26 Aralık 2024
  • İstanbul12°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara9°C
  • İzmir14°C
  • Berlin5°C

UYKU VE RÜYA…

Ersin Tek

02 Ekim 2010 Cumartesi 20:55

‘‘Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda(bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.’’(Zümer/42)

Uyku ve ölüm…

Uykunun içindeki ölüm… Uykunun kendisi bile, ölümün bir basamağı iken; nasıl bir ölümdür bu ölüm? Allah u Ekber!

Ölüm an’ına tutulan ruhun inleyişleri olmalı bunlar…

Ecelin uzak kıyılarına savrulmuşuz. Karar, ezelden verilmiş. Oyalanmak nafile. Nisyana güvenmek boşuna… Ölümün pençeleri arasında sıkışmış kaderimiz. Yaşam ağacın yaprakları sararıyor ve uyku, ölümün habercisi… Kendini hazırla. Acele et, çaba göster, çok uzun bir yolculuğa çıkacaksın. Hazırlığını yap...

Uyku ile gireceğiz görkemli o ülkeye; tüm pisliklerden ve günahlardan arınarak…

Neyin çetelesini tutuyoruz? Hangi can’ın hesabını yapamıyoruz…

Can, dilsiz ve çaresiz bir feryadı figana tutulmuş. Neyi anlatmak istiyoruz ki? Bir sonrakinin yasını tutarken, bir öncekine tutuluveriyoruz aniden, acı veriyor her şey. Çetelesi kayıp olan uyanıklığın sonrası yok. Niye anlamıyoruz? Yaşamanın sonundayız artık.

Uyku, bir sonraki güne uyumaktır. Bugün güneş/can batarken, farkına vardığın uyanmışlığın acısını çekmemek için, yasına uyumaktır belki.

Ağıtın kısa sürüyor, anlıyor musun?

Uyku ise, gün boyu sürüyor. Sırtında taşıdığın; uykunun kanatları…

Sadece peygamber ve sahabe, uyumamak için uyanık kaldı. Sabah namazından sonra gündemlerindeki soru şu idi: ‘‘Nasıl uyandınız?’’

Kendine sor da, göreyim seni?

Peygamber, sahabeye ikinci soru olarak: ‘‘Nasıl bir rüya gördünüz?’’ Yani ‘rüyanızda ne gördünüz’, diye soruyormuş.

İnsanı, gördükleri yaşatır. Gördüklerin de yaşattıklarındır belki. Gördüğün şey, seni acıktırmalıdır. Yoksa uyanık kalamazsın.

O halde, insan hangi rüyayı görür? Ya da hangi rüyayı görmelidir?

Cevap; Allah’ın rüyası… 

Öncekiler, bu âleme bir rüya deyiverdi ve sonra göçüverdiler bir başka âleme/rüyaya. 

O zaman; gördüğün rüya, seni diri ve uyanık tutan bir şey olmalıydı. Seni sana bırakmayacak kadar görünebilir olmalıydı, aynı zamanda. 

Neyin rüyasında olman gerektiğini unutma asla! Yoksa bir kâbusa uyanacaksın…

İnsan ne ile yaşar? 

Kötüler için, belki de içinde kötülük olan iyiler için sormalı bu soruyu. Oysa sen, ne kötü, ne de iyisindir. Araf da kalmışsın, o kadar. Dudakların, yalnızlığın vuslatını sayıklamayı unutmuş. Uykunun içinden hiç geçmemişsindir, çünkü. Sayıklamayı öğrenmelisin sil baştan. 

İnsanı ne yaşatır? 

Cevabı; derin bir uykudur. Uykunun derinliğidir ya da. Uyku ile yaşar insan. Çünkü uyku âlemi, hakikat âlemine daha yakın. Hakikat ile yaşadığın zaman, yaşamış olursun. Yaşam, hakikatin gölgesi… Uyku, gölgenin hakikati… Uykuda değilsen, yaşamamış, yaşamayacak olursun… 

Uyku… Gecenin uykulu yüzü vardır. Bu uykulu yüzden kaçamıyorsun işte. Esneyen gecelerin çoğalmakta… Gördüklerin yaşatmıyor, yaşatmaya yetmiyor. Yaşattıkların, derinde gördüklerin… Gördüklerin; yaşadıkların ve yaşayacakların sadece... Seni yaşatacak olan, gördüklerindir. Ama yalan her şey. Bilmiyorsun… 

‘‘Nasıl uyandınız?’’ sorusu namazdan önce nasıl uyuduğunuzun ve namazdan sonra tekrar nasıl uyuyacağınızın(uyanacağınızın) bir uyarısıdır. 

İkbal: ‘‘uykuyu hafif ölüm, ölümü de ağır bir uyku bil’’ diyor. 

Evet, uyku, ölümün hayat içindeki yüzü; hayat’ın ölümlü yüzü… 

Düşün! sen bu yüzün neresinde durursun? 

Vahiye, bir uyku hali diyenler bile oldu. Oysa en uyanık haldi vahiy… Uyku, en uyanık olduğun an… 

Uyandığın her yeni sabahın, geceden kalma bir birikimi ve geceden kalma bir zararı olacaktır elbet! Aslında her yeni sabah, eskinin bir devamı görünümünde olsa da; tadına ve havasına, yenilik katacak olan bir sen/ölüm eklenmiştir her sabaha. Bunu unutma! Sen’i eklemeye çalış yaşamın kılcal damarlarına. Kan ver, can ver, rüya ver hayata… 

Uyku ve rüya… 

En büyük rüyan, uyanık iken gördüğün rüyadır dediler. Uyku, en uyanıkken uyandığın rüya/sen… Ve tekrar, karanlık patikalarda yürüdüğün, yürüttüğün ruhun… Ruhun ise, rüyanın yitik yüzüdür. 

Rüya ve zaman… 

Rüya; ‘geçmişin şimdisi’, ‘şimdinin şimdisi’, ‘geleceğin şimdisi’ ile nasıl bir görüntü, nasıl bir ilişki içinde? Ruh ve rüya… Yanılgı nerede? Mekân ve mekânımsı kavramlar, kavramaklar, ne anlatır? Neye, nereye ulaşabilir? 

İhtimallerin farklı olasılıklarla gerçekleşmesi belki... Akan zamanın ve günahın girdabında bir uyarı; rüya… 

Rüya bir uyarı ise, uyarı kime? Uyarı ne? Uyaran kim? Nerden uyarır? Neden uyarır? Sevgiden mi, yoksa acımaktan mıdır, bu uyarı? Nasıl bir bağ? Yoksa her sevmek, bir parça acımayı zorunlu mu kılıyor? Acımak, hakaret değil midir? …

Cevapsız bir tabir-i haldir uyku. 

Hangi yol zuhur edecektir insan için? 

Eğer bir yol zuhur edecekse(gösterilecekse bana, sana, bizlere), uygunsuzluğun, acizliğin kalkması için olacak herhalde. Mutlak münasebetin kurulması gerek. Karanlık dehlizlerin içinde rüyalara dalmış insan, sürükleniyor, tükeniyor, yenileniyor, diriliyor. Bunun dışında, hiçbir yol zahir olmayacak… 

Uyku/rüya, mutlak yol, mutlak münasebete açılan dar kapı…

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.