24 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır6°C
  • Ankara-1°C
  • İzmir7°C
  • Berlin12°C

TARİHİN KOBANİ’DEKİ YANLIŞ TARAFI

Kadri Gürsel

01 Şubat 2015 Pazar 05:59

Türkiye’yi yönetenler, bir taraftan IŞİD’e destek vermekle suçlanmaktan yakınıyorlar...

Diğer taraftan, sırf duygularını kontrol edemedikleri için bu suçlamalara epeyi malzeme sağlıyorlar.

Kobani bahsinde de böyle oldu.

Kuşatmanın hem başında hem de sonunda.

7 Ekim’de IŞİD Kobani’nin şehir merkezine girmişken, Cumhurbaşkanı Erdoğan Gaziantep’in İslahiye ilçesinde Suriyeli sığınmacılara konuşuyordu...

Ağızından öyle bir cümle çıktı ki söylediği başka ne varsa altında kaldı:

“Şu anda Ayn el-Arap diğer adıyla Kobani de buyrun, düştü düşüyor”...

Bu cümle, özellikle Kürt kamuoyu tarafından gizli bir sevincin ifadesi olarak algılandı.

Öyle ise, sevinilen neydi?

Kürtlerin Kobani’yi kaybetmesi mi?

IŞİD’in Kobani’yi alması mı?

Yoksa her ikisi mi?

Bu arada sınırda dizilmiş hareketsiz bekleyen tanklar, dünyaya “IŞİD’in Kobani’yi yutmasını seyretmekle yetinen ve hatta bunu için için arzulayan bir Türkiye’nin fotoğrafı”nı verdi.

Erdoğan, IŞİD’in Kobani’yi zapt etmesini mukadder görüyor olmalıydı.

Ancak, yanıldı.

Günün sonunda sadece Kobani’deki tutumunun değil, genel olarak Ankara’nın 2012’den beri Kürt kantonlarına karşı izlediği “vekaleten savaş siyaseti”nin ağır bir maliyeti oldu.

6-8 Ekim olayları, hükümet-PKK savaşından öte bir Türk-Kürt çatışmasının da pekala mümkün olduğunu göstererek dehşet yarattı.

Terörist örgütler listesindeki PKK, IŞİD’e karşı ABD’nin fiili müttefiki haline geldi.

Diğer taraftan, NATO üyesi ve ABD’nin güya müttefiki “yeni Türkiye”nin ideolojik bagajı, tarihin gördüğü en gaddar ve fanatik “terör devleti”ne karşı oluşan uluslararası koalisyonda yer almasına mani oldu.

Ankara, Kobani’ye havadan silah ve mühimmat atan Amerikan uçaklarını yeis içinde seyretti. Sonunda sınırlarını Kobani’ye peşmerge takviyesine açmak için ağır dış baskı altında kalması gerekti.

Kobani’de, kadınlara tecavüz eden ve onları pazarlarda satan barbarlara karşı direnen kadın Kürt savaşçıların dünyaya yayılan görüntüleri, “Ortadoğu’nun yeni laik aktörü” olarak Türkiye orijinli Kürt hareketinin imajını ihya etti.

Bu aynı zamanda bir propaganda savaşıydı ve Ankara bu savaşı kaybetti.

Kobani savaşı ise Erdoğan açısından nasıl başladıysa öyle bitti...

IŞİD güçleri Kobani’yi düşüremeyeceklerini idrak edip çekilince Kürtler haliyle bu zaferlerini kutladılar.

Erdoğan da muhtarlara hitap ettiği sırada, “Bugün bakıyoruz maşallah çiftetelli oynuyorlar. Neymiş Deaş (Daeş) oradan çıkmış” dedi...

Bu ifadenin, duyguların üsluba yansımasından kaynaklanan bir algı sorunu doğurması yine kaçınılmazdı.

Kendisi, Kürtlerin Kobani’yi geri almalarından mı rahatsızdı?

Yoksa IŞİD’in çekilmesinden mi?

Veya her ikisinden mi?

Erdoğan “Maşallah çiftetelli” dedikten sonra, “Tamam da o bombaladığınız yerleri kim onaracak?” diye sordu.

IŞİD’i Kobani’den çıkarmak için kentteki hedefleri günlerce Amerikan uçakları bombaladığına göre, bu sorunun muhatabı da ABD olmalıydı.

Bombalanmayıp da ne yapılmalıydı?

Kent IŞİD’e mi terk edilmeliydi?

Cumhurbaşkanı Somali’den dönerken Kürt kantonlarını kastederek, “Biz yeni bir Irak olsun istemiyoruz. Nedir bu? Kuzey Irak... Şimdi de Kuzey Suriye doğsun. Bunu kabullenmemiz mümkün değil” dedi.

Velev ki bir “Kuzey Suriye” ortaya çıkmış olsun...

Bu “Kuzey Suriye”, Ankara’nın komşudaki rejimi devirmeye kalkıp sonunda her şeyi yüzüne gözüne bulaştırdığı o makus Suriye politikasının sonucunda vücut bulmuştur.

Mimarları birkaç yıl önce bu siyaseti güderken “tarihin doğru tarafında yer aldıklarını” iddia ediyorlardı.

Madem bu “Kuzey Suriye” onlar tarihin doğru tarafında durdukları için ortaya çıkmıştır, şimdi övünmek dururken yerinmek nedendir?

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.