TOZLU ÇİZME’DEN KİBİR TEKME’SİNE
Mücahit Bilici-
17 Mayıs 2014 Cumartesi 09:00
Soma maden ocaklarında helal rızık için çalışırken bir felaket sebebiyle ölümle karşılaştıkları için bir nevi şehit statüsünde bu (dar, karanlık ve meşakkatli) yerdeki mesailerine paydos denilip ebedi bir teselli ve istirahatgâha transfer edilen işçilere Allah’tan rahmet diliyorum. Onların göçüşüyle bu tarafta yetim ve yalnız kalan aile fertlerine de sabır ve şükür ver ey Rabb-i Rahim. Ölüm karşısında hakiki tek teselli bir dar-ı bekanın açıcısı ve garantörü olan O’dur.
Böylesine kitlesel bir ölümün üstüne söylenen her söz biraz da susmayı başaramamaktan. Hatta bir anlamlandırma, bir teselli bulma, bir zahiri sebebe tutunma çırpınışı. Soma’daki felaket ve sonrasında yaşanan olaylar trajediyi ikileştirdi. Siyasi kökenli bir insani trajedi üstüne insani kökenli bir siyasi trajiklik eklendi. Madencinin ölüme banmış çizmesi ile müşavirinhınç dolu tekmesi yan yana geldi.
Gözlerini sadece kendisinin iktidarına açmış olsunlar diye ve haklı olarak devrimci bir programın şevkli askerleri olsunlar diye seçiliyor bu genç müşavirler. Bunlardan birinin Soma’da bir vatandaşı tekmelerken görüldüğü fotoğraf bir arbede rastlantısı değil bir halet-i ruhiye sızıntısıdır. Peki, bu tekmeye nasıl geldik?
Bu cilalı ve muhtemelen pahalı ayakkabı bir tekme olmadan önce kömür tozuna batmış mütevazı bir çizme idi. “Çizmelerimi çıkarayım, sedye kirlenmesin” diyen işçinin Bejan Matur’un tabiriyle “ölürken bile dünyayı incitmemeyi düşünen yoksul zarafeti” karşısında herkes duygulandı. Aslında eşyanın bile bir tüketim değil bir kullanım edebine muhatap olduğu eski zamanlardan daha yeni çıktık çoğumuz. Eskiden eşyaya bile saygı duyulurdu. Şimdi insana bile saygı duyulmuyor. Zira tüketim bir talana dönüştü. Kullanım ise bir tüketime.
Artık telefon, masa, araba kullanmıyoruz, onları tüketiyoruz. Ağzı bir ateş ocağının ağzı gibi olan bu tüketim kültürünün (ve onu teşvik ile ayakta duran düşüncesiz bir üretim ve büyüme, yahut bir adaletsiz kalkınma partisinin) içine atıyoruz eşyayı. Orada herşey yanıp kül (pul yani para) oluyor. Parayla satın alabildiğimiz her şeyi tüketiyoruz. Buna insanlar da dâhil. Üretim ve tüketimi insanın ihtiyacından boşayıp, matematiksel büyümeye bağlayan hazır medeniyet her şeyin üstüne bir fiyat etiketi koyarken, insanın da üstüne bir etiket koydu. Kant gibi filozofların gerekçelendiremedikleri hâlde endişeyle dile getirdiği, “aman ha insan bir araç olarak görülmesin” ikazları kâr hesabının sağır kulaklarınca elbette ki duyulmadı. İnsan da bir üretim girdisi olarak nesne hâline geldi. Ucuza kapatılması gereken bu insanın değer verilen tek şeyi, hayatıdır. Bir tek ölürken değer kazanır, hatırlanır. Şimdi çoğumuzun hatırlaması gibi. Yine de konumuz bu değil.
Konumuz, yoksul işçi çizmesinden tekmeleyen müşavir ayakkabısına yaşanan evrim. İşte değil başkasını ezmek, bir sedyeyi bile kirletmemek kaygısıyla hareket eden o çizme nasıl oldu da kibirle basan bir ayakkabı, yere düşmüşe vuran bir tekme oldu?
Dindarların ‘Müslüman milliyetçiliği’ olan İslamcılık, ezilen kesimlerin eşitlik ve onur mücadelesi kabilinden bir ezilen kültürel sınıf milliyetçiliği iken şimdi bir ezen kültürel sınıf milliyetçiliği hâlini aldı. Çizme tekme oldu. Çizmeden tekmeye geçişte akıl ve vicdanlarımızı devletçilik, büyüme, kalkınma ve milli enaniyet çarklarına kaptırdık. Sedye kirlenmesin diye endişelenen bir çizme, siyasi konfor için vurmaktan çekinmeyen utanmaz bir tekmeye dönüştü.
Başkasının (mesela laiklerin) tahakkümüne karşı onurlu direniş ve eşitliği sağlayan dikleniş ne kadar doğru idiyse bugün tahakküm kabiliyeti kalmamış kesimlerin onur ve saygı taleplerinin karşısına mütehakkimane dikiliş de o kadar yanlıştır.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.