24 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara0°C
  • İzmir6°C
  • Berlin5°C

TESADÜF DEĞİL BUNLAR

Nabi Yağcı

29 Aralık 2011 Perşembe 00:16

“Tarihi yapan insanlardır ama içine doğdukları verili koşullar içinde” sözü nerede durduğumuzu çok iyi anlatır. AK Parti de hem kendi devraldığı mirası hem içine doğduğu daha genel tarihsel miras içinde, hem kendi tarihini hem de Türkiye tarihinin bir sayfasını yazıyor.

Kendini “muhafazakâr demokrat” diye tanımlayan AK Parti’nin demokraside frene asıldığı oranda milliyetçi muhafazakâr yanı daha belirgin ortaya çıkıyor. TRT gibi kültür oluşumunda çok belirleyici önemi olan bir kurumun başına getirilen bir zat, bir insan, bir sanatçı için, Rojin için “aşüfte” diyebiliyor. Bu zatın kalitesi kişi olarak kendini ilgilendirir ama o zat bir kurumun başındaysa yalnız kendini değil onu oraya getirenleri de, geldiği yeri de ilgilendirir. Bu arada ister istemez Başbakan’ın bir sanat eseri için kullandığı “ucube” sözü de akla düşüyor.

İçişleri Bakanı da 12 Eylülcü generalleri hatırlatan bir söz etti: “Terör örgütünün yürüttüğü çalışma sadece dağda, bayırda, şehirde, sokakta, arka sokaklarda haince pusu kurarak yaptığı saldırılardan ibaret değil. Bir başka ayağı daha var. Bilimsel terör var... Resim yaparak, tuvale yansıtarak, şiir yazarak, şiire yansıtıyor, günlük makale yazarak. Hızını alamıyor. Terörle mücadelede görev almış askeri ve polisi, sanatına çalışmasına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyorlar. Terörle mücadele edenle bir şekilde mücadele ediliyor. Arka bahçe İstanbul’dur, İzmir’dir, Bursa’dır, Viyana’dır, Londra’dır, Washington’dur, üniversitede kürsüdür, dernektir, sivil toplum kuruluşudur... Arka bahçede ayrıkotuyla ayrıkotları birbirine karışıyor. Bir kısmı faydalı, bir kısmı zehirli...”

Ayhan Çarkın
hapishaneden çeteleri deşifre ediyor ama devlet susuyor, bir devletin içişleri bakanının böyle konuştuğu yerde bir başka devlet mi var ki üstüne gitsin? “Devlet cinayet işledi dedirtmem”... Dün de bugün de değişmeyen zihniyet bu işte. Bütün bunlar üst üste düşmüş talihsiz tesadüfler değil. Öyle olmadığını anlamak için tarihe daha çok dalmak gerekiyor. Bizde demokrasi kültürünün kalitesinin neden bu denli düşük olduğunun yanıtları da orada var. Öyleyse devam...

Burjuvazisi yok edilmiş demokrasi

“Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik”
kitabının tanıtımını sürdürüyorum. Kitaptaki ikinci makale Prof. Feroz Ahmad’ın. Bir pasaj okuyalım:

“Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde sosyalist hareketin doğuş ve gelişmesini incelerken, etnik ve dinsel azınlıklarının rolünün vurgulanması, daha ilk bakışta apaçık bir zorunluluk olarak görünüyor. Bir burjuvazi ve çağdaş terimlerle düşünebilen bir inteligentsia yaratmış olduğu söylenen topluluklar, Rumlar, Bulgarlar, Ermeniler ve Selanik Yahudileriydi (...) Milliyet ve sosyalizm gibi yeni fikirler imparatorluğa Avrupa’dan sızıyordu ve azınlıkların Avrupa’yla daha yakın ilişkileri vardı.”

İşte 1789’un adalet, eşitlik, özgürlük düşüncelerini ve devamında yeni düşünce akımlarını Osmanlı’ya taşıyanlar, “burjuva” denebilecek bir ekonomik ve siyasi gelişkinliğe sahip bir sınıf ve onun inteligentsiasını yaratmış olan bu etnik guruplar, Osmanlı’nın anasırı yani asli kurucu ögeleri, unsurları iken sonra ve esas olarak Kemalist devletin kurulmasıyla birlikte “anasır” olmaktan çıkıp “azınlık” sayıldılar. Ermeniler 1915 ile tehcir edildiler, azınlık Rumlar zorunlu mübadeleyle kovuldular; anasır içindeki Bulgarlar ve Rumlar zaten öncesinde kopup ayrı milli-devlet olmuşlardı. Böylece hem ekonomik gelişme hem demokrasi açısından büyük çöküş yaşandı. Sonrası malum; sopa altında “ithal sözde demokrasi” denemeleri. Başka deyişle, temelde kültürel bir evrimleşmeye dayanmayan bir demokrasi. O nedenle bu demokrasiye biçimsel demiyor muyduk? Burjuvası olmayan bir burjuva demokrasisi! (O tarihler için).

“Avrupa’nın öteki imparatorluklarının tersine, Osmanlı İmparatorluğu’nda kültürel egemenliğini, sosyalist hareketi de denetlemesine elverecek kadar sağlamca kurmuş herhangi bir etnik grup yoktu. Almanya’daysa, örneğin Lehlerin, Çeklerin varlığına karşın, Almanların böyle bir egemenlikleri bulunmaktaydı (...) Osmanlı’dan tek bir sosyalist kuramcının bile çıkmayışı kaydedilmeye değer”
diyor Feroz Ahmad.

O tarihlerde İstanbullu Rumlar “Türk Sosyalist Merkezi”ni kuruyorlar. Selânik’te Yahudi, sosyalist ve Osmanlı bir örgüt: “Selânik İşçi Federasyonu” kuruluyor. Ermeni basını, periyodikleri bu tarihlerde inanılmaz zenginlikte, Aydınlanmacı ve sosyalist düşünceleri taşıyor, yayıyorlar... Ne var ki bütün bu fikrî cereyanlar hem farklı etnik gurupların birbiriyle çatışmasına paralel gidiyor hem de milliyetçilik, sosyalizm, kalkınmacılık düşünceleri birbirine karışıyor. Fakat her şeye rağmen zayıf da olsa enternasyonalist bir çizgi ayrıksı karakteriyle kendini hissettiriyor.

Bugüne dair sonuçları da olduğu nedeniyle önemsediğim bu kitabı tanıtmaya bir yazı daha ayırdıktan sonra, sol, sosyalizm tartışmalarına girdiğimde konuya yeniden dönmek üzere bitireceğim.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.