22 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır6°C
  • Ankara11°C
  • İzmir17°C
  • Berlin-2°C

‘TÜRK SORUNU’ NEYMİŞ, İTİRAF ETTİNİZ

Kadri Gürsel

28 Ocak 2013 Pazartesi 08:29

“Türk sorunu” denen psiko-politik sıkıntıya duçar olanların asıl derdinin ne olduğunu zaten anlıyor ve biliyorduk.

Zamanında “ayrılıkçı Türkler” mevzuu vesilesiyle bu köşede şunları yazmıştık:

“Onlar (Bugün, “Sorunlu olanlar” diye de okuyabilirsiniz) Kürtlerin Kürt olarak kabul edilecekleri ve dolayısıyla kendilerini Türk kimliğinde anlamlandıranlarla eşit olacakları bir birlikte yaşama modelini reddediyorlar. Kısacası, Kürtlerin kendi eşitleri olarak temayüz etmesini istemiyorlar. Buna tahammülleri yok.

Cumhuriyet’in bu kez bir ortaklık paradigmasına ihtiyacı olduğu gerçeğini kabule yanaşmıyorlar” (Kürtlerle birlikte yaşamak zorundasınız, 12 Temmuz 2010).

CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler ülkesine büyük bir hizmette bulundu. “Türk sorunu”nun kök nedenini, Meclis’te açık ve seçik, adını koyarak o kadar güzel itiraf etti ki... Bunu daha önce kimse yapmamıştı.

Güler’in sözlerini burada da kayda geçirelim:

“Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eşdeğerde gördüremezsiniz. (...) Türkiye’de Kürt sorunu yoktur. Türkiye’de siz sorunu Türk sorunu yaptınız. Bundan sonra biz savunmadayız, bundan sonra meşru müdafaa hakkı için saldırıdayız.”

İki buçuk yıl önce yazdıklarımızın Türk sorunu sıkıntısının baş sözcülerinden biri tarafından şimdi doğrulanmasından ötürü kendimizi iyi hissediyoruz.

Bir “Türk sorunu” sahibi, esas dertlerinin, korkularının “Kürtlerle eşitlenmek” olduğunu faş etti. “Siyasi doğruculuk” kaygısı falan da yok. Eşitliğe düpedüz karşı; sözde üstün addolunmak ve öyle kalmak istiyor.

Bu köhne, 19’ncu yüzyıldan kalma “egemen ulus” anlayışının, çağımızın demokrasi, insan hakları, eşitlik, çoğulculuk, katılımcılık ve kapsayıcılık gibi klasik değerleriyle mücehhez bir ideolojik taarruz karşısında tutunacak mevzii yoktur.

Güler’in sözlerinde ifadesini bulan bu çağdışı üstünlük iddiasının ahlaken herhangi bir hakim zemini bulunmuyor. Dolayısıyla “Türk sorunu”yla ideolojik planda baş etmek o kadar da zor değil. Sorunun kökeninde “eşitlenmek korkusu” gibi bir abuk sabukluğun yattığı itiraf edildiğinden ötürü, işimizin kolay olduğu anlaşılmıştır.

Birgül Ayman Güler’e bu “büyük hizmeti” için teşekkür etmeliyiz.

“Egemen ulus” ideolojisiyle silahlanmış bir devletin nesillerdir ezdiği insanlarla günün sonunda “eşit olmak” ezilmek demek değildir. Birgül Ayman Güler’in zihin dünyasının ortaklarına, ezilmediklerini, haksızlığa ve kayba uğramadıklarını anlatmak, onları ikna etmek gerekiyor.

Bu maksatla tarihçi M. Şükrü Hanioğlu’nun Sabah gazetesinde 13 Ocak tarihinde yayımlanmış “Çoğunluğu kimlik siyasetine yönlendirmek felakete davetiyedir” başlıklı yazısından bir pasajı aktarıyorum:

“Herkesi üzen asker, güvenlik mensubu ve sivil kayıplarından yola çıkarak savunmacı bir ‘Türk kimlik siyaseti’ni meşrulaştıracak ‘mağduriyet’in üretilmesi mümkün değildir. Her şeyden önce bu kimliği bastırmaya çalışan, onu ezen bir otorite olmamıştır. Bunun da ötesinde bazı vatandaşlarımızın doğal haklarına kavuşmalarının neden Türklerin savunma karakterli bir kimlik siyasetine yönelmesini zorunlu hale getirdiğini açıklayabilmek mümkün değildir.”

Hanioğlu, Güler’e cevaplardan birini günler öncesinden vermiş aslında.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.