ulusçuluğu aşma hamleleri ile ulusçuluğa geri dönüş kıskacında modernizm nefessiz kalıyor.” (21. Yüzyılda Özgürlük ve Sosyalizm Manifestosu sy; 17, 18, 22 Gün yayıncılık)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.