ÜÇ ÇOCUK, BOL MEYVE, ÇOK DEMEÇ...
Nihal Bengisu Karaca
23 Temmuz 2010 Cuma 13:01
TÜRKİYE tarihinde Recep Tayyip Erdoğan kadar çok fikir beyan eden, özel ya da tüzel her konuda vatandaşına nasihat eden bir başbakan oldu mu? Sanmıyorum. Alışkın olduğumuz teamül başbakanların bazı alanlara girmemesi, "ben başbakanım şimdi bir söz edecek olursam bunu yasa gibi görüp algılayacak olanlar ve benim sözüm üzerinden başkalarına tahakküm edecek olanlar çıkabilir" diye düşünmesindendir.
Başbakan bunu yapmıyor. Evli çiftlerden üç çocuk istiyor, içki içmeyin onun yerine meyve yiyin diyor, sadece kapalı yerlerde değil genel olarak sigara içilmesine ne kadar tavırlı olduğunu her fırsatta beyan ediyor, Deniz Baykal-Nesrin Baytok etiketli kaset skandalı sonrasında taraflardan "olayın failleri" diye bahsederek, ikilinin bir noktada aslında mağdur da olduğunu kabul etmediğini yani özel hayatın gizliliğinin ihlalinin diğer ihlallerin üstünde olduğu anlayışına uzak olduğunu belli ediyor, belli etmekte sakınca görmüyor. Madencinin ölümünün bir noktada "kader" meselesi olduğunu söyleyerek öfkelendiriyor.
Mavi Marmara gemisine yönelik saldırılar sonrasında kimilerini ürküten bir çizgi ortaya koydu, kalbi ne tarafa çekiyorsa o tarafta durdu. 12 Eylül'ün yol açtığı dramdan bahsetmek neyse idi, ama idam edilen gençlere ağlamak yine proaktif bir tutum olarak algılandı, insanları şaşırttı ve dengelerini bozdu.
Başbakan'ın çok fikir beyan etmesinin kötü yanı kültürel ayrışma noktalarının sürekli gündemde kalması. İyi yanı da şudur: Yürütmenin başında olan kişi, nerede durduğu ortada olan biri. Recep Tayyip Erdoğan hakkında hiç sormayacağımız soru, "O gerçekte kimdi? Acaba hangi konularda nasıl fikirlere sahipti?" sorusudur. Demeçlerine, bu toplumda yaşanan kültürel ayrışma konularının tartışılabilir olmasını mümkün kılacak vesileler gözüyle bakılmalıdır.
Başbakan'ın, modern mi yaşayacağız muhafazakârlığa meyleden bir ülke mi olacağız endişesini kaşıyan ifadeler kullanırken daha dikkatli olmasını tercih ederdim. Ama modernliğin devletteki en temel karşılığı, geçmişiyle yüzleşebilmek, geçmişte sustuğu konularda artık konuşabilmek ise eğer, ki öyle, devlete hükümet eden başbakana "Senin 12 Eylül ile ne işin olur? Hadi oradan" diyenlerin de aynı şekilde dikkatli olması gerekir.
Bu tavır, toplumsal bir meselede herhangi bir tutum almamış olanları ilanihaye o konuda tutum almamaya, eski tavırlarında ısrar etmeye sevkeder ki, asıl korkutucu muhafazakârlık türü budur.
GÖZYAŞINDAN KARAKTER TESTİ
12 Eylül ürünü olan Anayasa ilk kez deliniyormuş gibi davranmanın samimiyet sorunu olarak görünmesi doğaldır. Fakat demokratik sistemin doğası gereği her iktidar kendi açtığı delikten mesul olacaktır ve bunun arkasında nasıl bir duygu düşünce dünyası olduğunu beyan etme hakkı ve sorumluluğu vardır.
"Bundan 30 yıl önce solcular asılırken vatandaş Erdoğan o gün de bugünkü gibi acı çekiyor muydu?" sorgusu gerçekçi bir sorgu değil. İnsanları genç yaşlarında siyasete girmeye yönelten etken, bir şeyler yüzünden acı çekmeleri ve biraz da kendilerinde kurtarıcı misyonu vehmetmeleridir. Niyetler sonradan değişir. Bugünün siyasetçisinin dünkü niyetini sorgulamakla yetinmeyip gözyaşından karakter testi yapmaya kadar gidilmesi de hatalı bir tutumdur. "Siyasetçi hissetmez, sadece konumunu seçer ve pozisyon alır" bakışı sakıncalı bir bakış açısıdır. Dahası bir şeye ağlamak için ille de orada olmak gerekmez. Bu mantıkla İsrail'in Filistin'e yaptıklarına öfke duyan insanlar olarak Spielberg'in çektiği "Schindler'in Listesi" filmine ağlamamamız gerekirdi, ama ağlıyoruz. İnsani dram, hangi kampta olsa, yine de dram. Bırakın tarihte yaşanmış dramları, annesini sevmeye programlanmış küçük bir robotun çöpe atıldıktan sonra yaşadığı acıyı anlatan süper fantastik "Yapay Zekâ" filmine bile höyküre höyküre ağlıyoruz. O halde neden bir başbakana bir vatan evladının idam edilmeden önce yazdığı "gerçek" mektubu okurken duygulanmayı çok görüyoruz, hiç anlamıyorum.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.