23 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır12°C
  • Ankara17°C
  • İzmir10°C
  • Berlin4°C

TOPLUM, POLİTİKACI, AYDIN

Ahmet Altan-

08 Haziran 2011 Çarşamba 12:21

İttihatçıların iyice parlattığı geleneksel bir aydın düşmanlığı zihinlere bir küçümseme olarak yerleşmiştir bizim ülkede, aydınlar “halktan kopuk, toplumun değerlerinden uzak, gerçeklerden bihaber, çocuksu züppelerdir” bu anlayışa göre.

Kimse, bu kadar hayatın uzağında, halktan habersiz, gerçeklere kör, çocuksu “züppelerin” dünyanın bütün ansiklopedilerini nasıl doldurduklarını sormaz.

Binlerce yıllık bir tarihin özeti olan o ansiklopedileri, o tarihin hiçbir aşamasını sezememiş adamların doldurması biraz tuhaf gelmez mi kimseye?

Söylenenlerin tam aksine, aydınlar toplumun çok önemli ve işlevsel parçalarıdır.

Onlar, gemilerin en uzun direğinin tepesinde yapayalnız duran ve uzakları herkesten önce gören gözcülerdir.

Gemiyi onlar yönetmez ama geminin nereye gittiğini herkesten evvel onlar görür.

Aydınların işlevini anlamak için önce toplumları iyi anlamak gerekir.

Toplumun çok karmaşık istekleri, duyguları, tepkileri vardır ama toplumu asıl belirleyen birbirine zıt iki temel istektir.

Her toplum hem olduğu gibi kalmak, hem de değişmek ister.

Kalabalıkların değişimi zordur, hep içine rahatça yerleşeceği gelenekler, alışkanlıklar, örfler, âdetler arar, hep yerleşmek, hareketsiz durmak ister ama bu isteğinin hemen yanıbaşındaki “değişim” isteğinden de vazgeçemez.

Toplum, bu değişim isteğini dile getirsin, kendisini zorlasın, değiştirsin diye kendi aydınını, kendi içinden doğurur.

Aydın kendisini doğuran toplumla sürekli çatışır, çünkü toplum onu bu görev için yaratmıştır.

Yerleşik değerlerle, ahlak kurallarıyla, geleneklerle, toplumun “o günkü” yapısıyla sürekli boğuşarak, çatışarak, aydın kendi toplumunu değişime zorlar.

Onun için yeryüzündeki hemen hemen bütün devrimlerin fikirsel öncülüğünü aydınlar yapmış, onun için o devrimler başarıya ulaşıp yerleşik hale gelince, öncülük ettikleri o devrimin yerleşik haline ilk aydınlar baş kaldırmıştır.

Kalabalıkların huzursuz, değişmek isteyen, talepkâr yanıdır aydınlar.

Toplumları kımıldatan, ileriye doğru hareketlendiren onların bu huzursuzluğudur.

Politikacıların görevi ise çok farklıdır.

Onlar, toplumun durma isteğine de, değişme isteğine de birarada sahiptirler, toplumun değişimini sağlarken bazen toplumla beraber durur, toplumun durma isteğini över, onun o günkü değerlerini göklere çıkarır, yaltaklanır ve toplumu “kendi yönetiminde” değişmeye ikna etmeye uğraşırlar.

Sadece “durmak” isteyen politikacı da, sadece “değişmek” isteyen politikacı da başarılı olamaz, onun için onlar aydınların keskinliğiyle ve netliğiyle kıyaslanamayacak kadar kaygandırlar, çok çabuk biçim değiştirebilirler.

Toplumun “o günkü” değerlerini aydınlardan çok daha fazla temsil ettiklerinden, kalabalıkların durma isteği de politikacılarda daha belirgin ortaya çıkar, iktidara en fazla sahip olduklarında ise toplumun “durmak” isteyen parçasının asıl temsilcisi haline gelirler.

Ve, ikili bir yapıya sahip olan, çelişik istekleri içinde barındıran toplumu, en fazla onların “geleneksel” yanlarına, durma isteklerine uyum sağladıklarında bunaltırlar.

Çünkü toplum, “durmanın ölmek olduğunu” sezer her zaman, en muhafazakâr değerlere sahip çıkan politikacıları alkışlarken, bir yandan da değişimin tavizsiz temsilcisi olan aydınların harekete geçmesini ister, aydınlar onların bu isteğine uyduğunda ilk homurdanacak olan kalabalıklardır ama aydınlar da toplum da bu çatışmayı zaten baştan kabul etmiştir.

Toplumla aydının birbirine bağlanma noktası, birbirlerine olan ihtiyacı, bu çatışma anlarıdır, en çok çatıştıkları zamanlar birbirlerine en çok ihtiyaç duydukları zamanlardır.

Bu tuhaf ve çelişkili yapıda bazen çatışmadan yorulan aydınlar, “politikacıları anlamak” gibi bir görev üstlenmeye kalkışırlar, “toplumun durmak isteyen yanını da gözetmek gerektiğini” söylerler, bunu yaptıklarında aydın olmaktan vazgeçip politikacı olmaya başlarlar.

Böyle bir gelişme, toplumun “ekolojik dengesini” bozar, doğanın belli sayıda aslan, belli sayıda ceylan yaratması gibi toplum da belli sayıda aydın, belli sayıda politikacı yaratır, birbirlerinin rollerine girmeye başladıklarında o denge kaybolur.

Aslında bir aydını taklit etmeye çalışan politikacı pek çıkmaz, onlar öylesine bir çatışmaya girmezler ama politikacılığa özenen aydınlar çıkar, iktidarın ışıltısı, toplumla barışık olmanın konforu bazen onları iğfal eder.

Politikacıyı gereğinden fazla “anlayan” aydınlardan da kimseye fayda gelmez, ne politikacı olabilirler ne de aydın, toplum bir zaman sonra onları dinlemekten sıkılır, o tür bir melezliğe ihtiyacı olmadığını bilir çünkü.

Bir aydının görmek “zorunda” olduğu tek şey geminin gittiği yerdir, anlamak zorunda olduğu tek şey de yaşayabilmesi için bir toplumun değişmek zorunda olduğudur.

Onun için bir direğin tepesinde tek başına bir ömür durabilir.

Yalnızlıktan ve çatışmadan korkmaz.

Korktuğunda, zaten aydın olmaz.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.