‘UZAK MESAFE MİLLİYETÇİLİĞİ’ VE KÜRT AYDINLARI
Orhan Miroğlu
08 Eylül 2011 Perşembe 08:59
Diaspora Kürtleri ve aydınları üstüne şimdiye kadar çok az şey söylendi ve çok az şey yazıldı.
Oysa gelişmekte olan yeni uluslararası şartlar, diasporadaki Kürt nüfusun ve Kürt aydınlarının önümüzdeki yıllarda siyasi ve kültürel manada daha fazla söz sahibi olacağı bir döneme işaret ediyor.
Sanıldığının aksine, Kürt diasporası sadece PKK’nin etkilediği ve yönlendirdiği bir nüfus ve aydınlardan ibaret değil. Kürt diasporası ve yurtdışında yaşayan Kürt aydınları demek, bir bakıma, 12 Eylül’den sonra Türkiye’de demokratik mecrada gelişen PKK dışı Kürt siyasi hareketinin bakiyesinden geriye kalan miras demek.
Benedict Andersen, küreselleşme çağının belirgin bir sonucu olarak ortaya çıkan ve adına “uzak mesafe milliyetçiliği” dediği bir tür yeni milliyetçilikten söz eder..
Bu yeni milliyetçilik türü, belli bir coğrafyada yer alan anavatana göre belirlenen yerleşik bir milliyetçilik değil.
Andersen, “Artık en ateşli Sih milliyetçilerinin kimileri Avustralyalı, Hırvat milliyetçileri Kanadalı, Cezayir milliyetçileri Fransız ve Çin milliyetçileri de Amerikalı olabiliyor” diyerek, bu analiziyle, diasporada yaşayan çeşitli milletlerden aydınların milliyetçilik tutumunu tartışmaya olanak sağlıyor.
Savundukları milliyetçiliğin doğduğu ve beslendiği anavatanda yaşamayan, yaşamaya da pek niyetli görünmeyen “uzak mesafe milliyetçileri”, vatandaşı oldukları ülkelerin yüksek demokratik standartlarından faydalanıyorlar ve “internet, elektronik bankacılık ve ucuz uluslararası yolculuk” (BA) gibi olanaklara sahipler.
Andersen’e göre bu durum, “Küreselleşme denen sürecin başlıca ironik olan sonuçlarından biridir ve Asya ile Avrupa milliyetçilikleri arasında herhangi bir keskin ve apaçık farklılığın geçerlilik taşımadığına inanmamız için hâlâ geçerli bir nedendir”.
Diasporadaki Kürt aydınlarının önemli bir kısmı, aktif birer “uzak mesafe milliyetçisidir”. Benimsedikleri milliyetçi anlayış, bütün diaspora milliyetçilikleri gibi, anavatan topraklarında yaşanan türüne göre, daha radikaldir.
Konuşurken, yazarken, eylem yaparken “Kürdice” davranmak, “Kürdice” hareket etmek, bu aydınlarımızın yegâne düsturu gibidir.
İran, Türkiye, Irak ve Suriye’den gelip Avrupa’ya yerleşen Kürt aydınları arasında kuşkusuz belirgin farklar bulunuyor.
Ortak noktaları ise, siyasi faaliyetlerini başlangıçta, genellikle Kürt siyasi partilerine ve hareketlerine karşı belli bir sorumlulukla sürdürmüş olmalarıdır. İran, Suriye ve Iraklı Kürt aydınları hakkında söz söyleyecek durumda değilim. Tanıdığım bazı şahsiyetler var tabii, onlardan, ileriki yazılarda söz edeceğim.
Ama Türkiye’den, 12 Mart, ve sonrasında da 12 Eylül’de, ağırlıklı olarak siyasi sebeplerle Avrupa’ya gitmek zorunda kalan Kürt aydınlarıyla bağlarım pek kopmadı. Çalışmalarını mümkün olduğu kadar takip etmeye, genellikle anılara dayanan yazılarını ve kitaplarını okumaya çalıştım.
Kürt aydınları yaban ellerde, zor günler yaşadılar ve siyasi olarak ayakta kalma çabası verdiler; bu siyasi çabalar sonuç vermeyince, bazıları köşelerine çekilip, Kürt dili ve edebiyatı araştırmalarına yöneldi. Aralarında öyle isimler var ki, Türkiye’ den ayrıldıklarında belki de Türkiye’nin ilk üç-beş entelektüeli, yazarı arasına girecek kadar üretken ve yetkin insanlardı. Avrupa’da, kendi anavatanlarında faşizm hüküm sürdüğü için mağdur olmuş, ama faşizme teslim olmamış siyasiler olarak karşılandılar ve saygı gördüler.
Ama ne bu siyasi kimliklerini doğru dürüst koruyabildiler, ne de bu kimliği zenginleştirebilecek, yeni siyasi ve sosyal karşılaşmaların yaşandığı, entelektüel ve kültürel alanlara nüfus edebildiler. Avrupa’nın siyasi ve entelektüel hayatının içinde hiç yoktular. Bazı istisna isimler dışında, Avrupa’da yayımlanan gazetelerde, dergilerde adlarına rastlamak pek mümkün olmadı.
Oysa, içinden geldikleri ülke, Avrupa’yı fazlaca ilgilendirmeyen herhangi bir üçüncü dünya ülkesi değil, Avrupa’yla iki yüzyıla yakın bir süre, modernleşme münasebetleri sürdürmüş bir ülkeydi. Dahası siyasi olarak temsilcisi oldukları Kürt sorunu, doksanlı yıllara gelindiğinde, AB’nin iç sorunu olarak tartışılıyordu. Yani üstüne söz söylenecek geniş bir alan söz konusuydu. Ama söz söylemek o kadar kolay değildi, çünkü bu aydınların en başta dil sorunu vardı. Ve bu sorunu gidermek için ciddi bir çaba içinde görünmüyorlardı.
Yanı sıra, Kürt aydınları, ne yazık ki, bağımsız entelektüel faaliyetlerin içinde değildiler. Kürt aydınları Avrupa’da; bir hayli eski kuruluş tarihlerine rağmen, hâlâ ‘kurucu başkanla’ yola devam eden, içinden ikinci bir adam çıkmayan, birtakım proje alışverişleri bağlamında ve sadece devletlerin muhatabı olmayı başarmış birtakım kurumların ve birtakım internet sitelerinin ve sokaklarda aralıksız devam edip duran kitle eylemlerinin içine hapsoldular.
Bir Avrupa kimliği edinmek, bu kimliğin güvenli şemsiyesi altına girmek yegâne amaçları oldu. Kınanacak bir amaç değil bu elbette. Tersine son derece insani bir talep ve hak. Ama Avrupalı kimliğini, başa gelebilecek kötülüklerden insanı korumaya yarayacak bir sigorta olarak cepte taşımak, lakin o kimliğin sunduğu sınırsız entelektüel ortamın olanaklarına gözü kapalı bir yaşam sürmek herhalde doğru bir aydın tutumu değildir.
Avrupa’da yeni bir kuşak yetişiyor kuşkusuz. Üniversitede eğitim almış, birkaç dil bilen, entegrasyon sorunu olmayan, Kürt edebiyatı ve dili üstüne araştırmalar yapan, eserler kaleme alan yeni bir kuşak bu. Ama bu manzara, eski kuşak Kürt aydınlarını hatırlamaya hiç engel değil. Konuya devam edeceğim.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.