06 Mayıs 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır19°C
  • Ankara13°C
  • İzmir20°C
  • Berlin15°C

UYANIŞ

Doğu Ergil

12 Mayıs 2013 Pazar 08:36

Barış kültürünü geliştirmek için Anadolu'da dolaştıkça (12 iç Anadolu kentini ve kimi ilçelerini ziyaret ettik) derin bir uykudan uyandığımızı hissediyorum. Uyandığımız yeni bir dünya aslında. Ama biz uyku halindeyken bize aşılanmış olan değerler ve alışkanlıkla 20. yüzyıla ait; daha doğrusu 'Soğuk Savaş' döneminin.

Soğuk Savaş, mantığında dünya bir 'darül harp'ti ve her yerde düşmanlar vardı; içimizde de... İçimizdekiler bizi bölmeye azmetmiş veya şeriat getirmeye niyetli küçük düşmanlardı. Dışarıdakiler de bizi parçalamaya ve elimizde kalan son vatan parçasını almaya kararlı büyük düşmanlardı.

Bu 'olağanüstü hal' zihniyetinin (ve tabii durumunun) sürmesinden iktidar devşirenler, 'dışarıda bıraktıkları' geniş halk kesimlerinin siyasete katılması ve merkezi güç haline gelmesiyle önemli ölçüde iktidarlarını kaybettiler. Militarist sistem giderek daha sivil bir nitelik kazandı. İşte o andan itibaren ülke ve dünya sorunlarına güvenlik ve tehlike/tehdit kavramları penceresinden bakma alışkanlığı yerini daha akılcı yaklaşımlara bıraktı.

Ne var ki, yeni yönetim bu zihniyet değişikliğini yaşarken halkın bir bölümünün eski kavramlarla düşünmeye devam ettiği görülüyor. Bu nedenle yönetim, şiddeti siyaset dışına itmeye çalışırken bu kesim barış(ma) olasılığına soğuk, hatta kaygılı bakıyor.

Neden?

Bu durumun iki nedeni var. 1- Yerleşik siyasal kültürümüzde sorunlar, olağan ve yönetilmesi gereken sistemsel yetersizlikler değil, sapma ve felaket olarak algılana gelmiş. O nedenle, oluş nedenleri bulunup sorunlar çözüleceğine, sorunlunun ortadan kaldırılması yoluna gidilmiş. Çözülmeyen sorunlar birikmiş ve yapısal zafiyete yol açmış. Bu durumun mağdur ettiği kesimler de sisteme itiraz etmişler. İtirazları uzun süre kale alınmayınca da isyan etmişler.

İşte 'Kürt sorunu' dediğimiz şey bu süreçte ortaya çıkmış olan bir sistem arızasıdır. Giderilmesi sistemin daha iyi işlemesini sağlayacaktır. Bu nedenle "Yenildik mi", "Ne taviz veriyoruz" soruları yanlıştır. Sistemin iyi işlemesinden herkes memnuniyet sağlar. Verimliliği herkesin kazancıdır. Dünyanın 16. büyük ekonomisine sahip olan Türkiye, BM. 2013 İnsanı Gelişme Raporu'na göre 90. sırada. 197 ülke içinde siyasal özgürlükler ve demokratik haklar açısından 120. Yani "yarı özgür" ülkeler içindedir. Artık bu çarpıklıkların, "mağdur yaratmayacak" biçimde düzeltilmesi gerekiyor.

Ama biz bunu yapmıyoruz. Toplumdaki kutuplaşmalardan kendilerine siyasal rant devşirenlerin kışkırtmasıyla memnuniyetsizliğimizi birbirimize haykırıyor, hatta saldırıyoruz. Artık asıl suçlunun, hepimizi mağdur eden ve bunu örtmek için bizi birbirimize kırdıran sistem olduğunu anlama vakti geldi. Yoksa Türk-Kürt, sağcı-solcu, ilerici-gerici diye birbirimizi kırdığımız mazeretlere bir de vatanseverler-hainler diye bir kategori eklenecek.

Ya özgürlük, eşitlik, refah ve adalet isteklerini ayrılıkçılık olarak yorumlayıp kırıp, sürdüğümüz, çoğu zaman aşağıladığımız Kürtler, ayrılık değil de sisteme eşit yurttaşlar olarak katılmak istiyorlarsa, onlara ne diyeceğiz? "Hayır" denebilir mi? O zaman isyanları meşrulaşır. Diyeceğimiz tabii ki "evet." Ama bu meğer ne denli zormuş? Sonunda barış ve huzur olsa bile Kürtler'e tanınacak olan hak ve özgürlükleri hâlâ vermemeyi savunanlar var. Onlar için bunlar taviz. Demokraside taviz yoktur. Anlaşma vardır. Anlaşma yoksa zaten demokrasi de yoktur!

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.