VAHŞET, ÜNSİYET, MEDENİYET
Mücahit Bilici-
20 Temmuz 2013 Cumartesi 08:39
Son dönemde medeniyet kavramı çokça tartışılır oldu. Ben de bugün “medeniyet”in kısa bir kavramsal tarihini yazmak istedim. Medeniyetin barbar geçmişi vahşet, yakın tarihi ise ünsiyettir.
Vahşet
Vahşetin iki anlamı vardır: (1) yalnızlık, (2) cebir. Gündelik tahayyülde çoğunlukla bu ikincisi akla gelir: gayrıinsanilik ve zulüm boyutu ön plandadır. Hâlbuki vahşetin yalnızlıkla ilişkisi çok daha belirleyicidir. Cebir, yalnız olanın yaptığıdır. Herşey haktır çünkü. Henüz hukuk yoktur. Yalnızsan cebbarsın. Vahşet, yalnız olanın yabancı eşyayla karşılaşmasıdır. Eşyayı istimal cebirdir fakat acıtmaz, haktır. Vahşette cebir zarurettir ve adalettir. Fakat medeniyette cebir keyfidir ve zulümdür. Peki, arada ne fark var? Medeniyette muhatap bir insandır, eşya değil. İstimal veya icbar değil ancak rica (dua) ve ikna edilebilir.
Ünsiyet
Vahşetteki insanın kendini içinde bulduğu eşya ortamını tanımaya (bir sahibe atfetmeye bu kendisi de olabilir) başlamasıdır. Ünsiyet, yakınlık ve aşinalık geliştirmektir. Nötr ve yabancı olan eşyanın yerli yerine oturması (sahibinin eline geçmesi) sürecine ünsiyet diyoruz. Ünsiyette adalet vardır, ferahlık verir. Usta olmak için enis olmak şarttır.
Medeniyet
Vahşetin zıddı olan medeniyetin de iki anlamı var: (1) yalnız olmamak, (2) rıza.
Popüler çağrışımlarıyla bilinen uygarlık ve şehirlilik gibi anlamlar hep medeniyetin birinci anlamının türevleridir. Medeniyetin belirleyici ögesi yalnız olmama hâli ve bu “huzur” hâlinin rızaya dayalı olmasıdır. Yani medeniyet, zorlanmadıkları hâlde birarada bulunan insanların birbirlerine maruz kalma hâlini ifade ediyor. Medeniyete yolculuk bu yüzden yalnızlıktan ve vahşetten başlıyor.
Vahşetten medeniyete
Alat olan eşya denizine girmek vahşet, o denizi geçmek ünsiyet, o denizi geçip sahiline çıkmak, yani bir “muhatap” ile karşılaşmak ise medeniyettir. Bir insanı vahşetten çıkarıp medeniyete sokan şey ikinci bir şahsın (muhatap) var olmasıdır. Şimdiye kadar dile ve konuşmaya ihtiyaç duymayan insan ilk kez insaniyetinin en temel özelliği olan natıkiyete yani ‘konuşma’ya girer. Vahşette hitap yoktur. Çünkü muhatap yoktur. Medeniyette ise muhatap var olduğu için hitap doğar. Eğer insan muhatabı muhatap almaz ve tanımazsa vahşette kalmaya devam eder. Mesela savaşta taraflar muhatabı tanımamayı (sözle rıza tahsil edilemediği için) seçtikleri için vahşete avdet ederler. Savaş cebirdir. Odun kesmekle savaşta adam öldürmek arasında bir fark yoktur. İkisi de vahşette haktır. Medeniyette ise odunun kendisi muhatap olmadığı için kesilmesi hak olmaya devam eder o da ancak sahibinin rızası ile. İnsan ise vahşetin aksine medeniyette muhatap hâline geldiği için kesilemez, onunla konuşulur. Medeniyette hitap vardır. Davet edilir, rızasıyla kendisini feda veya teslim etmesi istenebilir. Bu şekilde öldürülmesi haktır ve adalettir.
Vahşet insanı başkalarının tesir ve tahakkümünden azad eder. Vahşet, yeri geldiğinde bir menfi hürriyettir. Hodseraneliği netice verir. Seni bağlayan zincirleri kırarken, seni besleyen bağları da kopartır.
Medeniyet ise müspet bir hürriyettir. Medeniyette insanın hem hürriyeti hem de suiistimal durumunda esareti katlanarak genişler. Esir olanın vahşeti onun hürriyetidir.
Bediüzzaman’ın sürgünde “Çam Dağında, yüksek bir tepede, büyük bir çam ağacının tepesinde” iken yazdığı bir mektubunda söylediği “insten tevahhuş ve vuhuşa ünsiyet ettim” sözü bana hep çok poetik gelmiştir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.