TÜRKİYE’YE NE OLACAK?
Ece Temelkuran
09 Haziran 2010 Çarşamba 15:01
BURASI, felaketlerin geceden oluşup bizim uyanmamızı beklediği, neredeyse her sabah gazeteyi, televizyonu, “Bakalım bugün nasıl bir acayiplik patladı” diye açtığımız bir ülke. Diyelim ki bir İzlandalının en fazla bir hafta, bilemedin on günde akli dengesini ömür boyu bozacak bir felaket “zenginliğine” sahibiz. Dolayısıyla “Ne olacak memleketin hali?” sorusunun ekseriyetle rakı eşliğinde ya da bir süre sonra alkol etkisi yapacak kadar çok miktarda çayla sorulması tesadüf değil. Ancak bugünlerde bendeniz, tünelin sonunda bir ışık görür gibiyim. Şimdi bunu paylaşmasam ayıp olur diye düşündüğümden yazayım dedim. Şöyle ki...
NEREDE DURSAK?
Nicedir ben dahil birçok insana hafif bir fenalık gelmiştir herhalde. Şu Anayasa konusunda ne yapılacak, politik kutuplaşmada nerede dursak daha az yanlış anlaşılırız, fiili olarak tek partiliymiş gibi görünen bir rejim içinde dengeyi sağlayacak muhalefet çıkar mı çıkmaz mı, çıkarsa soytarıya dönüşmeden seçim tarihini getirebilir mi, sendikaların bu dağınıklığı nereye gider?.. Vesaire vesaire. İnsanın kendini paldır küldür bir buhranın içinde bulmasına neden olabilecek kadar çok soru var zihnimizde. Ama dediğim gibi, bir ışık var.
YELPAZENİN UÇLARI
Belki duydunuz, “İsrail Suçlusun!” sloganıyla bir kampanya başlattık. İsrail’i entelektüel, sanatsal ve duygusal ablukaya alacağız. Bu, göründüğü kadar naif bir girişim değil. Üstelik uluslararası bir biçimde kurumsallaşabilir de. Güzel tarafı şu: Neredeyse bir gün içinde, Afili Filintalar grubunun çağrısına uyan insanlar, Türkiye’deki politik yelpazenin birbirinden fersah fersah uzak uçlarından geliyordu. Muammer Karaca Tiyatrosu’nda yaptığımız basın toplantısında sahnede oturanlar, Mercan Dede’den Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’na dek değişen bir çeşitlilik arz ediyordu. İslamcısı, solcusu, politik olarak pek renk vermeyeni derken sevinçle hayret edeceğiniz bir zenginlik vardı basın toplantısında. Gelenlerin çoğu otuzlu yaşlarındaydı. Dolayısıyla aslında bizim kuşak oradaydı. Yani 12 Eylül darbesiyle yetişmiş kuşak. Türkiye’de darbe sonrasında atılmış antikomünist dayaktan payını almış, susmuş, apolitik olmakla suçlanmış, bir yandan da politik yelpazenin birbirinden en uzak iki ucuna doğru savrulmuş kuşak.
ŞEHİRLİ KUŞAK
Toplantı masasına baktığımda, yürüttüğümüz kampanya bakımından sevinmekle kalmadım. Aynı zamanda Türkiye’de bundan böyle sözü dinlenecek insanları da görmüş oldum. İslamcısından solcusuna herkes benzer bir dille konuşuyordu. Buna vicdan dili diyebiliriz elbette. Ama ondan öte bir şehirli söylem kullanıyordu herkes. Esprili, net ve insanlığın evrensel ahlak ilkelerine referans veren bir dil. Önümüzdeki dönemde politik fikirleri, siyasi tavırları yönlendirecek insanların dili buydu: Farklılıklara “hoşgörü” gösteren değil, farklılıkları içine sindirmiş bir dil. Hatta artık farklılıkların adını bile anmaya tenezzül etmeyen bir dil. Türkiye’deki konjonktürel politik kutuplaşmayı umursamayan, onun üzerine çıkan bir dil. Başörtülübaşörtüsüz konumlandırması ile ancak ve sadece dalga geçebilecek bir dil. O gün orada sadece İsrail’in işlediği suçlara karşı bir cephenin görüntüsü değil, Türkiye’nin geleceğine dair fikir veren önemli bir resim de vardı. Bizim kuşak - nihayet!- geliyor yani. Bunu gördüm. Şimdiye kadar pek dilli olmamalarına bakmayın, iyi bir hasattır aslında.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.