TEZKERE VE SAVAŞ
Ahmet Altan-
05 Ekim 2012 Cuma 06:20
Savaşlar her zaman patlayan coşkularla, ateşli nutuklarla, yerleri sarsan marşlarla başlar, ölecek insanları ölmeye göndermek için böyle heyecan fırtınaları yaratılır ama hiçbir savaş o coşkuyla sürmez.
Ölüm, keder, ekonomik sıkıntı, pahalılık ve baskı gelir savaşla birlikte.
Savaşta insanlar ölür.
Gazetelerde garip bir savaşkanlık var.
Eğer yazılanlara bakarsanız, gidiyoruz, yeniyoruz, geliyoruz.
Osmanlı döneminde Girit için böyle savaş naralarının atıldığı bir dönemde Babıâli’nin önünde “savaş yanlısı” bir gösteri yapılmış.
Sadrazam, “göstericilerin hepsini askere alın” emrini vermiş.
Emri duyan kalabalık bir anda kayboluvermiş.
Böyle bir emir de şimdi çıksa, “önce gazeteciler gidecek savaşa” dense, ertesi gün o gazeteleri görmek isterim.
Savaşa gitmeyecek olanın, savaşa gidecekler adına ateşli nutuklar atmasını her zaman ahlaksızca buldum, her zaman da ahlaksızca bulurum.
Savaşlara hep savaşlarda ölmeyecek olanlar karar verir.
Savaşta ölmeyeceğine emin olan insanlar da el çırparlar.
“Savaş, savaş” diye bağıranları tutup sormak isterim, “sen savaşa gidecek misin”, “hayır” derse, “ne bağırıyorsun öyleyse” diye sormak isterim.
Ölecek sen değilsen, başkasının ölüme gitmesini nasıl böyle sevinçle isteyebiliyorsun?
Türkiye’nin ordusunun sizin sandığınız kadar güçlü, Suriye ordusunun sizin sandığınız kadar güçsüz olmayabileceğini hiç mi aklınıza getirmiyorsunuz?
Bir Türkiye-Suriye savaşının bölgede nelere yol açabileceğini hiç hesap ettiniz mi?
Bu savaşın bir “mezhepler savaşı” olarak algılanması hâlinde bunun içeride ve dışarıda ne tür sonuçlar verebileceğini hiç düşündünüz mü?
Böyle bir savaşta Türkiye’nin komşuları Rusya, İran, Irak’ın tutumlarının ne olacağını aklınızdan geçirdiniz mi?
Sanırım bizim gazetecilerin pek düşünmediklerini dünya düşünüyor.
Dünyadan “durun” sesleri yükseliyor.
Böyle bir savaşın Ortadoğu’da, hatta dünyada bir savaş yangınına dönüşebilme ihtimalinin farkında aklı başında olanlar.
Ama Türkiye’yi savaşa çekmek isteyenler olduğu da açık.
İkide birde bizim topraklarımıza düşüp, insanları öldüren bombaların sadece “dikkatsizlikle” açıklanması zor.
Türkiye’nin zaten “düşen uçaktan” bu yana çok huzursuz olduğunu bilen Suriye’nin bombalar konusunda çok daha özenli davranması gerekirken, bu bombaların bu topraklara düşmesini kim sağlıyor?
Kim Türkiye’nin savaşa girmesini isteyebilir?
Bu savaşın sonuçları ne olur?
Öyle “gideriz, yeneriz, geliriz” gibi bir savaş olmama ihtimalinin çok yüksek olduğunu hiç akıldan çıkarmamak gerek.
Suriye’nin çok kuvvetli bir hava savunma sistemi olduğu zaten yazılıp çizildi.
Bizim o kadar güçlü bir hava savunma sistemimiz olmadığı da çok söylendi.
Suriye’nin elinde “kimyasal silahlar” bulunduğu da iddia ediliyor.
Sınır bölgelerindeki şehirleri hava saldırılarına karşı gerektiği gibi savunabilecek miyiz?
O şehirler bombalanırsa, bir de kimyasal silahlar kullanılırsa ne yapacağız?
Suriye diktatörü Esed’in çok sıkışık bir durumda olduğunu, koltuğunu koruyabilmek için her çılgınlığı yapabileceğini düşündüğümüzde, her ihtimali de hesaba katmak zorundayız.
Bazen ülkelerin bütün olumsuz ihtimallere rağmen savaşa girmek zorunda olduğu durumlar vardır, öyle durumlarda her kaybı göze alırsın.
Bugünkü durum öyle bir durum mudur?
Savaş kaçınılmaz mı?
Suriye’nin ve Esed’in Türkiye’yi gözü kestiği, kışkırtıcı davranışlardan pek kaçınmadığı, savaş ihtimalinden pek çekinmediği anlaşılıyor.
Çaresizlik onu böyle bir çılgınlığa zorluyor olabilir.
Ama Türkiye o kadar çaresiz değil.
Akılla hareket edebilir.
Hükümet dün Meclis’ten bir savaş tezkeresi geçirdi.
Bence, bu bitmeyen ve bitmeyecekmiş gibi gözüken “bombalara” karşı “tehditkâr” bir adım atmak zorundaydı hükümet; savaşı önleyebilmek için bazen savaşı göze alabileceğini de hissettirmek gerekir.
İnsanları ölürken tepkisiz kalamazdı.
Ama Meclis’in verdiği bu “savaş iznini” de fazla rahat kullanmamak gerekir.
İnsanlarımızın öldürülmesini başka insanlarımızın ölümüyle durdurmak son çaredir, bundan önce “savaşı istemeyen” dünyanın gücünü kullanmak, Suriye’ye dünyanın baskı yapmasını sağlamak çok daha akıllıca bir çözüm olur.
Savaş başladıktan sonra durdurmak çok zordur.
Başlamadan önlemek daha kolaydır.
Dışişleri’nin böyle bir sonucu elde edebilmek için uğraştığı anlaşılıyor, doğru olanı yapıyorlar.
Hem tezkere çıkarıp, hem dünyayı harekete geçirmeye uğraşıyorlar.
Gazetelerin ve gazetecilerin de her halde savaşı durdurmak için hükümete yardımcı olması gerekir.
İnsanları kışkırtmak, savaşın getireceği acıları onlara anlatmamak, ölümü alkışlamak, bu ülkeye ve insanlara yapılacak en büyük kötülük olacak.
Savaşta insanlar ölür.
Ölmeyecek olanların, ölümü alkışlamaları ise insanlığın en büyük sefaletidir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.