YAPAY VE GERÇEK
Murat Belge
08 Temmuz 2012 Pazar 08:16
Leyla Zana, “Bu sorunu Başbakan Erdoğan çözebilir” diyerek Türkiye’nin Kürt sorununun PKK’lı sürecinde yeni bir sayfa açtı. Şu sırada Kürt halkı adına hareket eden örgütlerden gelen olumsuz tepkiler “açılan bir sayfa” olmadığını söylüyor, ama bence o sayfa açıldı, çünkü bunun yalnız Leyla Zana’nın düşüncesi olmadığını, bunun doğru olduğunu diyemesek de, doğru çıkmasını isteyen binlerce Kürt yurttaş bulunacağını sanıyorum. Bugünkü gazetede Kemal Burkay da aynı doğrultuda bir saptamada bulunmuş.
Bu arada Karayılan’dan gelen bir uyarı var: Dünkü (Cuma) Taraf ’ta Murat Karayılan Zana’yı eleştiriyor, Tayip Erdoğan’dan böyle bir davranış beklemenin gerçekçi olmadığını söylüyor ama bir açık kapı bırakmayı da ihmal etmiyordu: “Elbette ki, bu devletin ve hükümetin başındaki Erdoğan, Kürt sorununu isterse çözebilir ancak çözmesi için bir karar vermesi gerekiyor.”
Karayılan bunun da “demokratik çoğulcu bir anlayışta” karar kılmak olduğunu söyleyerek sözünü tamamlıyor. Onun bu saptamasının doğru olduğu kanısındayım.
Tabii işler bu kadar basit değil. AKP’nin iktidara gelmesini izleyen on yılda Erdoğan (aslında öncesinden başlayarak) en vurdumduymaz adamı bir paranoyak haline getirecek bir yığın badireden geçti. Sonuçta “geçti” ve şimdi duruma egemen olmuş gibi görünüyor. Ancak, bana kalırsa, “görünüyor”; gerçekten öyle olup olmadığı ayrı konu. Bu, ne demek? Şu demek: Ayağı sürçtüğü anda üstüne atılacak, canına susamış çok sayıda düşmanı var. Kendisi de bunun farkındadır herhalde.
Ayrıca, özellikle bu konuda “dost”larına ne kadar güvenebilir. Elbirliğiyle yarattığımız Türk milliyetçiliği bugüne kadar AKP’ye oy vermiş milyonlarca seçmenin de zihnî coğrafyasını şekillendiriyor.
Ve BDP’nin olsun, PKK’nın olsun, Erdoğan’a, hükümetine, partisine karşı şimdiye kadar aldığı tavırlar! Parti kapatılmasını zorlaştıran anayasa değişikliğine Kürt partisinin oy vermemesine kadar varan düşmanca politika!
Bu saydıklarım, “rasyonel” etkenler. Adı Erdoğan olsun, Aldoğan olsun, siyasette olabilecekleri rasyonel biçimde hesaplamak gereğini duyacak herkesin gözönüne alması kaçınılmaz olan etkenler. Ama bir de Tayyip Erdoğan gibi bir kişiliğin duygusallığını, genel ideolojisini v.b. düşünün. Yukarıda değindiğim, gerçek ve potansiyel tabanının içinde yaşattığı milliyetçilik dozunu ve biçimini düşünün.
Başbakan’ın eline zeytin dalı alıp ortalara atılması herhalde hiç kolay bir şey değil. Onun için Karayılan’ın “savaş ilânı” diye yorumladığı Kayseri konuşması pek öyle yadırganacak bir şey değil. Adı Türkiye olan ülkede siyaset yapmaya sıvanmış herkesin uymakla yükümlü olduğu “zorunlu hareketler” faslının bir gereği. Bu “zorunlu hareketler”in böyle şekillenmesinde herkes kadar Kürt siyasî hareketinin de sorumluluğu var.
Bütün bunları söyledikten sonra -tekrar edeyim, bunların çoğu Tayyip Erdoğan’ı dışından kuşatan koşullar ve etkenlerdir- gelelim “içsel koşullar”a... Yani, yalnız Tayyip Erdoğan’a da özgü olmayan, siyasî kültürümüze, bizden olmayana bakışımıza, demokratik geleneğimize, yani bu türden elle tutulmaz, “manevi” denebilecek, “koşul” değil de “koşullanma”lara. Asıl aşılması gereken ve bugünkü ortamda aşılması asıl güç olan engellerin bunlar olduğunu düşünüyorum. Bunlar “Türk tarafı”nda çokça var ve bu büyük sorun. Ama “Kürt tarafı”nda yok da diyemezsiniz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.