TÜRKİYE CUMHURİYETİ’’Nİ TÜRK PKK’’SI KURDU
Serdar Kaya
23 Eylül 2012 Pazar 08:16
Geçen pazar, PKK’ya getirilen yedi yaygın itirazdan söz etmiştim. Bu itirazlar şunlardı: (1) Silahlı bir sol örgüt olarak kurulmuşken, zaman içinde söylem değişikliklerine gitmek; (2) örgüt içi demokrasiye sahip olmamak, hatta kendi içindeki muhalifleri dahi acımasızca öldürmek; (3) Kürt halkı tarafından desteklenmiyor olmak, dolayısıyla da Kürt halkını temsil etme hüviyetine sahip olmamak; (4) Kürt halkına kötü davranmak; (5) uyuşturucu kaçakçılığı yaparak finansman sağlamak; (6) yurtdışından yardım görmek; ve (7) önünde siyaset imkânı varken şiddeti tercih etmek.
Bu noktada biraz durup aynaya bakmak ve bu itirazları bir de Türkiye Cumhuriyeti ekseninde düşünmek gerekli.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu
İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1889 yılında silahlı bir yeraltı örgütü olarak kuruldu. Önünü açmak isteyen cemiyet, 1905 yılında kurduğu Fedaîn adlı örgüt aracılığıyla siyasi muhaliflerine suikastlar düzenlemeye başladı. 1908’de anayasal döneme geçildi. Ancak 1913’te İttihatçılar darbe yaparak iktidarı ele geçirdiler. 1914’te ise, düşmandan “eski yerleri” alma ümidiyle, Osmanlı Devleti’ni I. Dünya Savaşı’na soktular. Savaş yılları boyunca büyük insanlık suçları işleyen örgüt liderleri, savaşı kaybettikten sonra yurtdışına kaçtılar.
Bunun sonucunda, ülke, örgütün B kadrosuna kaldı. Bugün Türkiye Cumhuriyeti olarak bilinen devlet, söz konusu B kadrosunun eseridir. Bu kadro, I. Dünya Savaşı’nın ardından yenilgiyi kabul etmeyip Anadolu’nun farklı yerlerinde yeniden organize olmaya başladı. Amaç, bir direniş örgütlemekti. Ancak İttihatçılar, her şeyi olduğu gibi bunu da halka dayatarak yaptılar. Onların uzantıları durumunda olan çeteler, bir yandan savaş döneminden “arta kalan” Anadolu gayrımüslimlerini katletmeye, diğer yandan da vatan müdafaasının (yani kendilerinin) finansmanı adına Anadolu halkını haraca kesmeye başladılar. Halk, İttihatçıların son macerası olarak gördüğü bu uygulamalardan yaka silkiyor ve mümkün mertebe uzak durmaya çalışıyordu. Ancak, İttihatçıların Ankara’da kurdukları (ve o gün itibariyle hukuki hüviyetinin ne olduğu dahi meçhul olan) alternatif meclis, Anadolu halkının Müslüman kesiminden olup da direnişe katılmayanları “asker kaçağı” ilan edip yakalayabildiklerini idam etmeye başladı. Bu kimseler, yeri geldiğinde, yakaladıkları iki kardeşin babasına dönerek, “İki oğlundan birini idam edeceğiz, diğerini de asker yapacağız, hangisini asalım” diye sormaktan dahi çekinmeyecek karakterde insanlardı.
Türk PKK’sı
Burada silahlı bir örgüt var. Örgütün siyaseti şiddete dayalı. Örgüt içi demokrasi yok. Örgütün demokrasi ile arası genel anlamda da iyi değil. Örneğin, 1920’de kurulan alternatif meclis dahi, içinde beli silahlı adamların dolaştığı bir yer. Meclis içindeki nispeten güçlü olan fraksiyona muhalefet edenler, suikastlara ve siyasi idamlara kurban gidiyor. Meclis’tekilerin, tartışmalar esnasında birbirlerine silah çekmeleri, hatta silahlarını ateşlemeleri dahi vaki. (Meclis’te vurulan Halid Paşa’nın arka odalardan birine konması ve kan kaybından ölmesi için beş gün beklenmesi gibi korkunç örnekler de yok değil.) 1926 ve sonrası ise, bütün muhalefetin susturulduğu bir Tek Adam rejimi.
Örgütün söylem değişikliği de bariz. Başlangıçta Osmanlıcı olan örgüt, sonra Türkçü, ardından hilafetçi/ saltanatçı, sonra tekrar Türkçü, 1930 sonrasında ise, biyolojik ırkçı oluyor. Hilafetçi söylem, Hindistan Müslümanlarından gelen dış yardımı mümkün kılıyor. Aynı dönemde, bir de, Ruslara hitap eden ve Rus yardımını mümkün kılan komünist söylem var.
Örgütün, Milli Mücadele dâhil hiçbir dönemde halk desteği güçlü değil. Halka kötü davranmak ve acımasızlık ise, adeta örgütün karakteri durumunda.
Sonsöz
Milli Mücadeleyi, Anadolu halkının bir kısmının (zorla da olsa) desteğini almayı başaran Türk PKK’sı verdi. Türkiye Cumhuriyeti’ni de yine Türk PKK’sı kurdu.
Bugünlerde Kürt PKK’sı da aşağı yukarı aynı zihniyetle ve aynı acımasız yöntemlerle Kürdistan’ı kurmaya çalışıyor. Görünen o ki, bu gerçekleştikten sonra, Kürdistan’ın Kürt çocukları, okullarda, topyekûn Kürt halkının Atakürt’ün önderliğinde bir bağımsızlık savaşı verdiğini öğrenecekler. Biri çıkıp da, “Atakürt dediğiniz adam iki eli kanlı acımasız bir despottu” diyecek olsa, muhtemelen “O olmasaydı adın Welat olabilecek miydi?” cevabını alacak. İşin tuhafı, Türklerin aksine, Kürtler en azından bu noktada haklı olacaklar.
Bütün bunlar karşılaştırılamaz zannediyoruz. Hatta karşılaştırmak çoğu zaman aklımıza bile gelmiyor. Çünkü henüz CHP’yi (ve dolayısıyla da TC’yi) gerçek mahiyetiyle anlayabilmiş değiliz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.