TARİHE KARŞI ADİL OLABİLMEK
Nabi Yağcı
30 Ağustos 2010 Pazartesi 17:22
Geçenlerde Yeni Şafak’ta Kürşat Bumin benim Taraf’ta 7 ağustos cumartesi günkü “Neler oluyor” başlıklı yazımda “Devrimsi durum” saptamama takılmış. Hemen yanıtlamadım çünkü gündem hızlıydı ve gündeme uygun olarak kafamda yazmak istediğim birbirini tamamlayan konular vardı. Aynı nedenle Engin Ardıç’ın da bir yazısında geçen “Boz Mehmet” ile ilgili yanlışa değinmeyi de ertelemiştim.
Doğrusu muğlâk anlatımlar üstüne muğlâk anlamalardan çıkarak tartışmak, verimsiz olduğu için kaçınmaya gayret ettiğim bir tartışma biçimi. Kürşat Bumin’in benim geçmişim, Sovyetler Birliği, YAŞ toplantısı ve “devrimsi durum” tanımlamam arasında nasıl bir nedensellik bağı kurduğunu çıkarabilmiş değilim. Açık seçik ortaya koyarsa bir şeyler söylerim. O zaman geçmişimi hatırlatmakla ilgili söylediği “tatsız sonuç çıkarmak” sözü de fazlalık olmaktan çıkar.
Hemen söylemeliyim ki, birisi geçmişinden utanç duyuyorsa ya da hatırlamak istemiyorsa o zaman bu tür hatırlatmalar “tatsız” olabilir, ama benim için geçerli değil. Şimdi de tarafım, geçmişte de taraftım. Eğer bugünkü dünya eski dünya olsaydı o zaman tam olarak bilmediğim, sonra anlar olduğum tüm yanlışlarına karşın ben yine Sovyet dünyasının yanında ve eski TKP’nin içinde olurdum, kapitalist dünyanın tarafında değil. Bugün de değişen dünya koşulları içinde bir komünist olarak düşünmeye çabalıyorum. Çünkü kapitalizmi tarihin sonu olarak görmüyorum.
Söz geçmişin eleştirisine gelince şunu da söylemek isterim; gerçekleştirilmesi söylendiği kadar kolay olmasa da tarihe ve onu yapan insanlara karşı adil olmaya çalışmak gerek. İster kişilere dönük olsun ister tarihle ilgili, etik kaygılar olmaksızın adil bir değerlendirme yapılamaz. Tarihçi ahlâkı diye bir şey olamaz, olursa resmî tarihçi olunur ama tarihçi etiği olmalı. Hatta bunun için tarihçi olmak da gerekmez. Etik, bir yargı oluştururken, ahlâktan (moral) farklı olarak toplumun ortalama, yaygın, geleneksel değer yargılarının dışına çıkarak; ele alınan tarihe, kişiye ait belirleyici karakter özelliklerini (ethos) dikkate almak demektir. Bunları Sovyet deneyi için söylüyorum.
Gelelim abartı konusuna.
Ülkedeki son on yıl içindeki gelişmeleri, nedensel sosyolojik kökleri, maddi temelleri olan köklü bir değişim süreci, devrimsi gelişmeler olarak görüyorum. Bumin dostum da başka tür görebilir. Bizimki abartıysa bunun niye öyle olduğu ve ne gibi zararlara yol açacağıdır asıl tartışılması gereken. Fakat yazının konusu bu olduğu halde yazar, bu zararın ne olduğunu anlamayı bizim ferasetimize bırakmış.
Yazısından benim çıkarabildiğim kadarıyla Bumin, bu köklü değişim sürecini birebir AK Parti’ye bağladığım gibi yanlış bir yargı içinde. Bumin’in ifadesiyle Engels’in “şahitliğine” başvurmam tam da böyle düşünmediğim içindi. Bu şahitlik söylemek istediğime açıklık getirirken, Bumin’in dayandığı Fransız atasözünün “şahitliğinden” ben açık seçik bir şey anlamış değilim. “Abarttığımız şeyi daima zayıflatırız” sözü güzel olmaya güzel de benim söylediklerimle ilgisi ne? Neyi zayıflatıyoruz?
Bumin öyle diyor ama son YAŞ toplantısını devrimsi durum olarak ifade etmedim yazımda, genel devrimsi değişimin bir sonucu ve işareti olarak gördüğümü söylüyorum. Fakat basit bir sonuç olarak da görmüyorum doğrusu, YAŞ’ta hükümetin asker karşısında direnmesinin doğurmuş olduğu asker-sivil ilişkilerindeki derin sonuçları sanırım ileride göreceğiz. Son YAŞ toplantısıyla “devletin demilitarize edildiğini” de kimse söylemedi ama demilitarizasyon sürecinde çok önemli bir köşe dönülmüş olduğunu düşünüyorum.
Engin Ardıç’ın 23 ağustos tarihli Sabah gazetesindeki “Korkma yavrum” başlıklı yazısına gelince. Ardıç “Bir zamanlar “Boz Mehmet” diye bir adam vardı, “eski tüfeklerden”, gizli TKP üyesi, sıkı komünist. Boz Mehmet aynı zamanda bir fabrikatördü. İzmir’de fabrikası vardı” diyerek yazısındaki yoruma örnek gösteriyor. Söylediklerini tekrar etmeyeceğim çünkü hem aktarılan bilgi doğru değil hem de incitici. Umarım Engin Ardıç tanıklığımdan sonra tarihe bir düzeltme gönderir. Öyle sanıyorum ki bir başkasıyla karıştırmış.
Ardıç’ın sözünü ettiği Boz Mehmet ya da tam ismiyle Mehmet Bozışık benim, uzun yıllar çok yakından tanıdığım bir komünistti. 1987’de benden sonra ülkeye dönen arkadaşlarımın arasındaydı ve birlikte cezaevinde yattık. Eski TKP’nin Merkez Komite üyesiydi. 90 yaşında İstanbul’da öldü. Ne İzmir’de ne de başka bir yerde fabrikası olmuştur. Hayatını hep emeğiyle, işçilik yaparak kazanmıştı. Ölürken iki göz odadan ibaret küçük bir evi vardı yalnızca. Bu kısa yazıda özgeçmişini sıralayacak değilim. Ancak hayatı polis takibinde, yargılamalarda, işkencelerde geçmiş bir kavga insanıdır Bozışık. Bunlar bir yana 40’lı yıllarda Hitler faşizmine karşı, herkes kuyruğunu kısmışken bu ülkede bir avuç komünist, TKP’li enternasyonal ruhla direnmiş, anti-faşist ses vermişlerdi. Nâzım Hikmet, Sabiha Sertel, Ağa Han ödüllü Nail Çakırhan, Suat Derviş, Behice Boran hemen aklıma gelen isimlerden. Mehmet Bozışık da o dönemin komünistlerinden.
Bu kadarıyla bile saygıyı hak eder sanırım.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.