TÜRKÇÜLÜK: BİR SÖMÜRGELEŞTİRME STRATEJİSİ
Hilal Kaplan
04 Şubat 2013 Pazartesi 08:28
'Türkiye'nin halkı söz olunurken, onları [Kürtleri] da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine sorun çıkarırlar. Şimdi TBMM hem Türklerin hem de Kürtlerin yetkili meclislerinden oluşmuştur. Ve bu iki öğe, bütün çıkar ve yazgılarını birleştirmiştir.'
Tarih, 14 Ocak 1923. Yer, İzmit. Sözlerin sahibi Mustafa Kemâl.
Birgül Ayman Güler'in sözleri üzerine çıkan tartışma sırasında, bazı köşe yazarlarımız Türkçülüğün bir zamanlar, halkı birleştireceği umulan bir strateji olduğunu ve hatta bir süreliğine işe yaramış olduğunu iddia ettiler. Dayanaktan yoksun olan bu iddiaya karşılık, Mustafa Kemâl'in yukarıdaki sözleri, aslında 'sorun çıkaracağını' bile bile Türkçülüğe meylettiklerinin bir itirafı gibidir. Zira bu sözlerin üzerinden yalnız bir yıl geçtikten sonra, 1924 anayasasıyla Türklük harici tüm unsurlar reddedilecek ve 1925'teki Şark Islahat Planı çerçevesinde şu ve benzeri maddeler uygulamaya konacaktır:
'Aslen Türk olup Kürtlüğe mağlub olmaya başlayan' illerde çarşı ve pazarda dahi Türkçe dışında lisan kullananlar kanuna muhalefet suçundan cezaya tabi olacak. (Madde 13)
'Aslen Türk olan fakat Kürtlüğe benzeyen' illerde ve 'Arapça konuşan mahallerde' Türk Ocakları ve kız mektepleri açılacak; buralara rağbet temin edilecek. (Madde 14)
Kürtlerin Kürtçe konuşmaları behemehal yasaklanacak. (Madde 16)
Ve Kemâl Kılıçdaroğlu'nun hiçbir zaman ırkçı olmadığını iddia ettiği CHP'nin İçişleri Bakanı'nın 1930'da 'gayet gizli ve zata mahsustur' ibaresiyle yayınladığı genelgede şöyle denilmektedir:
'Kıyafetin, şarkıların, oyunların, düğün ve cemiyet âdet ve ananelerin milliyet ve ırk hislerini daima ayakta tutan ve cemaatleri mazilerine bağlayan rabıtalar olduğu unutulmamalı, binaenaleyh lehçeyle beraber bu gibi aykırı âdetleri de fena ve zararlı görmek ve bilhassa kötü göstermek ve hiçbir suretle isteklendirilmeyerek ve cesaretlendirilmeyerek adi ve ilkel mahiyetleri her vesile ile teşhir olunarak çirkin gösterilmeli ve ayıplanmalı, o lehçeyi konuşan zümrelere mensup fertlerin ve ailelerin isim ve lakaplarını Türkçeleştirmek, nüfustaki kayıt ve künyelerini fırsat düştükçe tashih etmek ve kendilerine hiçbir suretle mesela Boşnak, Çerkes, Laz, Kürt, Abaza, Gürcü, Türkmen, Tatar, Afşar, Pomak lakabı vermemek, köylerin o lehçedeki isimlerini değiştirmek, yerlileri buna alıştırmak, evlerinde ve aralarında Türkçe konuşturmak ve öz yürekten kendilerine Türküm dedirtmek, hülasa dillerini, adetlerini ve dileklerini Türk yapmak, Türk'ün tarihine ve bahtına bağlamak her Türk'e teveccüh eden millî ve mühim bir vazifedir.'
İşin garibi bunca rapor ve genelge yazdırıp Türklüğü öven ve yaymayı amaç edinen Cumhuriyet elitleri, Türklüğü de özünden koparmak amacındaydılar. Türklüğün Osmanlı ve İslâm ile olan bağını kopartarak, bu doğrultuda alfabeyi değiştirip, İslâm öncesi Türklerin tarihine göndermelerle yeni bir Türk tarihi icat edip, Cumhuriyet öncesi Osmanlı tarihini tam bir karanlıklar çağı gibi göstermeyi vazife edinmişlerdi. Yani onlar için Türklük de baştan yaratılmalıydı.
Cumhuriyet projesi, sadece sömürgeleştirilenin değil, sömürgecinin de 'yerli' olduğu bir sömürgeleştirme atağıydı. İtilaf Devletleri, Türkiye'yi sömürgeleştirebilmiş olsaydı, Arap alfabesini kaldırmak, ezanı Türkçeleştirmek, hilafet makamını lağvetmek, erkeklere şapkayı kanunen mecbur tutmak, Türkçe hariç bütün dilleri asimile etmek, vb. adımlara cesaret etmeleri güç olurdu.
Bugünlerde Türkleri ve Türkçülüğü savunur gibi gözükenlerin şu gerçeği akıldan çıkarmaması lazımdır: Halkın, hilafet kaldırılmadan ve alfabe değiştirilerek toplumsal hafızasından uzaklaştırılmadan kültürel sömürgeleştirilmeye ve seküler bir anlayış olan milliyetçiliğe savrulması mümkün değildir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.