YA DEVLET YA HİÇ
Orhan Miroğlu
09 Ağustos 2012 Perşembe 08:18
Son zamanlarda medyada öne çıkan veya Kürtler adına öne sürülen ve doğrusu nedendir bilinmez, kuvvetle inanmamız istenen bir fikrin tedavülde kalması için sıkı bir kampanya sürdürülüyor ve Türkiye’de Kürtler ve Kürt sorununun çözümü konusunda asıl hedefi Türk halkı olan yepyeni bir algı oluşturulmaya çalışılıyor.
Saf süte maya çalmak gibi, eğer bu maya tutarsa Kürt sorununun demokratik çözümünden, her iki halkın birarada yaşama iradesinden bahsetmek çok geçmeyecek, her iki tarafta da ihanetle bir ve eşdeğer sayılacak.
Nitekim birtakım alametleri de belirmedi değil. Kürt siyasetinin askerî kanadının zaten kendilerine özgü Kürt tanımı var, “Kürtlüğü” tanımlamaya hakları var diye düşünüyorlar.
Ama Kürt siyasetinin sivil kanadı da birbirinden ilginç ve korkutucu ihanet tanımlamaları yapıyor artık.
Mesela deniyor ki, bundan böyle AK Parti’yi destekleyen Kürtler hain olarak görülecektir.
Bu tanımlamanın yapıldığı günlerin fonunda çarpışmalarda ölen ve çoğu yirmi yaşın altında olan Kürt gençlerinin cenaze törenlerinin yürekleri yakan acısı ve yası var..
Fonda AKP’liyken, önce dağa kaçırılan, serbest kaldıktan sonra da BDP’ye törenle kaydı yapılan Kürtler var.
Kürt toplumunun belli bir kesiminin içinde bulunduğu ruh hâlini bazen İsrail’in kuruluş yıllarındaki Yahudi halkın ruh hâline benzetiyorum.
Tabii ki Kürt sorunu Yahudi sorunu kadar kadim bir sorun değil ve Yahudi sorunu gibi çağların ötesinden gelmiyor. Kürt sorunu Yahudi sorunu gibi, en azından binyıllara, çağlara yayılan, bütün dünyayı meşgul etmiş bir sorun ve bugünkü hâliyle de bir devlet kurma sorunu değildir.
Ama her iki sorunun aynı coğrafyada yer aldığını ve Kürt halkının ulusal psikolojiler sözkonusu olduğunda, yavaş yavaş da olsa, Yahudilerin binyıllardan bu yana yaşadığı ulusal psikolojiye benzer bir psikolojinin içine hapsolduğunu görmek de çok zor değil.
Kürtlerin giderek beraber yaşadıkları halkların onlara asla dost olmayacağına inanmaları isteniyor.
Ve yine Kürtlerin; Araplarla, Türklerle ve Farslarla beraber yaşamaya devam ettikçe Kürt ve Kürdistan için bir geleceğin sözkonusu olmayacağına inanmaları isteniyor ve devlet kurmak her derde deva bir çare olarak sunuluyor.
Böyle bir iklimde eğer kendiniz de Kürt iseniz ve meseleye, içeriği bir hayli tartışmalı, bir hayli müphem bir kavram olan “Kürt çıkarları” açısından bakmıyor ve maazallah hele kendinizi, bir de Kürt devletinin kurulması talebi gibi bir talebe ait bir Kürt gibi hissetmiyorsanız yazdığınız her şey, ihanet tanımının içine girebilir ve siz kendinizi 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Yahudi devletine karşı çıkmış bir Yahudi aydını gibi hissetmeye başlarsınız.
Çok tehlikeli seyreden bir tarihî kavşağın içinde sanki ulusal kimliğinize değil de başka insani değerlere, demokratik ve barışçıl amaçlara ait olduğunuzu hissetmek, bunu her fırsatta ortaya koymak, ulusunuza karşı işlediğiniz bir suç bir ihanet olarak görülebilir ki, birçok Kürt aydınının ve siyasetçinin bugün bu duygular içinde olduğunu tahmin etmek zor değil.
Bu duyguların bir aydının ruhunda yarattığı kuşatılmışlık ve yalnızlık sarmalını anlamayan, böyle bir duyguyu hayatında hiç tanımamış ve tatmamış olanlar, yarın gelişebilecek felaketlerin acısını ve bedelini de muhtemelen başkalarıyla paylaşmayacak ve köşe bucak kaçacak olanların, ve her vakit olduğu gibi, ortalık kan revanken işine gücüne bakacak olanların Leyla Zana’nın çırpınışlarını, anlamaları nasıl mümkün olabilir ki?
Böylelerine, yüz binlerce insanın hayatını kaybedeceği ve her şeye, yok etme duygusunun hâkim olacağı felaket dönemleri bile kâr etmez, onlar sırça fanuslarında yaşamaya devam eder dururlar.
Dün de böyle olmadı mı?
PKK’nin şiddetine hâlâ büyük bir toleransla yaklaşanların, bu şiddete toz kondurmayanların, şiddete karşı çıkan Kürt aydınlarını işe yaramaz kimseler olarak gösterenlerin, Kuzey Irak’ta “piyasa” oluşunca peşmergelerden bile daha önce gidip payını tahsil edenlerin, Kürdistan’dan diyet talep edenlerin, bugün de “PKKperver” hâle gelmeleri boşuna değildir.
Bu savaşta ölenler yoksul Kürt ve Türk çocuklarıydı.
Bedeli her iki halkın yoksulları ödedi, bugün de durum budur.
Ama bu savaşta hiçbir medya patronunun ve köşe yazarının çocuğu da ölmedi.
Bu otuz yıldır devam eden savaş yıllarında, bir “Türk Amos Oz’u” olmayı istemiş bir tek yazarı yoktur Türk aydınlarının.
Ama bir zamanlar değil PKK’ye hak vermek, “galiba bu Kürtlerin de biraz hakkı var” bile diyememiş kimseler, bakıyorsunuz, savaş çığırtkanlığı yapıyorlar. Üstelik acemice de değil, çok profesyonelce yapıyorlar.
Kürt sorununun özellikle Suriye’deki yeni gelişmelerle ortaya çıkan bir mecraya akmasını istismar ediyor, gerçekleri çarpıtıyor ve hâlihazırda Kürt siyasi partilerinin tutumu, dört farklı ülkede farklı siyasi süreçler içinde bulunan Kürt toplumunun eğilimlerini, çıkarları arasındaki benzemezlikleri yok sayarak bir çeşit Pan-Kürdizm algısı oluşturmaya çalışıyorlar.
Türkleri Kürdistan’la korkutuyor, Kürtlere de hadi bakalım, Leyla’ya şuna buna inanmayın, zaman Kürdistan’ı kurmanın zamanıdır diyorlar..
Bu adamları teşhir etmeden, maskelerini indirmeden, Kürt sorununda doğru algılar yaratmadan, kardeş katlini durdurmak mümkün olmayacak.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.