TEK SESLİ KOROLARIN DÜETİ
Etyen Mahçupyan
22 Aralık 2013 Pazar 12:27
Nazlı Ilıcak, gazetesinden çıkarıldı. Yönetim ‘makasın’ fazla açılmamasını istemiş. Yani bir köşe yazarından beklenen, gazetenin genel çizgisinden çok fazla sapmaması.
Eğer geniş bir biçimde yorumlarsak dünyanın her yanında geçerli olan bir kural. Herhangi bir yayın organının ideolojik açıdan taşıyabileceği kalemlerin bir sınırı vardır. Ancak aynı gazete söz konusu kişiyi daha önce içine aldığına göre böyle bir ideolojik farklılık da yok. Buna karşılık ideolojik yakınlığı işlevsiz ve geçersiz kılabilen bir siyasi kavga atmosferi var ve şimdi gazetenin bu siyasi kavgada da bir ağızdan saf tutması, fire vermemesi isteniyor.
Yaşadığımız süreçte diğer kanatta da Leyla İpekçi ve Ahmet Taşgetiren, içinde olduğumuz çatışma ortamında istedikleri gibi yazamadıkları için ve bizatihi ortamın düzeyinden rahatsız olarak gazetelerinden ayrıldılar. Belki doğrudan bir baskıyla karşı karşıya kalmadılar, ama göz göre göre gazetelerinin siyasi duruşuna aykırı düşecek bir ses olmak istemediler. İster doğrudan ister dolaylı bir etkilenmeyle olsun, sonuç pek de fazla değişmiyor. Giderek her ikisi de tek sesli hale gelen koroların düetine ‘medya’ demek durumunda kalıyoruz. Öte yandan bu düet bir konuşma, hatta bir tartışma bile değil. Daha yüksek sesle ve blok olarak bağırdığınızda kendinizi iyi hissettiğiniz bir bilek güreşi. Her iki tarafta da aynı ve tek bir bakış açısının dallanıp budaklandığı bir habercilik ve yine aynı bakış açısının müstakil kalemlerce tekrarlanmasına dayanan köşe yazarlığı müessesesi rağbette.
Kimse kusura bakmasın ama söz konusu tutumun bir gazetecilik işlevi olduğunu söylemek mümkün değil. Medyanın elindeki imkânları araçsallaştırdığı, gazete ve televizyonların neredeyse birer silah gibi kullanılabildiği bir süreçten geçiyoruz. Belki bu dönemin bir şekilde geçeceği ve sanki hiçbir şey olmamış gibi eskiye dönülebileceği sanılıyor. Belki de şu anki kavganın o denli hayati olduğu düşünülüyor ki, söz konusu tutumun maliyeti, verebileceği zarar dikkate alınmıyor. Hatta belki bu kavga ortamının yeni okuyucu elde etme veya okuyucuyu elde tutma açısından işlevsel olduğu bile düşünülüyor… Ancak medyanın bir savaş alanı olarak kullanılmasının yapısal bir etkisi var. Her medya organı bir iktidar öznesine dönüştüğü ölçüde, yaşanan her olayı kendi iktidarının sınanması ve perçinlenmesi için kullanıyor ve kendi ‘duruşunu’ bir kıstas olarak öne sürüyor. Bunun anlamı her olayın belirli bir şekilde haberleştirilebildiği, her haberin belirli bir biçimde kullanıma sokulduğu bir gazetecilik anlayışıdır. Sonuçta elde kalacak olanlara gerçek anlamda gazete ve televizyon demek zorlaşacaktır. Çünkü okuyucu nezdinde herkes şu soruyla karşı karşıya: Herkesin aynı fikirde olduğu bir medya organının haberciliği ne denli güvenilir olabilir? Söz konusu haberciliğin objektif olduğu, herhangi bir siyasi hedefin uzantısı olarak üretilmediğine nasıl inanılabilir?
Bu soruların sadece kavganın taraflarına yönelik olduğu sanılmasın… İlginç bir biçimde nötr olması gereken yayın organlarının da hali daha iyi değil. Çünkü bütün medyayı kuşatan ve sadece iki alternatifli bir sonucu ima eden bir siyasi eşikte duruyoruz. Önümüzdeki on yıl yine AKP ile mi gidilecek, yoksa iktidar bu partiyi dışarda bırakan veya onu ehlileştiren bir koalisyona mı teslim edilecek? Söz konusu ehlileştirmenin tek kıstası ise Tayyip Erdoğan… Erdoğan’sız bir AKP’nin hem yurtiçi hem de yurtdışı karar odakları açısından daha kolay ilişki kurulabilir, etkilenebilir ve kontrol edilebilir olduğu düşünülüyor. Bu o kadar büyük bir kavga ki, hükümet ile Hizmet Hareketi arasındaki gerilimi kat be kat aşıyor. Nitekim bu gerilim o büyük kavganın içinde malzeme edilebiliyor, Hizmet Hareketi ‘doğal’ bir biçimde hükümeti devirmek isteyen koalisyonun parçası olarak algılanıyor. Bu noktadan sonra yaptığınız yayının, sergilediğiniz gazetecilik duruşunun siyasi anlamı artık sadece sizin yazıp çizdiğinizle ölçülmüyor. Her haber ve yorum büyük kavganın hangi tarafında yer aldığınıza göre anlam kazanıyor.
Medya dünyası maalesef siyasetin altında kalmış, ezilmiş durumda. Gazetecilik bizzat gazetecilerin elinde adım adım bir karikatüre dönüşürken, irili ufaklı aktörleriyle her iki tarafın tek sesli koroları, yazılan çizilenlerin ifade özgürlüğünün, toplu halde sergilenen müsamerenin de basın özgürlüğünün parçası olduğunu sanıyorlar. Türkiye basın özgürlüğünde kaçıncı diye hapishanedeki Kürtleri saymak gerekmiyor. Herhangi bir gün elinize üç beş gazete alıp birkaç televizyon kanalı izleyin kafi.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.