'YANDAŞ MEDYA'DAN MANZARALAR
Hilal Kaplan
09 Mart 2014 Pazar 08:46
Medya-sermaye-iktidar üçgeninin işleyişinde bugün değişen iki önemli unsur var. Birincisi güç odağı olarak ordunun aradan çıkmış görünüyor olması. İkincisiyse, 'Anadolu sermayesi'nin de medya alanında söz sahibi olmaya başlamasıyla, siyasî iktidar üzerindeki nüfuzu azalan 'İstanbul sermayesi'nin artan endişeleri… Tabii bu değişime ayak uydurmakta zorlandığı için sık sık tökezleyen 'gazeteci milleti' de cabası.
Bu iki unsurun değişmesine rağmen, işin esası ise hiç değişmiyor. Sermayedarlar, para kazanmak için değil, başka işlerden para kazanmaları kolaylaşsın, siyasî nüfuzları çoğalsın diye gazete sahibi oluyorlar. Ve söz çok sıfırlı maaşlarına gelir korkusuyla işin esasına dokunmadıkları bütün medya eleştirileri, birer ağlama duvarı olmaktan öte herhangi bir işlev arz etmiyor.
***
Şimdi gelin, bahsettiğim iki unsur değişmeden evvel 'muhalif medya' ne haldeymiş, bakalım:
'Türk basını 2001 yılının haziran ayına Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tartışmalarıyla girdi. Doğan grubu gazeteleri yasanın çıkması için militanca bir çaba sürdürüyordu. Fakat o sırada Milliyet, militanlık yarışında Hürriyet'e toz yutturan bir performans sergiliyordu.
Nihayet tasarının TBMM'de kanunlaşacağı ya da reddedileceği 7 Haziran günü geldi çattı. O sıralarda yayında olan Medyakronik sitesi, gazetenin içinden aldığı bir istihbaratı o gün şu şekilde duyurdu okurlarına:
'Milliyet yönetimi, dün sabah saatlerinde, bugün (7 Haziran) yayımlanacak gazete için kaleme alınan bazı yazılara yasak koyduğunu açıkladı. Mehmet Yılmaz, Sadettin Tantan lehine ve ANAP yönetimi aleyhine yazıları tek tek ayıkladı ve bazı taşra illerine giden gazeteler öyle basıldı. Sabaha karşı (bir rivayete göre RTÜK tasarısının Meclis'te kabulünden sonra) yazıların gazeteye konmasına karar verildi. Yazıları sansürlenen köşe yazarları şunlardı: Hasan Cemal, Melih Aşık, Meral Tamer, Derya Sazak, Meliha Okur...''
Tırnak içindeki satırlar, Alper Görmüş'ün 'Türk basınındaki en büyük yazar sansürü' başlıklı yazısından. Aynı günkü gazetede yazıları sansürlenen beş yazarın hemen hepsi de bugün 'baskı, yıldırma, sansür' feryatlarıyla basın özgürlüğü kahramanlığına soyunanlar. O günlerde ise kendilerinden bu hususta yüksek sesli olanı bırakın, hiçbir itiraz gelmiyor. Beş yazarını birden sansürleyen dönemin yayın yönetmeni Mehmet Yılmaz ise 'yandaş medya' kavramına başvurarak kendini temize çektiğini sanan isimlerin başında geliyor. Ama arşiv orta yerde duruyor.
***
Ya da Milliyet'ten daha çok 'basın özgürlüğü' diye ağlayan Hürriyet, Ak Parti öncesi, 2001 yılında hangi 'işbitirici gazetecilik' örneklerine imza atmış ve bugün 'temiz gazetecilik' edâsıyla 'yandaş basın'a burun kıvıran yazarlarının nasıl da gıkı çıkmamış, hatırlayalım:
'Ertuğrul Özkök 22 Kasım 2001 günü Aydın Doğan'la birlikte Bulgaristan'da başbakanla başbaşa görüşmede, bir gün sonra da Hürriyet'in sürmanşetindeydiler... Orada ne vesileyle bulundukları, haberde şöyle anlatılıyordu:
'(Bulgaristan) Başbakan(ı), 'ülkemize gelecek yabancı yatırımcılara her türlü kolaylığın sağlanması ve vergi indirimi uygulanması için gerekli yasal düzenlemeyi yapıyoruz' diye konuştu. Aydın Doğan da, 'iki komşu ülke arasındaki ticari ilişkilerin artması için her zaman işbirliği yapmaya hazırız. Biz de ülkenizde yatırım yapmak için buraya geldik' dedi.'
Görüşmeyle ilgili olarak Ertuğrul Özkök'ün köşesinde çok daha fazla bilgi vardı. Çerçevenin göbeğinde, Aydın Doğan'ın hediye olarak getirdiği el dokuması bir ipek halının üzerine eğilmiş olarak Doğan, Özkök ve Bulgaristan Başbakanı Saksoburggostki görünüyordu.
Yani 'dükkân açmaya' gidilmişti Bulgaristan'a... Aydın Doğan açısından sorun yoktu tabii ki, neticede o bir işadamıydı. Fakat onun gazetesinin genel yayın yönetmeninin o görüşmede ne işi vardı? İşin daha da korkunç tarafı şuydu ki, o günlerde hiçbir gazeteci bir tuhaflık görmemişti olan bitende...' (Alper Görmüş, 'Lafla 'editoryal bağımsızlık' gemisi yürümez-3'
***
2005'te Şemdinli'deki kitabevini bombalayan 'derin devlet'e suçüstü yapılmışken, Şemdinli'den 'Derin Kürt korkusu!' başlıklı yazılar döşenenlerden,
28 Şubat'a selam durup Ak Parti iktidara gelince demokrat pozlarına bürünenlerden,
Patronu için arkadaşıyla konuşmasını kayda alandan,
Yine patronu için Ankara'da iş takipçiliği yapanlardan,
Velhasıl 'yandaşlığın' kitabını yazanlardan bahsetmek mümkün.
Ancak faili meçhul cinayetler işlenirken,
Gazete ve dergi ofisleri bombalanırken veya basılırken,
Başörtülü kadınlardan gayri müslimlere herkes tektipçi linç politikalarından nasibini alırken,
Karargâh ziyaretleri gazetecilerin rutini haline gelmişken gözlerini kapayıp vazifesini yapanların, bugün 'tek parti diktatörlüğü'ne karşı bayrak açmış olmalarına ikna olmak pek mümkün değil.
Geçen yazıda söylediğimiz gibi:
'Şayet hâlen eşofmanlarla Başbakan ağırlayabildikleri, siyasî iradeyi 'Alo Tayyip'lerle dize getirebildikleri bir düzen sürüyor olsaydı, dünyada Türkiye'den daha gelişmiş bir demokrasi, daha yatırım dostu bir ekonomi ve Ak Parti'den daha temiz bir hükümet olmayacaktı.'
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.