TEK DOSTUMUZ MÜSLÜMAN KARDEŞLER Mİ?
Hilal Kaplan
26 Ağustos 2013 Pazartesi 08:21
Mısır'da olanlar, Ortadoğu coğrafyasının, artık 20. Yüzyıl'ın kodlarıyla yönetilemeyeceğinin en net kanıtıdır.
Geçtiğimiz asırda, önce sömürgeciler, sonra da iplerini tuttukları kuklaları işbirlikçi otoriterler eliyle yönetilen topraklara biçilen dar gömleği halk kendi eliyle yırttı, yırtmaya devam edecek. Kaynakları başta olmak üzere iktisadını, cemiyetini, siyasetini kendisi belirlemek isteyen halklar susup teslim olmayacaklar.
Ancak iki yüzyılı aşkın süredir devam eden bir hegemonizasyon süreci, birden bire değişmeyecek elbette. Egemen güçler de kendi nüfuz alanlarının daraltılmasına alkış tutacak değil. Tam da bu sebepten ötürü, Türkiye'nin yalnızlaştığı tezi sadece önünü görenleri haklı çıkaracak türden miyop bir argümandır.
Şayet Türkiye toplu katliamcı Esed rejimine, diktatörleşen Maliki rejimine ve darbeci Mısır rejimine karşı bir tavır sergilemeseydi, diplomatik olarak daha etkili bir aktör mü olacaktı?
Türkiye bu politikayı izleseydi şimdi 'yalnızız dostlarım' şarkısını söyleyenler, hükümete -yanlışlığı artık kanıtlanmış olan- aynı Suriye meselesinde yaptıkları gibi 'Amerikan taşeronu' iftirasını atmayacaklar mıydı?
Üstelik Avrupa Birliği Türkiye'den daha etkin bir nüfuza sahipse, ABD'nin yönlendirmesiyle Catherine Ashton'un yaptığı Mısır gezisi ve İhvan'ın da kabul ettiği yol haritasına rağmen, ordu neden toplu katliamlara girişmiştir? Siz hiç Avrupa Birliği'nin ve ABD'nin diplomatik nüfuzunu sorgulayan bir yazı okuyor musunuz?
Ayrıca Mısır'daki darbeye karşı durmak sadece 'Müslüman Kardeşler'le mi dost olmak anlamına gelmektedir? Öyleyse darbeye darbe diyen ve Mısır'la ilişkilerini askıya alan Hollanda, Norveç, İsveç ve Danimarka, kısmen Almanya ya da Güney Afrika Cumhuriyeti de Müslüman Kardeşler midir?
Türkiye kendi bölgesinde İskandinav veya Afrika ülkeleri kadar da mı duruş sergilememelidir?
Eğer tek dost olarak Müslüman Kardeşler'i görüp Avrupa'ya sırtımızı dönmüşsek, neden Ak Parti ilk ofisini Brüksel'de açmaktadır? Neden Dışişleri Bakanı Davutoğlu, 14 Ağustos katliamı sonrası Berlin, Roma ve Londra'da dışişleri bakanlarıyla görüşmelerde bulunmuştur?
Peki, 2010'da Irak genel seçimlerinin galibi olan Allavi'ye koltuğunu vermeyen, demokratik seçimi tanımayan Maliki'ye karşı sergilenen tavrın, iki lider de Şii olduğuna göre 'Sünni eksen'le nasıl bir alakası vardır?
Ya da BM Genel Kurulu'nda İran'ın nükleer programı lehine Brezilya'yı da ikna ederek olumlu oy kullanan Türkiye mi mezhepçi politika izlemektedir? Yoksa NATO müdahalesiyle gerçekleşen Libya'daki değişimi bile destekleyen ama binlerce kat daha fazla insanı öldüren Suriye rejimine gelince Esedci kesilen İran mı mezhepçilik batağına saplanmıştır?
Birleşmiş Milletler Filistin oylamasında Türkiye yüzden fazla ülkeyle aynı oyu vermişken, Amerika, Kanada ve İngiltere karşı oy verdikleri için yalnızlaşmış mıdır? Ya da yine Birleşmiş Milletler Suriye oylamasında Rusya ve Çin çoğunluğun karşı tarafında kaldıklarından yalnız mı kalmışlardır?
Onlar süper güç diyenleri duyar gibiyim. Öyleyse bu yazarlar, dünyadaki diğer ülkelerle aynı yerde durmak yerine, Türkiye'ye süper güçlerin piyonu olarak mı hareket etmesini önermektedir? Ayrıca Latin Amerika'nın arka bahçesi olmaktan çıktığı, Snowden'ı bir türlü 'eline geçiremeyen' ABD'nin eskisi kadar 'süper' olmadığının emarelerini görmemek mümkün müdür?
Peki, yıllardır 'Tam bağımsız Türkiye' veya 'Katil ABD, işbirlikçi AKP' diye bağıranlar, nasıl olup da birden 'yalnızız' korosuna eklemlenmiştir?
Ekonomisi ve siyasetiyle bölgenin yükselen devleti olan Türkiye'nin duruşu, gelmekte olan düzenin taşıyıcılığı anlamında tarihi bir rolün hükmünü yerine getirmekten ibarettir. Gerisi lafı güzaftır.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.