21 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara15°C
  • İzmir19°C
  • Berlin0°C

ÜÇ KUNDAKÇI VE ASRIN FİTNESİ

Abdullah Can

19 Aralık 2016 Pazartesi 14:45

Kâinat, kusursuz bir “ilerleme” ve “olgunlaşma” çizgisindedir. “Büyük Patlama”dan günümüze dek, bu çizgiden şaşılmamıştır. O, mutlak bir “düzen” ve “uyum” içindedir. “İsyan” ve “serkeşlik”, onun doğasına aykırıdır. Onda “kusur” ve “olumsuzluk” yoktur; görünürde olanlar, “lokal” ve “göreceli” olup esasta “mutlak düzen”e hizmet ederler. Yerdeki sarsıntı ve patlamalardan, uzaydaki inkılâp ve infilaklara kadar, her olay, “kusursuzluk” çizgisinde, düzeni “idame” içindirler. Tıpkı midedeki parçalama ve ayrıştırma faaliyetlerinin, “sindirim”e hizmet etmesi gibi…

Tek istisna, insandır. Yapan ve yıkan insan… Hem düzer, hem dağıtır; hem inanır, hem inkâr eder. Çünkü “irade” ve “tercih” sahibidir. Kul olduğu kadar, başına buyruktur da. Yükseliş ve alçalışı sınırsızdır; iyilikte melekleri, kötülükte şeytanları kıskandırır. Kısacası, o, hayrın ve şerrin temsilcisidir. Onun tarihi, “yapım” ve “yıkım” tarihidir. Onun yaşadığı bir dünyada “mutlak güzellik” olmaz; “mükemmellik” aranılmaz. Zira o, beşerdir; Said-i Nursî’nin deyimiyle, “Bir taraftan arzın şifası için bir “ilaç” iken, diğer taraftan ölümünü(kıyametini) intaç eden bir “zehir”dir.”1 İşte bu zehirlerden üç zehiri, –başlığımıza uygun bir tabirle– “üç kundakçı”yı tanıyalım istedim.

Evet, tanıyalım ki anlayalım; çünkü tanımadan anlamak olmaz. Tanımak yaşamaktır, yaşamayan bilmez; anlamaz. Söz konusu edeceğim bu üç şahıs, tarihin kaydettiği ender “zehir”lerinden ve namdar “kundakçı”dandır. Fikirleriyle zehir, fiilleriyle kundakçı kimseler… Haklarında çok yazıldı, çok konuşuldu. Lehte veya aleyhte. Onlar öldüler, gittiler; ancak “miras"ları yaşıyor, “yaşatılıyor”. Nedir o miras? “Irkçılık”. O ırkçılık ki, “fikir babası” şeytandır. O şeytanlığını yaptı; Allah’a karşı “temerrüt”te bulundu; “Beni ateşten, onu(Âdem’i) topraktan yarattın; binaenaleyh, ben ondan daha üstünüm2 dedi. Herkes bu şeytanca şifreyi çözemez, niyetine vakıf olamaz. Ancak üç Yahudi, şeytanın ağzındaki baklayı çıkarttı; niyet ve hedefini sezdiler. Ve işte ondandır ki, bu zehrin tüccarlığına soyundular.

Yakın tarihin son iki yüz yılını dışarıda tutarsak, Âdem babamızdan Milâdî 1800’lere kadarki süreçte, ırkçılık, hiçbir zaman –bu gün olduğu kadar– yıkıcı olmamıştır. İmtiyazlı kavimler, aileler, sınıflar mevcut olmuşlarsa da, bu imtiyaz, kitlesel kıyımlara, jenositlere sebep olmamıştır. Kast, mevali, serf, aristokrasi, burjuvazi gibi sistemler bu kabilden değerlendirilebilir. Ancak “ırkçılık” öyle değildir; bu lanetlik ideolojinin “sistemleşmesi” ve “siyasete bulaştırılması” sonrasında, öyle zulümler yaşandı, yaşanmaktadır ki, Arş-ı Âlâyı lerzeye getirmektedir. Tamamen şeytanî, nefsanî ve hayvanî olan ırkçılık hissi, –bırakın farklı din ve milliyetleri– aynı dine mensup olanları bile birbirine düşürmüştür. Literatürlerine, “Asabiyet-i Cahiliye” ve “Gayret-i Cahiliye” olarak geçen ırkçılığı, ne hazindir ki, bulunmaz bir Hint Kumaşı gibi giyindiler; akıl, fikir, kalp, ruh ve vicdanlarını o menhus ideolojinin, o deli gömleğinin kasvetine terk ettiler…

Bu gömleği kesip-biçenler kadar, giyenler de, giydirenler de suç ortağıdırlar. İslâm’ın, “Sebep olan, fail gibidir3 mantığını işletirsek, bu gün ırkçılıktan dolayı maddi-manevi hayatları karartılan bütün insanların, hassaten de Müslümanların vebali, şeytan kadar, onun aveneleri olan bu üç şahıs ve onların şakirtleri olan siyasî-ideolojik ırkçıların boynundadır. Bu öyle bir vebaldir ki, onun kefareti –yalnızca– ebedi cehennemdir. Neden mi? Zira, Hadiste, “Kim ırkçılık dâvası güderse, cehennemde, iki dizi üzerine çöktürülecektir.” denilmiştir. “Ey Allah’ın Resulü, o kişi oruç tutsa, namaz kılsa da mı?” diye sorulduğunda ise, “Evet! Oruç tutsa, namaz kılsa da.” diye cevap vermiştir.4 Fazla söze ne hacet!

Peygamberimizin, ırkçılar için “bok böceği”5, övündükleri müşrik ataları için “kömür parçaları”6 dediğini hatırlatıp, ırkçılığa dair geniş izahatları ayet ve sair hadislere havale ederek, ilk kundakçıdan bahsedelim.

Evet, ne demiştik? “Üç kundakçı” ve “asrın fitnesi” demiştik. Üç kundakçı, sırasıyla, “Hermann(Armin) Vambery”, “Leon Cahun” ve “Moiz Kohen”dir. Kundakçı; bilerek, severek ve isteyerek yangın çıkaran, yangına veren demektir. “Asrın fitnesi”nden kastımız ise, “ırkçılık”tır; “yangınların en büyüğü”dür. Öyle bir yangın ki, yatay ve dikey olarak bütün alem-i İslâm’ı sarmış; fikrî ve fiilî olarak milyonları kasıp kavurmaktadır. Yangını çıkaranlar, “insî şeytanlar” olarak vazifelerini yaptılar; “habis niyetler”ini fiiliyata döktüler. Ancak daha acibi ve belki de en tehlikelisi, o vazifeyi misyon edinen aveneleridir. O aveneler ki, “pirincin içindeki beyaz taşlar” misali “yerli”ydiler. O yerlilik, ırkçılığa “kamuflaj” oldu; yok yok, ona “meşruiyet” kazandırdı. Öyle ya, yerli olan, bize aitti ve “helal”di(!); zira “okunmuş”, “takdis” edilmişti(!). Uydurulmuş bir-iki hadis, tevil edilmiş bir-iki ayet “fetva” için yeterliydi!... 

Vambey, kimdir bu herif? (Kendisiyle ilgili binlerce yazı yazılmıştır; özetle:)

Vambery(1832-1913), Macaristanlı “Yahudi” bir ailedendir. Henüz 8 yaşlarında iken Tevrat’ı ezberlemiştir; anadiline ilaveten Almanca ve İbraniceyi de öğrenmiştir. Daha sonraları Rusça, İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Latince, Arapça, Farsça, Türkçe vb. birçok dilleri öğrenir. Oryantalist(şarkiyatçı), seyyah, yazar ve Türkolog unvanlarıyla ünlenmiştir. Araştırmacılar, ilişkilerinden yola çıkarak, onun İngiliz ajanı olduğunu söylemektedirler. 31 yaşında, Türkistan seyahatine çıkmıştır. Seyahatini, Doğubilimci Hammer’in önerisiyle ve “derviş” kıyafetinde yapar. Tüm seyahatinde “Reşit” ismini kullanır; bir Müslüman gibi davranır. Amacını, “Macar dili ve ırkının kökenlerini bulmak” olarak dikte eder. Orta Asya’da, toplamda 2 yıl kadar kalır. Seyahati boyunca görüp-gözlediklerini not eder ve bunları “Travels in Central Asia”(Orta Asya’ya Seyahat) olarak kitaplaştırır.

Vambery, Sultan Abdülhamid’le ilişkiye geçer; onunla İngilizler arasında aracılık yapar. Keza, Siyonist Herzl ile Sultan Abdülhamid arasındaki Filistin pazarlıklarında arabuluculuk yapmaya çalışır. Öte taraftan Jön Türkler’le de buluşur; Mithat Paşa ve benzerlerine hocalık yapar. En önemlisi de, sürekli Türkler ve Türklük hakkında konferanslar verir, yazılar yazar;  savunmalarda bulunur. Nihayette, “Türkçülük ve Turancılığın kurucusu” olarak namlanır. Ve işte bu ideolojidir ki, İttihad ve Terakkicilerin elinde, asrın fitnesine dönüşür; içerde ve dışarıda Osmanlıyı içinden çıkılmaz felaketlere sürüklemiştir. İçeride “tek tipleştirme” ve “etnik tasfiyecilik”, dışarıda ise “Adriyatik’ten Çin Seddi”ne hülyalarıyla izlenen “Turancılık siyaseti”, Osmanlıyı yıktırdığı gibi, bu coğrafyadaki Müslüman milletleri, bir daha iki yakasını bir araya getirtemeyecek ölçüde bir “çözülme süreci”ne sokmuştur.               

2016-12-19_143750.jpg

Vambery’nin hedefi de buydu; Türk ve Türklüğe dair bütün yazdıkları bu minvaldeydi. Rus yayılmacılığına mukabil, Osmanlıyı harekete geçirmek; aynı ırktan müteşekkil Türklerin, yekpare bir Turan çatısı altında birleşmelerini teşvik etmek ve İslâm’ın, Türklüğün kimyasını bozduğunu; İslâm’dan kurtulmaları gerektiğini sık-sık vurgulamak...  Özelikle seyahatnamesinde, Şark-Batı kıyaslamasına sıklıkla başvurur, oryantalist bakış açısıyla Şark’ı eleştirir; Avrupa ve Avrupalının üstünlüğünü nazara vermeğe çalışır; Türkler için asıl Turan’ın “batılılaşma” olduğunu sinsice telkin eder.    

Maya tutmuştur; Vambery’nin attığı zehir-zemberek tohumlar çimlenmiştir artık. Sıra meyveye gelmiştir. Tuzaktan bihaber kuşların konduğu yem, ya da çengelden bihaber balıkların atıldığı zoka gibi, yerli veya ayartılmış millîler Vambery’den beslenmeye kalkıştılar. Kuş beyinli, balık kafalı bu yerli yetmeler, önlerine sürülen zehirli bala kandılar; tadına aldandılar. Yedikçe zehirlendiler; zehirlendikçe çırpındılar. Çırpınışlar, kötü bir ölümle sonuçlandı. Ölümlerin beteri; tam anlamıyla kitlesel bir intihar... Peşpeşe gelen “Turan”, “Yeni Turan”, “Yarınki Turan”, “Turanlının Defteri”, “Türkçülüğün Esasları”, “Türkçülük Tarihi”  ve daha nice kitaplar, bu zehirli ideolojiyi kitleselleştirdi; etkisini, Osmanlı camiasına yaydı. Sonuç, karşı ırkçılıklar ve paldır-küldür çözülmeler, dağılmalar; ardı arkası gelmeyen hezimetler...

Kundakçılardan ikincisi, “Leon Cahun”dur. Bu şahsa dair de sayısız yazı ve tezler hazırlanmış; kamuoyuyla paylaşılmıştır. Bizimkisi, yalnızca hatırlatmadır; hatırlatırken de tanıtma ve asıl misyonlarını gözönüne sermektir. Yerli ırkçılardan Ziya Gökalp’in “Pantürkizm mefkûresinin babası” diye kabul ettiği Leon Cahun(1841-1900), Fransız asıllı bir Yahudi’dir. O da, şarkiyatçı, yazar ve seyyahtır. 1896’da Fransızca olarak yazdığı “Le Hist De l’Asie Turcs et Mongols”(Asya Tarihine Giriş, Türkler ve Moğollar) kitabı, Vamber’nin çizgisindeki Türkçü-Turancı kesim için bulunmaz servet gibi telakki edilmiştir. Yazar, hem nalına, hem mıhına kabilinden, bir taraftan Türkleri “kıt anlayışlı” ve “medeniyetten bibehre” gibi takdim ederken, diğer yandan, “savaşçı”, “asker ulus” ve “itaatkâr”lık gibi vasıflarla övmektedir.

Ne yazık ki, ırkçılığın sarhoşluk ve mahmurluğuna kapılmış Gaspıralı İsmail, Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali, Ağaoğlu Ahmet gibi Kırım ve Azerbaycan kökenliler ile M. Emin Yurdakul, H. Suphi Tanrıöver, Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp gibi yerliler, Leon’a hayran kalmış, adeta tapmaya başlamışlardır.  Kitabını, ideolojik tarih perspektifiyle yazan Cahun, Türkleri İslâm’dan soğutmak için her türlü demagoji ve algısal operasyonlara başvurmuştur. Yeterince zehirlenmiş; yönetimi, içinden çıkılmaz hale getiren ve hezimetin her türlüsünü tadan İttihad ve Terakki Komitesi, Yahudi Leon’u “millî kurtarıcı” olarak bağırlarına basmış, onun“Pantürkizm” ideolojisini kendileri için bir can simidi telakki etmişlerdir. Bu süreçte, Hüseyinzade Ali’nin:

“Sizlersiniz ey kavm-i Macar bizlere ihvan,
Ecdadımızın müştereken menşei Turan
Bir dindeyiz, hepimiz hakperestan,
Mümkün mü ayırsın bizler İncil’le Kur’an”

Şiiri gelinen noktanın vehametini ve yaşanan zihinsel tahribatın derecesini göstermesi noktasında ibretlik bir tablodur. Keza, Abdullah Cevdet gibilerin, Cahun’u bayraklaştırması, kitabını, dergisi “İctihad”da tefrika etmesi; Necib Asım gibi bir “İttihaçı”nın onun eserini hemencik “Türk Tarihi” ismiyle tercüme etmesi, hep bu Pantükizm ve Turancılık iptilasıdır; İslâm’ın yerine ırkçılığı ikame çabalarıdır. İlginçtir; adı geçen bu yerli-yabancı Türkçülerin tamamı, “nasyonalist” oldukları kadar, aynı derecede “pozitivist”, “materyalist” ve “seküler”dirler. Nihayet bu dünya görüşüne mensup güruhun, Osmanlıyı yıkarken, nasıl bir rejimle arz-ı endam ettikleri herkesin malumudur.  

2016-12-19_143722.jpg

Evet, nasıl ki, Haşhaşinlerin ve eroin müptelalarının teskin hammaddesi “haşhaş”tır, öyle de “ırkçılık ideolojisi”, ırkçıların haşhaşıdır, uyuşturucudur. Müslüman Türk kavmine zerk ettikleri bu zehirle umduklarını bulan emperyalizmin öncü fedaileri oryantalistler, aynı taktikle, Müslüman Kürd kavmine de Arşak Polodyan, Minorsky ve Bazil Nikitin gibi zehir tüccarlarını musallat ettirmişlerdir; bu oryantal herifler aracılığıyla Kürdlere yeni bir din ve türedi peygamberler ihdas etmişlerdir. Açıktır ki, bütün oryantalistlerin ortak yönü, Müslümanları ırkçılık saikıyla İslâm’a düşman etmektir. Oltanın ucuna takılan yem ne ise, dinsizlik kancasına taktıkları ırkçılık yemi de odur. Irkçılığı pazarlarken, İslâm’ı hep hesap bozucu olarak lanse ederler.

Hâsılı: İslâm’ı yem olarak kullanıp ırkçılığı aşılamak ne ise, ırkı kullanarak İslâm düşmanlığını aşılamak da aynı şeydir; ikisi de lanetlik taktiklerdendir.

Kürdlere ait bir hikâye vardır; denilir ki: Ağanın biri gulamıyla yolculuğa çıkar. Yol uzun, konuşulacak şeyler azdır. Birden ağanın aklına bir şeytanlık gelir; gulama der: “Gulam, eğer şu hayvan tersini yersen, sana malımı-makamımı vereceğim!” der, yoldaki bir hayvan pisliğini gösterir. Gulam eğilir, bütün tersi yer, bitirir. Ağa, sözüne sadık kalır; gulamı atına bindirir, kendisi yaya kalır. Sonrasında, yeni ağaya döner, şöyle der: “Ağam, ben pişmanım; tekrar ağalığımı arzuluyorum; iade eder misin?” Yeni ağa, “Olur, ancak sizin de hayvan tersi yemeniz lazım!” der. Eski ağa, yoldaki terse yönelir, istemeye-istemeye yemeğe başlar, bitirir. Yeni ağa da sözünde durur, eski ağaya her şeyini geri verir; yola revan olurlar. Bir süre sonra, ağa sorar: “Yahu gulam, biz ne ettik, ne kazandık?” Gulam, “Ağam, bok yediğimiz kesin; kazanca gelince, hiç bir şey!...” der.

Evet, ırkçılık saikasıyla birbirine girenlerin durumu, bu hikâyeden farklı değildir. Ne mutlu o kimselere ki bundan ders çıkara...

Gelelim üçüncü kundakçıya; Moiz Kohen... Bu herif de öteki Üstad-ı Azamlarına iktidaen, günün geçerli akçesine sarılmış, onun üzerinden yola koyulmuştur. Dindaşı ve ülküdaşı Leon Cahun’a iktidaen, Müslüman Türk’e “ırkî” damardan nüfuz etmiştir. Hedef olarak, “millî din”, “millî peygamber” demiştir. Türk’ün mensup olduğu bin yıllık maziyi, “köhne” ve “irtica” olarak tavsif etmiştir. Kurtuluşu, İslâm’dan soyutlanmış “millîlik”te göstermiştir. Miadını doldurmuş(!) dine mukabil, laik ve materyalist dünya görüşünü öğütlemiştir. Bu meyanda “Türk’ün Yeni Amentüsü” müsveddesini yazmış; kraldan fazla kralcılığa soyunmuştur. Kimdir bu Moiz Kohen?

1883’te Makedonya’nın Serez şehrinde doğmuş, 1961’de Fransa’nın Nice’sinde ölmüş bir Yahudidir. İttihad ve Terakki Komitesi üyesidir. Mason’dur. Yazar ve düşünürlüğün yanısıra, siyaset, ticaret ve ideolojiden geri durmamıştır. Kemalizm’in akıldanlarından kabul edilir. En bilinen yanı, ismini “Munis Tekinalp” olarak değiştirmesi (güya ki ihtida etmiştir) ve Osmanlı tabası Yahudilere “ısrarla” Türk olmalarını telkin etmesidir. Kendisine özgü taktikleri, onu “Büyük Türk Yurtseveri” unvanına kavuşturmuş; yazı ve kitapları, ırkçıların akidesi olmuştur. Ziya Gökalp, Yunus Nadi, Ömer Seyfettin, Zekeriya Sertel, Halide Edip ve daha niceleri, sadık bendelerindendir. Sabataistlerin(sözde dönmeler) isim değiştirmelerinde, etkisi büyüktür. “Türk’ün Yeni Amentüsü”, “Türk Ruhu” ve “Türkleştirme”, “Kemalizm” başlıca eserlerindendir. “İctihad”, “Türk Yurdu”, “Darü’l-Fünun Hukuk Fakültesi Mecmuası” gibi mecmualar, Kohen’in adeta naşir-i efkârı idiler.

2016-12-19_144020.jpg

İlk defa “Kahrolsun Şeriat Hükümleri” demekle meşhur olan kişi Moiz Kohen’dir. “Kemalizm” tabirinin mucididir. Hilafet ve şeriatın en azılı düşmanlarındandır. Şakirtlerinden en hayran olduğu kişi Ziya Gökalp’tir; onu, “Türkçülüğün mübeşşiri ve peygamberi” diye takdim eder. Lozan anlaşması aktörlerinden Haim Nahum ve Selanik İttihatçılarının piri Emanuel Karasu ile sıkı ilişkidedir. Günlüklerinde, “Musevî Mucizesi” diye bir kitaba niyet ettiğini söylerse de, ömrü kifayet etmez, buna muvaffak olamaz. 

Kısacası, “Deccaliyet” cereyanının en sadık ve en yılmaz taraftarlarının bu kundakçılar olduklarını belirtmekle iktifa edip nihai sözümüzü söyleyelim:

Irkçılık, asrın fitnesi ve felaketidir. Başta biz Müslümanlar olarak, bütün dünyanın ırkçılıktan vazgeçmesi bir mecburiyettir. Irkçılık, küresel bir felakettir. Dünyanın ve Müslümanların huzuru, bu felakete “dur” demekle mümkündür. Akıl, kalp ve ruhlar bu melanetten temizlenmedikçe, dâhilî ve haricî musibetlerden kurtuluş yoktur. Çare: Herkesi kendi fıtratıyla başbaşa bırakmaktır; dayatma, fıtratı çiğnemektir. Irkçılık, dayatmaların en muzırıdır; en tehlikelisidir. “Ne kurt oğlu insan, ne de maymun oğlu insan; ey insan oğlu insan!” diyor, herkesi “insan” ve "insanlık" adına kardeşliğe davet ediyorum.  

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir 


Kaynak:

(İşaratü’l-İ’caz, s. )
2 (A’raf, 12. Ayrıca. Bkz. Sad, 72; Hicr, 33)
3 (Tirmizi, ilim, 14)    
4 (Hâkim, Müstedrek, 4/298)
5 (Müsned, II, 524; Ebû Dâvud, Edeb, 120, 5116)
6 (5 nolu hadisin aynı)    

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.