22 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır6°C
  • Ankara12°C
  • İzmir16°C
  • Berlin1°C

UMUT...

Ali Bayramoğlu

14 Ocak 2016 Perşembe 12:04

Siyaset devreye girmeden, siyasi konuşma olmadan terör, şiddet nasıl dinecek?
Kandil şehir savaşlarını başlattı. Kökleşmeye başladığı yerleşim yerlerinden söküp atılması kolay görülmüyor. Devletin, Mesut Yeğen'in deyişiyle “muhasara siyaseti” de onları oradan söküp atmaya yetecek gibi durmuyor. Ortada kötü, tehlikeli zihni, asayişçi ve militarist kelimelere mahkum eden bir tablo, garip bir yılgı dengesi var.

Siyaset kaçınılmaz olarak çalınacak, çalınmak zorunda kalınacak bir kapı, bu açık. Ama kısa, hatta orta vadede bu istikamette bir umut var mı?

Soruya, dünkü yazıda yer alan şu iki cümlenin altını çizerek yanıt verelim.

“Devlet için mevcut koşullarda ve bu çatışma ortamında, siyasete dönüş örgütün egemenlik alanını tasdik anlamına geliyor. Örgüt için ise çözüm siyaseti, egemenlik alanını genişletici bir manivela anlamı taşıyor.”

Bu ikili durumun pek çok açık göstergesi var. Devlet ve siyasi iktidar için Kürt meselesi, çözüm politikası kendi sınırlarını aşan bir yere evrildi. Sorunun ağırlık merkezi Kürt hareketinin politikası açısından, ulusal sınırlar ötesine, “Rojava-Güneydoğu” bütünlüğüne doğru kaydıkça, devletin mevcut paradigmalarıyla buna siyasi yanıt imkanı, dolayısıyla siyasi hareket alanı sınırlandı ve bu oranda asayişçi kapılar kendiliğinden açılmaya başladı.

Öte yandan Kandil'in Suriye'deki gelişmelerle Kürt sorununun alan tanımı, iddiaları PKK politikalarında yeni bir evreyi başlattı. Yılmaz Ensaroğlu'nun ifadesiyle, Kürt sorununun “özellikle PKK açısından bir hak ve özgürlük sorunu olma vasfı geriye düştü; egemenlik ve statü sorunu olma vasfı öne çıktı.” Bu değişim, “çözüm siyaseti”ne verilen “anlamlar”ı doğrudan etkiledi. Örgüt için siyaset, bundan böyle bağımsız ve belirleyici bir değişken olmaktan tümüyle çıktı, egemenlik arayışına yönelik lojistik destek faaliyeti olarak tanımlanmaya başladı. Bugün PKK'nın, Kürt hareketinin diğer unsurlarının müzakereye verdiği anlam demokratik bir etkileşim siyaseti değil, tek boyutlu ve tanımlı bir egemenlik paydaşlığı talebi ve bunun cihazı olma ötesine geçmiyor. Müzakerenin başlangıç noktası olarak, PKK'nın sızdığı ve yerleştiği kentsel alanların varlığı laf olsun diye işaret edilmiyor.

Bu durumda siyasi iktidara kalan hareket alanının geniş olduğunu söylemek pek mümkün değil. Devlet açısından sorun bugün itibariyle ne Kürt sorunu, ne terör meselesi olarak tanımlanıyor. Sorun açık bir şekilde devletin egemenlik alanını koruma arayışı olarak karşımıza çıkıyor.

Çatışmanın özü kim ne derse desin, hangi siyasi pozisyonun gönlünden ne geçerse geçsin budur.

Geçen hafta Ankara'da Demirtaş ve Davutoğlu'nun kendisini ziyaret eden, benim de aralarında olduğum heyet mensuplarına verdikleri mesajlar da bu durumu teyit ediyordu. Demirtaş, çatışmaların durması ve dondurulması için Kandil'in müzakereyi şart olarak gördüğünü tüm açıklığıyla söylerken, Davutoğlu isyan ve kamu düzeninin tam ihlali koşullarında siyasete geri dönüşün ve operasyonların sonlanmasının mümkün olmadığını ifade ediyordu.

Manzara siyaset umudu açısından şu an itibariyle iç açıcı değil.

Mesele sadece gün itibariyle umudun azlığında değil, siyaset alanının her anlamda tahrip olmasında, şiddet ile siyaset fikrinin her anlamda her düzeyde, yaptırım politikalarından siyasi retoriklere ve tepkilere kadar iç içe girmesinde...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.