VER İNCİRLİK ÜSSÜ’NÜ AL GÜVENLİ BÖLGEYİ VE ÖTESİ…!
Sinan Çiftyürek
27 Temmuz 2015 Pazartesi 17:55
ABD ile Türkiye Anlaşması: Ver İncirlik Üssü’nü al Güvenli Bölgeyi ve ötesi…!
10-07-2015 tarihli kısa yazımda; “Kürtler, Rojavalılar Dikkat; Türkiye İncirlik’te ABD ile Anlaştı!” başlığı altında şunlara dikkat çekmiştim;
“ABD ile Türkiye arasında epey bir süreden beri İncirlik Üssü’nün Suriye’de IŞİD’e karşı operasyonlarda kullanıma açılması için görüşmeler yapılıyordu. Derken ABD’nin Türk devletiyle anlaştıkları basına yansıdı. ABD, IŞİD’e karşı İncirlik Üssü’nü kullanmada Türkiye ile anlaştığına göre karşılığında da bir şeyler illaki Türkiye’ye vermiştir. Evet, ABD İncirlik Üssü’nü kullanma karşılığında Türk devletine ne verdi? Bu sorunun yanıtı önemlidir. Türk devleti, İncirlik Üssü’nü insani amaçlarla ya da hayrına vermediğine göre karşılığında ne aldı? Devletlerarası her uzlaşma, güçler dengesine göre çıkarların az çok uzlaşmasıdır. Kürtler, Rojavalılar; ABD ile Türk devleti arasındaki bu al-veri özel olarak dikkatle izleyin! Türkiye ABD’ye üssü verdi de karşılığında ne/neler aldı?”
ABD ile Türkiye’nin, Suriye ve bölgeye dönük nihayet anlaştıkları görülüyor. Bu anlaşmada neyin alınıp verildiği merak konusuydu. Şimdi anlaşılıyor ki “Ver İncirlik Üssü’nü al Güvenli Bölgeyi” olarak özetlenebilir; ama mesele İncirlik ve Güvenli Bölge ile de sınırlı değil!
Anlaşmanın yapılmasında neler etkili oldu?
ABD ile Türkiye’nin son yıllarda İsrail, Suriye, Mısır başta olmak üzere bölgeye dönük farklı politikalar izledikleri biliniyordu. Farklı siyasetlerin izlenmesi ABD’yi özellikle Türk devletini zora sokuyordu. Küresel, bölgesel gelişmeler özellikle de Ukrayna-Afganistan-Mısır üçgeninde yaşananlar her ikisini daha çok da Türkiye’yi yeniden anlaşmaya zorluyordu. Daha somutta:
Birincisi; kanaatimce ABD liderliğindeki Batı’nın İran ile anlaşarak, İran’ın (Şii ekseninin) küresel kapitalizme entegre edilmesinin önünün açılmasıyla; hem ABD emperyalizminin bölgede ki elinin güçlenmesi hem de İran’ın bölge siyaset denklemindeki yerinin daha da güçlenecek olması, Türkiye’yi anlaşmaya yönlendiren en önemli faktör oldu. Çünkü İran, ABD ile uzlaşıp Suriye, Irak, Yemen ve IŞİD gibi bölgesel sorunların çözülmesinde Batının ittifak yapılacağı bir aktör haline gelirken, Türkiye bölge siyasetinde “yalnızlaşıyorum” ya da Batı nezdinde ki “ağırlığım zayıflıyor” kaygısını taşımaya başladı. Öyle ya İran, ilişkilerini pekiştirerek bölgede Batı’nın önemli bir müttefiki haline gelirken, yılların Batı müttefiki ve üstelik NATO üyesi Türkiye’nin ABD başta olmak üzere Batı ile bölge siyasetinde pratikte farklı yürümesi artık sürdürülebilir değildi ve nihayet adım attılar.
İkincisi; dolayısıyla İran ile Batı bloğunun anlaştığı siyasal koşullarda, Türkiye’nin İsrail ve Mısır gibi ülkelerle mevcut sorunlu ilişkileri de artık devam edemezdi ki bu iki devletle de Türkiye’nin uzlaştığı, uzlaşacağı haberleri bir süredir basına sızıyor. Şayet AKP ile CHP koalisyon hükümeti kurulursa, bir süreden beri dış politikada vites değiştirmek isteyen fakat bu vites değişikliğini yapamayan AKP için altın fırsat doğmuş olur. AKP-CHP koalisyonu kurulursa AKP kamuoyuna dönüp “bakın artık İsrail, Mısır, Suriye … politikamızı değiştirmek zorundayız; çünkü tek başına iktidar değiliz koalisyon ortağımız var” diyerek zaten bir süredir değişme sinyallerini verdiği dış politikayı değiştirme imkânını yakalamış olur.
Üçüncüsü; Türk devleti uzun süreden beri ABD ve Batı’ya, “Halep merkezli yeni bir göç dalgasıyla yüzleşirsem sınırın öte yakasında Güvenli bölge oluşturmak zorundayım” diyordu. Bu gerekçesine son günlerde esas “tehlike olarak gördüğü şu gelişme de eklendi: Tıl Abyad’ın IŞİD’ten geri alınması ve Cizire ile Kobanê’nin karasal bağlantısının kurulmasıyla gözler Kobanê ile Afrin kara bağlantısının ne zaman kurulacağına çevrilince; Türkiye “eğer Carablus, Azez kentleri Kürtlerin eline geçip Kobanê ile Afrin arasında kara bağlantısı kurulursa” veya “sınırın ötesinden gelenlerin gerçekleştirdiği Suruç benzeri katliamlar sürerse… sınırın öte yakasında tampon alan oluşturacağım” söylemini daha kararlı dile getirmekle kalmadı sınırın iki yakasında fiili hazırlıklara da girişti. Özellikle Suruç katliamı ve Ceylanpınar’da polise yönelik eylem benzeri gelişmeleri de iç ve dış kamuoyunu oluşturma aracı olarak kullanıyor, kullanacak!
Dördüncüsü ve önemlisi; Kürt meselesinin hızla Kürdistan meselesine doğru büyüdüğü; Güney Kürdistan’ın bağımsızlık yolunda ilerlediği; Rojava’nın adı ne olursa olsun coğrafik statü elde etmede mesafe kat ettiği; Tıl Abyad’ın IŞİD’ten geri alınmasıyla Kobanê ile Qamışlo’nun karasal bağlantısının sağlandığı ve gözlerin Kobanê ile Afrin’nin bağlantısının sağlanmasına çevrildiği; ABD liderliğindeki Batı koalisyonunun IŞİD’e karşı savaşta, Güney Kürdistan’da Peşmerge’yi, Rojava’da ise YPG’yi desteklediği ve bunların toplamında Türk devletinin Güney ile Güneydoğu sınırlarının Kürdistan haritası ile çevrildiği… koşullarda; Türk devleti “ya Batı’ya rağmen ya da Batı ile birlikte” şeklinde geldiği yol ayrımında bir kez daha “Batı ile birlikte dedi” veya dedirtildi. Bu koşullarda, Türk hükümeti gerek Suruç katliamını gerekse Ceylanpınar gibi olayları kullanarak ve ayrıca ABD ile vardığı anlaşmadan da güç alarak içerde ve sınır ötesinde operasyonlara girişti.
Anlaşma neleri içeriyor?
Türkiye ile ABD, 7 -8 Temmuz’da Ankara’da İncirlik Üssü’nün IŞİD’e karşı kullanımı konusunda bir çerçeve anlaşmasına vardılar; fakat üs meselesinde anlaşma hem İncirlik ile sınırlı olmayıp başka üslerin kullanımını içeriyor hem ayrıca anlaşmanın üslerin kullanımının ötesinde başka boyutlarının da olduğu şimdi daha iyi görülmekte. Basına yansıyan anlaşmanın içeriği;
*“Türkiye-Suriye sınırının Mare-Cerablus arasındaki 90 km’lik alan uçuşa yasak güvenli bölge ilan edilecek.
*Hâlihazırda ÖSO ve kısmen IŞİD’in bulunduğu bölgede yasaklı alanın derinliği 40-50 km olarak düşünülüyor. Özellikle Türkiye’ye yeni bir göç dalgasını tetikleme kapasitesine sahip bu bölgenin tamamen IŞİD, El Nusra gibi radikal dinci örgütlerin eline geçmesine izin verilmeyecek.
*Bu bölgenin havadan güvenliğini (taarruz ve keşif dahil) ‘gerekli görüldüğünde’ ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin savaş uçakları sağlayacak. Yine ‘gerekli görüldüğünde’ Türk savaş uçakları da benzer görevi üstlenebilecek.
*Bunun için ‘gerekli görüldüğünde’ silah, bomba ve füze yüklü ABD ve koalisyon güçleri uçakları İncirlik Üssü ile Türkiye Hava Sahası’nı kullanabilecekler.
*Güvenli bölgenin sağlanmasında ‘gerekli görüldüğü’nde Türkiye, topçu birlikleriyle destek verebilecek.
*Üssün kullanımı Türk Hava Kuvvetleri ile koordine edilecek. Güvenli bölge ilânından sonra rejime ait hava unsurlarının burada uçmasına izin verilmeyecek.
*Mutabakat doğrudan Suriyeli Kürtlerin PYD’sini hedef almıyor. Ancak PYD güçlerinin bölgenin güvenliğini ve Türkiye sınırını tehdit edici ve tehlikeye düşürecek tutum takınması (örneğin demografik yapıyı bozacak zorlayıcı tutum) halinde gereken müdahale yapılabilecek.
*İncirlik’e muharip kara gücü gelmesi söz konusu değil. Ancak ABD ve koalisyon uçaklarının oluşabilecek teknik ihtiyaçlarını gidermek için üste mevcut teknik askeri uzmanlara ek olarak 40-50 kişilik askeri teknik heyet gelebilir.
*ABD ve koalisyon güçleri uçakları acil durumlarda İncirlik dışında bölgedeki Batman, Diyarbakır ve Malatya-Erhaç gibi üsleri de kullanabilecek” deniliyor. Elbette bunlar Türk basınının yansıttıkları olup manipülasyona açıktırlar.
Yasaklı bölge ya da hedeflenen Güvenli Bölge, IŞİD ve ÖSO denetimindeki Mare-Cerablus arasındaki bölge olarak belirlenmesi, Kürtleri hedef almadığı sanılabilir fakat aksine hedef Kürtlerdir. Çünkü anılan 90 km uzunluğundaki alan Kobanê ile Afrin’i birleştirecek olan kara bağlantısını içeriyor ki Türk devletinin tam da hedeflediği alandır. Bu alanı denetlemekle hem Rojava’nın coğrafik birliği hem de son dönemde çokça tartışılan ve Türk devletinin tüylerini diken diken eden Kürtlerin Akdeniz koridorunu oluşturmaları engellenmiş olunacak.
Bu bölgenin “havadan güvenliği” ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin savaş uçaklarınca sağlanacak ama “gerekli görüldüğünde Türk savaş uçakları da benzer görevi üstlenebilecek” denildi mi Türk ordusu her an durumdan vazife çıkartmaya hazır demektir!
Yine “Güvenli bölgenin sağlanmasında ‘gerekli görüldüğü’nde Türkiye, topçu birlikleriyle destek verebilecek” denildi mi o zaman Rojava’nın coğrafik birliğini unutun! Bunlar denildikten sonra ve üstüne üstlük, “PYD güçlerinin bölgenin güvenliğini ve Türkiye sınırını tehdit edici ve tehlikeye düşürecek tutum takınması (örneğin demografik yapıyı bozacak zorlayıcı tutum) halinde gereken müdahale yapılabilecek” deniyorsa o zaman istediğin kadar “Mutabakat doğrudan Suriyeli Kürtlerin PYD’sini hedef almıyor” diye belirtin! Hikaye demek! Çünkü Türk devletine havadan ve hatta topçu birlikleriyle karadan Afrin ile Kobanê arasındaki bölgeyi vurma hakkı tanımışsan gerisi teferruattır!
Elbette Türk devletinin ABD’yle işbirliğinde birden fazla amacı bulunuyor ama bunların başında Kürtlere içerde ve sınır ötesinde müdahale ettiğinde ABD liderliğindeki Batı’yı en azından pasif tepki verme noktasına çekmeyi hedeflediği ve de bu hedefine ulaşmada başarılı olacağı da görülüyor.
Anlaşmanın Kürt/Kürdistan’a yansımalarına bakıldığında, şunlar görülür:
*Türkiye iki yılı aşkındır IŞİD’e verdiği lojistik destek ve iyi komşuluk ilişkilerine son verip pozisyon değiştiriyorsa; bölge siyasetinde koalisyon güçleriyle ortak harekette “artık daha aktif” davranacaksa, demek ki ABD liderliğindeki Batılı müttefikleri de PYD/YPG’ye askeri yardım etmede daha temkinli hareket edecekler. Çünkü Türk devletinin gerçekte IŞİD’e karşı Batı koalisyonunun aktif unsuru haline gelmesi, Batının Kürtlere özelde de YPG’ye yapacağı askeri yardımı ciddi baskılayabilir.
*ABD liderliğindeki Batı, Kürdistan’ın Güney parçasıyla bölgesel, küresel denklemde ilişkilenirken ve Rojava ile de yine daha çok Güney üzerinden ilişkilenirken, Doğu ve Kuzey Kürdistan’ı ise “ilişkilenirsek İran ile Türkiye’yi bize karşı ortaklaşmaya itebiliriz” korkusuyla zaten kıyıda bekletiliyorlardı.
Son anlaşmadan hareketle şunu belirtebiliriz; Türk devletinin Batı koalisyonuna fiilen de (resmen zaten bir bileşeniydi) katılmasıyla birlikte Batı bloğunun şimdilik Kuzeye dönük antenlerini kapatacağını söyleyebiliriz. Seçimlerde HDP’ye gösterilen ilgi ve desteğin bile en azından sınırlandırılacağı söylenebilir ki Kandil’e yönelik hava saldırıları ile süren iç operasyonlarda Batı’nın hâlihazırda sözü edilir tepki vermemiş olması da düşündürücü!
Her ne kadar ABD Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mcgurk, “PKK’ye yapılan hava saldırısıyla Washington –Ankara arasında IŞİD karşıtı mücadele konusunda varılan anlaşma arasında bir bağlantı bulunmadığını” söylese de devamında “PKK’nın Türkiye’deki terör saldırılarını şiddetle kınıyoruz. Türkiye’nin kendini savunma hakkına tamamen saygı duyarız” demesi Türk devleti için çok şeyi ifade ediyor.
Ya Doğu Kürdistan? Tam da Doğu Kürdistan’da, İran ajanları elinden kaçıp otel balkonundan atlayıp yaşamını yitiren genç kızımızın katledilişinin üzerinden rejime karşı kitlesel başkaldırılar gerçekleşmişken ve tam da küresel güçler, KDP-İran Sekreteri Mutafa Hicri’yi dışişleri düzeyinde karşılamışken, İran’ın şeytani bir manevra yaparak 5+1 ile anlaşması Doğu Kürdistan’ın da şimdilik kıyıda bekletileceğinin ilk işaretlerini taşıyor!
Rojava’ya gelince, Türk devletinin yakın vadede acilen sonuç almak istediği parça olarak görülüyor. Güney ile Batı (Rojava) Kürdistan parçalarının örtüşen geleceklerinin askeri ve siyasi yansımalarının güçlendiği, Irak ve Suriye’nin muhtemel parçalanmaları durumunda iki Kürdistan parçalarının geleceklerinin kaçınılmaz erken örtüşmeleri “tehlikesinin” Kobanê, ardından Tıl Abyad’ın düşmesiyle güçlendiği ve Kobanê ile Afrin kara bağlantısını sağlayacak olan Carablus ve Azez kentlerinin düşürülme hedefinin Batı koalisyonu desteğiyle güncelleşmesi ile birlikte uykuları kaçan Türkiye uzun süredir ABD ile sürdürdüğü görüşmeleri sonuçlandırdı.
Böylece ABD ile Türkiye anlaşmasının Kürtlere dönük sonuçlarının hissedileceği parça Kuzey ve bir adım geriden Rojava olacağı çünkü Türk devletinin “Güvenli bölgeyi” az çok koparttığı görülüyor. Zira Afrin ile Kobanê karasal bağlantısının engellenmesi, Rojava’nın coğrafik bütünlüğüne ciddi bir darbe olacaktır.
*Türkiye’nin, Kürdistan somutta Rojava odaklı olarak asıl hedef Güvenli Bölgeyi oluşturmak ise (ki en önemli hedefi buydu) bunu elde ettiği söylenebilir. Ankara bir nevi kırmızı çizgisini Fırat’ın batısına yani Kobanê ile Afrin arasındaki karasal birliğin sağlanmasını engellemek olarak belirlemiş ki bu konuda ABD desteğini de aldığı görülüyor. Bunlara rağmen “ABD’nin bu kadar yatırım yaptığı ve ihtiyaç duyduğu Suriye Kürtlerini bir anda denklemden çıkartacağını öngörmek doğru olmaz” ve en azından ABD “bu çelişkili durumu, Ankara ve PYD’yi orta yolda buluşturmaya çalışarak çözmeye çalışacaktır” demek iyimser tespit. (Verda Özer Operasyon Hakkında Her Şey yazısından) Bu çerçevede Türk devleti Mare-Cerablus arasındaki 90 km’lik alanı IŞİD ile El Nüsra kontrolünden almaya çalışırken YPG “yardımına ihtiyaç duyabilir” demek de gerçekçi görülmüyor ve zaten Türk devleti IŞİD hedeflerini vururken esas içerde ve sınır ötesinde Kürtleri hedef alması da bunun kanıtı.
*İç siyasette ise Türk devleti, “çözüm sürecine mola veriyorum. Sizde düşünün biz de bir daha düşünelim” der havasında. AKP hükümeti, barışçıl siyasal iklimin Kürt siyasetine özellikle seçimlerde HDP’ye yaradığından hareketle süreci bitirmek istiyor. İstiyor demek de durumu ifade etmiyor artık çünkü iç ve sınır ötesi operasyonlarla da bitirdi denilebilir. Zaten dış basın da Kandil’e yönelik TSK operasyonu üzerine “Barış süreci sekteye uğradı” “Türkiye ateşkesi bitirdi” şeklinde duyurdu. Dolayısıyla dışarıda ve içerde IŞİD’e operasyon yaparken aynı süreçte esas PKK ve diğer kimi yapılara “torba yasası” misali operasyon yapması da dikkat çekicidir.
Sonuç olarak; süreç oldukça karmaşık her an yeni gelişmeler ve güç dengelerinde kaymalar yaşanabilir yanı tam Ortadoğu!
Su koşullarda Türk rejimi içerde ve dışarıda savaş politikalarına dönüyor olması tehlikelidir; çözümsüzlüğü derinleştirecektir. Çözümü savaş politikalarına dönüşte aramak yerine, içerde çözüm sürecini yeniden geliştirmek ve sınır ötesinde Rojava da Kürt siyasetiyle dostça ilişkilenmede aramalıdır. Ama içerde çözüm süreci yeniden geliştirilirken bu kez önceki paketler gibi Kürt, Kürdistan meselesinin sonuçlarına değil kendisinin çözümüne odaklanmalıdır. Yoksa bir kez daha boşa kürek sallanmış olunacak.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.