ULUDERE: SORULAR VE NE YAPMALI?
Hilal Kaplan
02 Ocak 2012 Pazartesi 00:18
Uludere'de 35 genç öldürülmesinin ardından ortaya çıkan soru işaretleri saymakla bitmiyor:
1. Ekim ayında MİT'ten gelen istihbarat Bahoz Erdal kod adlı Fehman Hüseyin ve adamlarının sınırdan kaçakçı kılığında girip intikam saldırısı yapacaklarını bildiriyordu. 21 Aralık'ta MİT, aynı istihbarat bilgisini yeniledi. Ancak Mazlum-Der ve İHD'nin beraber hazırladığı önizleme raporuna göre bölge halkının yaptığı sınır ticaretine özellikle son bir ay içinde karakol tarafından kolaylık ve müsamaha gösterilmiş. Sınırdan PKK'nın baş adamlarından birinin gireceği istihbaratı ortadayken neden sınır ticareti birkaç aylığına askıya alınmamıştır ve neden özellikle sınır birlikleri tarafından son bir ay içinde daha fazla kolaylık sağlanmıştır?
2. Ortasu köyünde bulunan Jandarma Karakolu'nun bombalamadan 10 gün önce boşaltılıp Gülyazı Alayı'na taşınması sadece bir tesadüf müdür?
3. Genelkurmay, MİT'ten gelen istihbarattan şüphelendiyse neden sadece MİT'e sormakla yetinmiş, bölgedeki güvenlik güçlerinden bilgi almaya gerek görmemiştir?
4. Ortasu Köyü Muhtarı Haşim Encü'nün ifadesine göre bölgede ne zaman hareketlilik olsa askerî yetkililerin mutlaka kendisini veya korucu başını arayıp bilgi istiyormuş. Öyleyse bu hadisenin diğerlerinden farkı nedir? Muhtara veya koruculara neden danışılmamıştır?
5. Genelkurmay'ın açıklamasının aksine, raporda belirtildiği gibi saldırı bölgesinin PKK'nın uğrak yerlerinden birisi olan Sinat-Haftanin'e uzak olduğu doğru mudur?
6. Saldırı öncesinde neden daha önceki operasyonlarda olduğu gibi gruba DUR ihtarında bulunulmamış, direkt bombalanmıştır?
7. Tüm bu ihmallere rağmen, harekete geçerek "vur" emrini veren yetkili(ler) kimlerdir?
8. İnsansız Hava Aracı (İHA) teknolojisiyle katırlara mühimmat yüklü olup olmadığını tesbit etmek mümkün değil midir? PKK'lı grupların nerdeyse kişi başına bir katır düşecek kadar çok hayvanla beraber hareket etmedikleri bilinmemekte midir?
9. İnsansız Hava Araçları üzerinden gelen istihbaratın Amerikan kaynaklı olduğunu biliyoruz. Amerika üzerinden gelen bir istihbarat üzerine hareket edilmesinin güvenilirliğini ne zaman sorgulamaya başlayacağız?
Ve bu teknik sorulara ek olarak pek çok kişinin de aklına gelen iki soruyu daha paylaşayım:
10. PKK'nın pek çok masum sivili öldürerek sempatizanları nezdinde bile değer kaybettiği, devletin askerî operasyonları eskiye nispetle "vatandaşı PKK'lıdan ayırma" düşüncesiyle yürüttüğü bir dönemde Uludere Katliamı'nın olması tesadüf müdür?
11. Bülent Arınç'ın Kürtler başta olmak üzere tüm etnik grupların dil ve kültür haklarının tanınacağını Başbakan'ın da hazır bulunduğu Meclis'in kürsüsünden duyurduğu, Beşir Atalay'ın ikinci demokratik açılım paketinin yolda olduğunu söylediği haftanın hemen ertesinde Uludere Katliamı'nın gerçekleşmesi tesadüf müdür?
Soru işaretleri her yerde. Ancak hükümet kasıt olmadığında ısrarlı. Hâlbuki devlet, tüm yetkililerin aynı düşündüğü, aynı amaçla hareket ettiği yekpâre bir yapı değil. MİT veya TSK içinde hükümeti köşeye sıkıştırmak isteyebilecek odakların olması ihtimal dışı değil. Hükümetin "statükonun ölmediğini, sadece ölü taklidi yaptığını" görüp, üzerine düşenleri ivedilikle yerine getirmesi şart. Uludere Katliamı bağlamında atılması gerektiğini düşündüğüm adımları dünkü yazımda yazdım. Bir de işin Kürt meselesine dair genel bir çerçevesi var.
Heronlarla, Predatorlarla, F-16 uçaklarıyla meselenin çözümünde ne kadar yol alındığı ortada. Çözümü siyaset zemininde bulmaya çabalamadıkça, bu tür elim hadiselerin yaşanması da Kürtlerin bir kopuş psikolojisi içine girmesi de muhtemel. Dün Hasan Cemal'in köşesinde yayınlanan BDP milletvekili Ayla Akat'ın mektubundaki "Kürtler dün yalnızdı, bugün de yalnız" ifadesi bölge psikolojisini özetler nitelikteydi.
Ayrıca son aylarda sivillere yönelik yaptığı saldırılarla bölge halkının da tepkisini çeken PKK, Uludere Katliamı sebebiyle can çekişen devrimci halk savaşı stratejisine 'aranan kan'ı bulmuş oldu. O yüzden bir an önce, Kürtlerin çözümü isteyen bir siyasî iradenin mevcudiyetine ikna etmek gerekiyor. Tabii böyle bir siyasî irade gerçekten varsa... Bunun yolu da hükümetin Meclis'te Bülent Arınç vesilesiyle verdiği sözü tutmasından; Kürtlerin dil, eğitim ve kültür alanındaki haklarını bir an önce tesis etmesinden geçiyor. Üstelik Sayın Arınç'ın da dediği gibi yapılacak olan "bir ulufe veya bahşiş değil"dir, bilakis devletin gasp ettiği hakları sahiplerine teslim etmesidir.
Uludere'de kardeşlerimizi kaybettik, bir hiç uğruna. Zaten verilmesi zaman meselesi olan haklar artık sahiplerine iade edilmeli. Çok öldük, öldürüldük; artık yeter!
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.