ÜÇÜNCÜ ABDÜLHAMİD YA DA ATADİNDAR
Mücahit Bilici-
19 Şubat 2014 Çarşamba 09:19
Dindarlar yüzyıllık bir istibdadın üstesinden gelerek ilk kez ağız tadıyla iktidara geldiler. Bu, AK Parti adlı büyük bir koalisyon ile sağlanmıştı. Bugün itibariyle o koalisyon bittiği gibi o parti de bitti. AK Parti bir RTE Partisi hâline geldi. Parti kabuğunun içinde bir lider ve onun temsilcileri var. Halk lideri seçtiği için lider de temsilcilerini seçiyor. Ayrıca lider sadakatleri geçmiş tecrübelerle kirlenmemiş (ve partiyi ayakbağı görecek kadar) “reisçi” bir taze kadroyu etrafında toplayarak ülkeyi yönetiyor. Partide lider dışındaki tüm özgül ağırlıklar birer kum torbası yapılıp dövüldüler yahut hallaç pamuğu gibi atıldılar. Ülkedeki en önemli devlet kurumu ülkenin istihbarat örgütü oldu. Sonuç: Kemalizm’den geriye doğru film sarılırken muhafazakâr-dindar çoğunluk kendisine Üçüncü Abdülhamid devrini layık ya da reva gördü. Hafiyeleriyle, hayırhah istibdad eğilimiyle hem şefkatli hem öfkeli baba figürü kitlelerin hissiyatına karşılık geldi.
Bugünkü krizin sebeplerinden birisi dindar kitlelerin demokrasi yolculuğunun ortasında durup Abdülhamidvari pederane siyaseti yeterli görmesidir. Erdoğan, belki de dindar tahayyülde Abdülhamid’in kaldığı yerden devam eden bir halife, hatta bir AtaDindar figürü olarak düşünülebilir. AtaTürk’e alışmış veya reddettiği şeyin yerine koyacak bir şey bulamamış topluma bir AtaDindar ilaç gibi gelmiştir. İşte bir “olmasaydın, olmazdık” formuna yeni içerik.
Siyaset teknokratları bu ‘önderlik prensibi’ için çok çalıştılar. Bunu sadece partiye oy getirisi açısından faydalı bir strateji olarak görmediler. Bu aynı zamanda kendi iktidarları açısından da kazançlı bir stratejiydi: Bütün iktidar liderde olursa, lidere yakınlık en büyük ikinci iktidar sebebi olacaktı. Bugün lidere kişisel yakınlık iktidarına sahip olanların aynı zamanda medyaya hâkim olma çabaları ile medyada mevcut olanların lidere yakın olmak için (övgü yazıları ile) çırpınıyor olmaları arasında hem paralellik hem de süreklilik vardır. Nitekim gazete köşeleri lider serenatlarıyla dolup taşıyor.
Bugün Türkiye’deki medya düzeni demokrasiyi değil iktidar hegemonyasını takviye etmeye dönük olarak yeniden yoğrulmuştur. Bunun medya organlarına yerleştirilen komiserler ve başkaca teşvik unsurları işin magazinel detaylarıdır. Hükümetin medya üzerindeki baskısı iyi niyetle bile olsa evet 28 Şubat’ınki kadar kötüdür. 28 Şubat bunu küçük bir azınlık için yapıyordu. Şimdiki iktidar bunu büyük bir çoğunluk için yapıyor. Ama yapılan şey farklı değil. Baskı dindardan geldiğinde baskı olmaktan çıkmıyor.
Cumhuriyet tarihinin en güçlü hükümetlerinden biri olacaksın ama adam gibi bir anayasa yapamayacaksın. Yapmak için uğraşmayacaksın. Çünkü anayasa herkese verilebilecek haklar ve özgürlükleri topluca birden verecekti. Böyle büyük bir hediye hem de karşılıksız verilmemeliydi. O hediyeleri, birer seçim rüşveti olarak zamana yayarak ümit ve korku ortası bir kıvamda siyasi teyakkuz ve destek karşılığında ilgililere vermek siyaseten en hesaplı olanıydı. Sonuç: Darbe anayasası yerinde dururken büyük liderin bir gün her şeyi çözeceği ümidi ile siyasi destek nöbetine devam. Buna Kürtlerin Barış Süreci de dâhil. (Bu konuyu başka bir yazıda ayrıca ele almayı planlıyorum.)
Evet, “Dindar Cumhuriyet”in balayı erken bitti ve bu asırlık hasret sonrası ulaşılan zevkli uykudan dindarları yırtıcı bir sallamayla uyandıran Cemaat’e büyük tepki var. Cemaat iddia edildiği gibi dış güçler adına ülkeye ihanet ettiği için değil, zor bela kavuşulmuş bir tatlı konfor ve rehavetten dindarları patavatsız bir muhalefet ile uyandırdığı için nefretin hedefidir. Cemaat aradan ölü veya diri olarak çekildiğinde hükümetteki yıkımın sonuçları ortaya çıkacaktır. Gülen Cemaati’ne yönelmiş olan öfkenin sebebi, dindarların asırlık rüyasını (hırsızlık, yolsuzluk, takva vs. gibi) basit sebeplerle bir kâbusa dönüştürmesidir. Cemaat bu öfkenin bedelini ödedikten sonra hükümetteki yıkımla yüzleşmek kaçınılmaz hâle gelecektir. Onun için hükümet açısından Cemaat’ten sağlam bir (tercihan hem iç hem de dış) düşman çıkartmak hayati önemde bir siyasi strateji olsa gerektir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.