TÜRK PİYADESİ SURİYE’YE GİRECEK Mİ?
Kadri Gürsel
28 Eylül 2016 Çarşamba 13:46
Ankara’nın 23 Ağustos’ta Türk zırhlı birliklerinin himayesindeki “Özgür Suriye Ordusu” gruplarını Suriye’ye sokarak başlattığı “Fırat Kalkanı” operasyonunda işler iyi gidiyor olsaydı Hürriyet gazetesi 21 Eylül’de “Piyade Suriye’ye” manşetiyle çıkmazdı.
Hürriyet’in haberindeki “piyade”den kastedilen, “Fırat Kalkanı”nın halihazırdaki piyadesi değildi. Malum, “Fırat Kalkanı”nın piyadesi, Arap ve Türkmen, İslamcı ve hatta cihatçı gruplardı. Hürriyet haberinde sözü edilen piyade ise Türk piyadesiydi...
Hürriyet’e göre, Türkiye sınırına kuş uçumu 30 kilometre mesafedeki El Bab’ın IŞİD’den alınması için özel kuvvetler ve tank birliklerinin yanı sıra Kara Kuvvetleri’ne bağlı değişik muharip piyade sınıfları da Suriye içine girecekti... “Bir yetkili” Hürriyet’e “El Bab’a inmek için daha kapsamlı kara gücü şart” demişti.
El Bab’a ulaşmak için ise önce Türkiye sınırına 20 kilometre mesafedeki Dabık’ın ele geçirilmesi lazımdı. Lakin istihbarat bilgileri bunun, IŞİD’in önceden boşalttığı Cerablus’a girmek kadar kolay olmayacağını işaret ediyordu. Dabık’ın etrafına hendekler kazılmıştı; seyyar tanksavar roketleri vardı; kentin etrafı yüzlerce mayın ve patlayıcıyla tuzaklanmıştı.
Fırat Kalkanı’nın Türk piyadesi olmadan neden devam edemeyeceğinin cevabı da Hürriyet’teki aynı haberin sonunda veriliyordu: IŞİD, Cerablus’un biraz güneyinde kalan Türkmen köylerini ÖSO’dan geri almıştı. IŞİD’in bu başarısında Amerikan Özel Kuvvetleri’nin Fırat Kalkanı’na desteğini kabul etmeyen radikal grup Şukur El Cebel’in 600 kişilik gücünü bölgeden çekmesi rol oynamıştı...
Kapsamlı Türk kara birliklerinin Suriye’ye sokulması söz konusu olmadan “Fırat Kalkanı” operasyonunu sürdürmenin mümkün olamayacağı, en başından itibaren öngörülebilir bir gelişmeydi.
Fırat Kalkanı’nın Türkiye açısından en büyük zaafını ÖSO adı altında derlenip toparlanmış cihatçı grupların kifayetsizliğinin oluşturduğunu ve bu nedenle savaşa karadan müdahil olacak Türk ordusunun ÖSO’nun açığını kapatmak için her seferinde daha çok sayıda askeri güçle daha fazla güneye ilerlemesi sonunda, Türkiye’nin içinden çıkılmaz bir bataklığa sürükleneceği öngörülebilir bir durumdu. Bunun için ÖSO’nun Türk tanklarının desteğiyle aldığı köyleri, gerçekte savunamaz halde olduğunun ayrıca yaşanarak da görülmesi gerekmiyordu.
Ertesi gün, Savunma Bakanı Fikri Işık’ın, “Piyade Suriye’ye” başlıklı haber hakkındaki görüşü yer aldı gazetelerde.
Bakan şöyle konuşmuştu: “Türkiye kendi güvenliğini teminat altına alana kadar harekatı sürdürecek. El Bab’a gidilmesi gerekiyorsa gidilecek. ÖSO elemanlarıyla bu harekatı yürütmek şu anda bizim planlamamız. (...) Kendi piyademizle bu harekata katılmak gibi bir planlamamız bugün için yok”.
Bakan Işık “El Bab’a gidilmesi gerekiyorsa gidilecek” diyor ama sözlerinin asıl altı çizilmesi gereken kısmı, Türk piyadesinin Suriye’ye sokulmasının “bugün için” söz konusu olmadığıdır.
Ankara’nın Dabık ve El Bab’ı sadece “ÖSO piyadesi”yle almaya kalkışmayacağı doğru bir varsayım ise bu durumda, Bakan’ın sözlerinden “Fırat Kalkanı”nın bu iki bölgeye doğru genişletilmesinin de “bugün için planlanmadığı” anlamını çıkarabilir miyiz?
Bu sorunun akıl ve mantık dairesindeki cevabı “Evet”tir.
Lakin savaş bir kez başlatıldığında kendi mantığını empoze eder ve savaşa girişenler de planlarını sahadaki gerçeklere göre revize etmek zorunda kalabilirler. Zaten Bakan da bu hususu gözeterek ihtiyatlı konuşuyor.
Bu bakımdan, 23 Eylül tarihli Türk basını ilginç ve zihin açısı malzeme sağlıyordu.
Mesela, Cumhuriyet gazetesi, IŞİD’in yeni bir karşı saldırı düzenleyerek Azez-Cerablus hattının ortasında kalan El Rai’nin batısında ve doğusundaki yedi köyü ÖSO’dan geri aldığını yazmıştı.
Aynı gün, rejime yakınlığıyla bilinen İslamcı Yeni Şafak gazetesinde yazılanlar Fırat Kalkanı’nda işlerin yolunda gitmediğini ve hatta Dabık ve El Bab’a inmek şöyle dursun, Türk piyadesine öncelikle Azez-Cerablus hattında tutunmak için ihtiyaç duyulabileceğini düşünmeye sevk ediyordu.
Haberin başlığı “ABD’nin Bab oyunu” idi...
Yeni Şafak’taki son derece ilginç metinden uzun ama hiç de sıkıcı olmayan bir alıntı yapmak gerekiyor:
“Mehmetçik desteğiyle hızlı yürüyen Fırat Kalkanı Harekatı sahaya Amerikalıların gelişiyle birlikte yavaşladı. Pentagon destekli bazı grupların sabotajı ve Conilere tepki gösteren bir kısım muhaliflerin cepheden ayrılışı, terör örgütü DEAŞ’a yaradı. İki gün önce 7 köyde kontrolü yeniden ele geçiren DEAŞ, önceki gece ise 5 köyü muhaliflerden geri aldı. (...) Cerablus güneyinde PYD’yi, batı yönünde ise DEAŞ’ı süpüren TSK destekli muhaliflerin son günlerde birçok sorunla boğuşması, Suriye PKK’sı (PYD/YPG kastediliyor) için fırsat niteliğini taşıyor. (...) ÖSO bileşenleri arasına nifak sokarak Fırat Kalkanı’nda suyu bulandıran ABD’nin bir yandan muhaliflere karşı DEAŞ’a istihbarat sağlarken diğer yandan Türkiye’nin hedefindeki El Bab’a PYD’lileri sokacağı ileri sürülüyor”.
Yeni Şafak metninde Fırat Kalkanı’ndaki başarısızlıklardan ABD’nin sorumlu tutulması elbette ki ayrı bir konu.
Burada altı çizilmesi gereken asıl husus, piyade gücü görevi kıymeti kendinden menkul ÖSO’ya verilmiş haliyle Fırat Kalkanı’nın, başladıktan bir ay sonra ivmesini yitirdiğinin rejimin önde gelen bir medya organı tarafından duyurulmuş olmasıdır.
Manşetinde bu kifayetsizlik ilanının yer aldığı sayfanın ikinci haberinin başlığı ise “Roketler Kilis’i yine vurdu” şeklindeydi. IŞİD Suriyeli sığınmacı sayısının yerli halkı geride bıraktığı sınır şehri Kilis’e iki Katyuşa roketi atmış ve bunun sonucu yedisi çocuk dokuz kişi yaralanmıştı. Bunlardan yedisi Suriyeli’ydi.
IŞİD’in Kilis’e fırlattığı roketler, bırakın Dabık’ı veya El Bab’ı almayı, sayılarının sadece bin 800 olduğu haber verilen ÖSO’cularla sınır hattında güvenliğin sağlanamadığının açık bir göstergesiydi.
Dolayısıyla, şimdi Ankara’nın önünde iki seçenek var:
Birincisi, piyade birliklerini Azez’den Cerablus’a uzanan sınır hattı boyunca mevzilendirerek IŞİD’e karşı ülkeyi savunmaktır.
İkincisi de piyade birlikleriyle El Bab’a taarruza geçmektir. İkinci şıkta, askeri riskler, tehditler, belirsizlikler ve kayıplar elbette ki çok daha büyümüş ve çeşitlenmiş olacaktır. Bunların yanı sıra Türkiye uluslararası alanda bir de “işgalci ülke” olmakla suçlanarak zorlu diplomatik sorunlarla yüz yüze gelecektir.
Her iki durumda da Türk piyadesi Suriye’ye ayak basacak.
Piyadenin Suriye’ye neresine kadar gömüleceğine ise Ankara şu sıralar karar vermek üzere olmalıdır. (Al Monitor)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.