TARİHSEL PERSPEKTİFİ KAYBETMEK
Bayram Bozyel
09 Mart 2018 Cuma 17:02
Çok değil, bundan birkaç yıl önce Çözüm Süreci döneminde yaşanan tartışmaları hatırlıyorum. Başta AK Parti’nin önemli yetkilileri olmak üzere bu partiye yakın duran aydınların büyük bir kısmı, Kürt sorununun bu denli katmerleşip boyutlanmasına yol açtığı için 12 Eylül darbe rejimini kıyasıya eleştiriyorlardı. PKK’nin esas olarak Diyarbakır Cezaevi’nde doğduğu yönündeki analizler o dönemde genel bir kabul görüyordu. Dönemin başbakanı Erdoğan, devletin vahşi uygulamalara imza attığı Dersim katliamı nedeniyle özür diliyordu. 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı konuşmasında devletin Kürt sorununda yanlışlar yaptığını kabul ediyor ve sorunun ancak demokrasi içinde çözülebileceğinin altını çiziyordu.
Bir sorunu az çok çözmeye yeltenmek için o sorunu tarihsel bir perspektife oturtmak kaçınılmaz. Özellikle de Kürt ve Kürdistan gibi bir meselede böyle bir yaklaşım daha yakıcı bir ihtiyaç olarak ortaya çıkıyor. Evet, Osmanlı döneminde de böyle bir mesele vardı ve Türkiye devleti bu sorunu bir yönüyle Osmanlıdan devraldı. Ne var ki yeni kurulan Türkiye devleti Kürt sorununda izlediği inkâr ve imha politikasıyla bu sorunu daha da katmerleştirdi. 1923’te T.C.nin kuruluşundan 1937 Dersim Hareketi’ne kadar ki süreçte devlet Kürdistanı bir kan banyosuna dönüştürdü. Öyle bir noktaya gelindi ki Türk devletini yönetenler Kürt meselesini gerçekten de bir daha dirilmemek üzere kalın bir beton altına gömdükleri kanaatine vardılar. Oysa gerçek farklıydı, Kürt meselesi o an için bastırılmış, ancak ortadan kaldırılamamıştı. O içten içe kaynayan volkanik bir yapı gibi enerjisini kendi içinde biriktiriyordu. 1960’lı ve 70’li yıllarda Kürt meselesi üzerindeki kapak bir miktar aralandığında Kürt meselesinin ne denli büyük bir enerjiyle ortaya çıktığı herkes tarafından görüldü.
Çözüm Süreci’ndeki tartışmalarda genel kabul gören ve bir parça AKP hükümetine de sirayet eden yaklaşımın gerçeklik payı yok değildi. Gerçekten de 12 Eylül rejiminin izlediği faşist ve vahşi uygulamalar Kürt meselesini katmerleştirip ona yeni boyutlar kazandırmış, Kürt meselesini ebedi olarak çözeyim derken onu ateşten bir topa çevirmişti. Kürt meselesi, 12 Eylül darbesinden sonra, daha öncesinde olmayan yeni boyutlar kazanmıştı. Diyarbakır Cezaevi’ndeki insanlık dışı uygulamalar, 1990’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetler, binlerce köy yakma ve boşaltmalar, milyonlara varan zorunlu göç uygulamaları 12 Eylül rejiminin Kürt meselesine eklediği yeni sorun başlıklarından sadece bir kaçıydı. Üstelik de Türkiye’nin, artık uzun boylu uğraşması gereken silahlı bir PKK örgütü ortaya çıkmıştı.
Başka bir ifadeyle Kürt meselesini 1970’li yıllarda çözmek görece daha kolaydı. 1990’lı yıllardan sonra sorunu çözmek yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı daha zorlaştı. Hiç kuşku olmasın ki bu meseleyi önümüzdeki yıllarda çözmek, örneğin Çözüm Süreci koşullarına göre daha da zorlaşacak.
Nedeni açık. Türkiye, bir kez da Kürt meselesinde -bir ara yaklaşıyor göründüğü- tarihsel perspektifi kaybetti. Türkiye bakımından artık geçmişi yüzyıllara dayanan, dört ülke arasında bölünmüş, büyük insani ve trajik mağduriyetler üretmiş bir Kürt meselesi yok, sadece terör meselesi var. AKP hükümeti yanına aldığı faşist MHP ile birlikte Kürt meselesini sadece terörle mücadeleyi indirgemiş durumda. O aklınca Afrin’i işgal edince, PKK’ye darbe vurunca meselenin ortadan kalkacağını sanıyor. Halbuki PKK olmadan önce de Kürt meselesi vardı ve ayrıca soruna şiddetle yaklaşmanın PKK’yi zayıflatıp zayıflatmadığı tartışma götüren bir konudur. Hükümetin bu noktaya gelmesinin nedeni soruna ilişkin tarihsel perspektifi kaybedip şiddetin cazibesine kapılmış olmasıdır. AK Parti hükümeti bataklığı unutup sineklerle mücadele etmek gibi dipsiz bir bataklığa saplanmış görünüyor. Gelinen aşamada tarihi gerçekler, toplumsal hakikatler, siyasetin genel geçer ilkeleri unutulmuş, toplumsal gelişmeleri kılıçla tayin edecekleri zannına teslim olmuş bulunuyorlar.
Uzak olmayan, hatta yakın bir gelecekte AK Parti hükümetinin Kürt hareketinde bugünlerde savrulduğu şiddet ve akıl dışı politikaların faturası Türkiye’yi yönetenlerin önüne oldukça kabarık bir biçimde gelecek. Önümüzdeki yıllarda Kürt meselesi yeniden ve kaçınılmaz bir biçimde siyaset platformuna geldiğinde, şu günlerde Kürt meselesinde sergilenmekte olan hoyratlık ve şuursuzluk, bu meselenin barışçıl ve demokratik çözümü bakımından büyük bir kayıp olarak anılacak. Kürt meselesinin çözümünü askeri seferlere bağlayan, başarı ölçüsünü ölüm skorlarına endeksleyen bir anlayışa içten içe hayıflanılacak. Türkiye’nin, son birkaç yıl içinde Kürtlere karşı izlediği hasmane tutumun kolay unutulacağı sanılmasın. 25 Eylül’de Kürdistan Bölgesi’nde yapılan bağımsızlık referanduma karşı takındığı düşmanca tutum, bugünlerde yürütülen Afrin savaşı ve içerde azıya almış olan baskı furyası Kürt meselesini çözümünü gelecekte daha çok zora sokacak.
Türkiye, bugün, beş yıl önce Kürt meselesinde bulunduğu noktanın tam tersi bir yerdedir. Mevcut noktanın, Türkiye’nin yüz yıl boyunca sürdürdüğü politikadan farklı sonuçlar üretmesi ise eşyanın doğasına aykırıdır. Albert Einstein’in dediği gibi aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek aptallıktır. Ama konumuza Napolyon’un dediği şu söz sanki daha uygun düşüyor: “Kılıçla her şey yapılabilir ama üzerine oturulmaz”.
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.