UMUT
Ahmet Altan-
20 Ocak 2012 Cuma 00:54
Hiç olmamış işler oluyor.
Dink davasının savcısıyla yargıcı medyada sıkı bir tartışmaya tutuştu.
“Bu cinayette örgüt yoktur” diyen yargıç ekranlarda, “Vicdanen rahat değilim, örgüt var ama bana kanıt getirmediler, bu kararı vermeye mecbur kaldım” diyor, “Örgüt de var, delil de var” diyen savcı ise “Örgütten beraat vermek yasaya aykırı, mahkeme dosyayı iyi incelemedi” diye yargıcı ciddi biçimde suçluyor.
Bir savcı, bir yargıcın “suç işlediğini” söylüyor.
Savcı da yargıç da bu cinayetin “örgütlü” işlendiği konusunda hemfikir ama karar “örgüt yoktur” diye çıktı.
Savcı bu cinayetin “Ergenekon’un Trabzon kolu tarafından işlendiğini” zaten söylüyordu.
Yargıç “örgüt” meselesinin üstüne gitmedi, sanırım ancak kararı verdikten sonra bunun öyle kolayından geçiştirilebilecek bir iş olmadığını fark etti, şimdi “örgütü gizleyen yargıç” olmaktan kurtulmaya uğraşıyor ve “delil olmadığı” için bu kararı vermek zorunda olduğunu ekranlarda anlatıyor.
Savcı “örgüt var” derken, o örgütün işaretleri ortadayken, kendisi de “örgüt olduğuna” inanmışken “örgüt yoktur” diye karar veren yargıcın durumu zor.
Bir savcı tarafından açıkça “suç işlediğini” söylenen bir yargıç, savcının bu açıklamasıyla “zanlı” durumuna düşüyor.
“Zanlı” sadece yargıç değil elbette.
Dink cinayetinde uzun bir “zanlılar” listesi var.
Bu listede, askerlerin, polislerin, MİT’çilerin adı yazılı.
İşleneceği, cinayet işlenmeden çok önceden bilinen siyasi bir cinayetin işlenmesi ancak devletin isteği ve desteğiyle olur.
Bu cinayette asıl zanlı koltuğuna oturan “devletin” bizzat kendisidir.
Cinayete azmettirenler, bunu planlayanlar devletin içinde.
Devlet, kendi içindeki adamları korudu.
Siyasi iktidar, devletin bu insanları korumasına yardım etti.
Düşünün ki Dink öldürüldüğünde İstanbul Valisi olan isim bugün AKP milletvekili, cinayetin üzerinden bir gün bile geçmeden “bu örgüt işi değil” diye fevkalade kuşkulu bir açıklama yapan İstanbul’un o zamanki Emniyet Müdürü ise bugün iktidar tarafından atandığı bir valilik koltuğunda oturuyor.
Cinayete adı karışan MİT’çiler ise terfi etti.
Markar Esayan’ın geçen gün yazdığı gibi adı bu cinayete karışan devlet görevlilerinin çoğu “yükseldi”, peki bu nasıl oldu?
Kim onları terfi ettirdi?
Niye ettirdi?
Neden Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı o bölgede cinayet saatinde meydana gelen telefon trafiğinin kayıtlarını yıllarca mahkemeye göndermedi?
Buna kim göz yumdu?
Savcıyla yargıcın “var” dediği “örgütü” mahkemeden kim sakladı?
Anlatmaya çalıştığım bu “çemberin” içinde yer alan herkes zanlıdır.
Dink davası, bu seksen küsur yıllık devletin asla gerçek bir devlet olamadığını, onu düzeltmek için geldiklerini söyleyenlerin de o devletin içine karıştıklarını ortaya koydu.
Böyle baktığımızda “umutsuz” bir durumla karşı karşıyayız, devlet denen kirli ve dağınık bir örgüt var ve siyaset sahnesinde bunu düzeltmeye aday, kitlelere ulaşabilen hiçbir siyasi parti bulunmuyor.
Aslında eskiden beri böyleydi bu, kitlelere dayanarak iktidara gelenler hep gidip devletin kirli yorganının altına girdiler sonunda, kendilerine oy veren halkı ikballeri karşılığında devlete sattılar.
Bizim siyasilerimiz hep “köle tüccarı” gibi çalıştılar.
Ne yazık ki siyasetçilerimiz bu geleneği bugün de sürdürüyor.
Eğer hayata sadece “siyaset” objektifinden bakarsanız karalar bağlamanın tam zamanı ama hayata insanların üzerinden bakarsanız çok umutlu günler bunlar.
Dün Dink’in anma toplantısındaki insanları görüp de umutsuzluğa düşmek mümkün mü?
O insanlar sadece kalabalık değiller, çok daha önemli bir özellikleri var, onlar haklılar.
Onlar kararlılar.
Bu devleti değiştirecekler, bu devletin değiştirilmesi gerekiyor çünkü, cinayet işlemeyen, cinayetlerin hesabını soran, katliamların üstünü kapatmayan bir devlet gerekiyor.
Yeryüzünde “haklı olmaktan, dürüst olmaktan” daha büyük bir güç yoktur, biz bu gücü dün bir kere daha gördük.
Hiç umursuzluğa, yeise kapılmayın, bırakın kirli devletin koynuna giren “köle tüccarları” umutsuzluğa kapılıp korksunlar, onlar haksızlar, onlar dürüstlükten saptılar, bu cinayetlerin hesabını onlar verecekler.
“Hrant Baharı” diye boşuna atmadık o başlığı.
Tunus’ta “Arap Baharını” tek bir çocuk başlattı, dün İstanbul’un sokaklarında on binlerce insan vardı.
Baharlar çağındayız.
Bütün yeryüzünde halkların, haklıların baharı bu.
Köle tüccarları ise “geçmiş kışların” insanları, onlar eninde sonunda kendi kışlarına dönecekler.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.